|
|
Hem değişim karşıtı hem AB yandaşı olunur mu?
Herkes görüyor ve biliyor; Türkiye'de yeni bir siyasallaşma biçimi var. AB'yi mihenk taşı alan, değişim-statüko karşıtlığını andıran kutuplaşma üzerine kurulu bir siyasallaşma bu. Gündeme gelen her konu, örneğin Kıbrıs meselesi, MKG sorunu, YÖK tartışmaları, hep aynı noktaya, AB'ye gönderme yapıyor. Her konuda çatışma ekseni aynı; çatışmanın tarafları ve tavırlarda hızla aynılaşıyor. Bu, değişim isteğinin yükselmesi bakımından göze hoş gelse de; özünde sorular sorduran bir durum. Bir dönem laiklik tartışmalarında olduğu gibi her çeşit kültürel, toplumsal enerjiyi bir tür "saray kavgası"na hapsederek homojenleştiren hava içeriyor, sanki. Başka bir deyişle görüntü; içine kapalı denecek kadar aşırı siyasi, buna karşılık siyaseti dışlayacak kadar da tepeden. Dün ANAP'ı sözederken işaret etmiştik, kutuplaşan tarafların, istisnalar dışında değişim yanlılarının, yani "yeni değişimcilerin" toplumsal kesimlerin beklentileri, toplumsal durum ve taleplerle ilişkileri pek yok, demokrasiye, özgürlüğe ilişkin ilkesel temel ve arayışları ise hiç yok. İlginçtir; demokratikleşme ve değişim tartışması "çıkar" ve "fayda" etrafında yapılıyor. Yani her iki taraf, aynı zımni ortak paydayı paylaşıyor, AB'ye endeksli bir değişimin sınırlarını merkez alıyor ve kaçınılmaz olarak AB'nin Türkiye'ye uyum sağlamasının farklı dozları etrafında yapılan bir tartışmanın parçaları haline geliyor. Toplumsal talepleri, saf demokratik ilkeleri hafifseyen, "makro devlet politikalarının, makro muhalif repliklerini andıran bu gelişme siyasetsiz bir değişim siyaseti"nin varlığına işaret ediyor. Zira, toplumdan, toplumsal talepten uzaklaşma, ilkeyi, değeri marjinalleştirme eğilimi sadece bu "siyasallaşma"nın kendisini tanımlamıyor, aynı zamanda yayılmacı olumsuz etkilerine de gönderme yapıyor. Nitekim bu tartışma bir yönüyle; Kürt meselesi, laiklik sorunu gibi meselelerden üreyen ya da onları üreten toplumsal etkinin olduğu kadarını bile tekeli altına alıyor. Hatta kendi dışındaki demokratları da içine çekerek sterilleştiriyor. RTÜK'ün "görece haklılığı", MGK'nın işlevlerinin değişmesi yerine sivilleşmesi tartışma ve önerilerinde olduğu gibi "köklü bir değişim" yerine, değişimi "kabul edilebilir rötuşlar"a indirgiyor. Siyasi merkezin esneklik dozunu artırarak köklü yenilenmeye gitmeden duruma ayak uydurması arayışını "değişim politikası"adı altında meşrulaştırıyor. Bu yolla değişim söylemini tekeli altına aldıkça tartışılan konuların toplumsal ve ilkesel özlerine inme kapılarını kapatıyor: Siyasallaşma; kamusallaşma ve toplumsallaşma üzerinde tahakküm kurdukça yüzeysel, hatta kaypak ve muğlak bir yapılanmaya işaret eder. Evet özetle, mevcut değişim söylemini bir yönüyle rahatsız edici buluyorum. Yıllardır değişim gereğinin altını çizen birinden, ülkenin en kritik eşiklerinden birinin geçildiği sırada, mevcut değişim söyleminin rahatsızlık verici olduğunu duymak şaşırtıcı, hatta garip gelebilir. Ancak bilin ki, zihinlerde, tartışmalarda ve siyasileşmede toplumsalın kaybı değişim söyleminin "ters istikamete" çalışmasından başka bir şey ifade etmez... Doğrunun ve değişimin siyasetsizlikle doğru orantılı olması, mevcut yapıyı yeniden üretmekten başka sonuç vermez...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |