|
|
Beşli çete ne oldu? Suya düştü... Su ne oldu? İnek içti...
Refahyol hükümetinin düşürülmesi ve 28 Şubat'ın hayatiyet kazanmasında emeği geçen darbeyi tedvire memur "beşli çete", daha doğrusu çetenin tuzu kuru olmayan kesimi, kafayı Devlet Bakanı Kemal Derviş'e takmış durumda. Derviş'in, "Türkiye'de kriz bitti" açıklamasına hop oturup hop kalkıyorlar. Samimiyetsiz buluyorlarmış bu sözleri. Türkiye'de kriz bittiyse bu gelir dağılımı bozukluğu, bu kadar işsiz, bunca kapalı işyeri neyin nesiymiş... Haklılar. Hemen belirteyim: "Çete" nitelemesi bana değil, "beşli sivil inisiyatif"in işverenler kanadını oluşturan bir değerli işadamına aittir... Bu değerli işadamı ve aynı zamanda işverenler temsilcisi, "Biz bir çeteydik" adını verdiği kitabında, Refahyol hükümetini düşürmek uğruna "nelere katlandıklarını", karargahtan kimlerden telefon talimatı aldıklarını, kimlerle teşrik-i mesaide bulunduklarını anlatıyordu ballandıra ballandıra. Peki, Kemal Derviş'e kızmaya hakları var mı? Yok... Yok, çünkü, bugün idrak etmekte olduğumuz "ekonomik kriz" biraz da onların eseri; Erbakan düşmanlığıyla kaim çevrelerin dolduruşuna gelip, hükümeti düşürmek uğruna olmadık tezvirata kalkışmasalardı, "etkili" çevrelerin dümen suyunda siyasi kriz yaratıp tıkır tıkır işleyen ekonominin tekerine çomak sokmasalardı bütün bunlar başımıza gelmeyecek, bugün "kızıyormuş gibi" yaptıkları Kemal Derviş de Dünya Bankası'ndan emekli bir "yıldız bürokrat" olarak tatilden tatile Türkiye'yi ziyaret edecek, çok çok Yeni Demokrasi Hareketi gibi kadük oluşumlarda şansını deneme imkanı bulacaktı. Hiç ağlamasınlar. Evet, Refahyol hükümetini düşürmüşlerdi. Ama devamındaki hükümeti de hiçbir ciddi sorunu çözmediği, "türban" konusunda yasalardaki uygulamaları yerine getirmediği, Anayasa'nın irtica, tekke ve zaviyeler ile mücadelesinde öngördüğü mevzuatı uygulamadığı gerekçesiyle topa tutmuş, "ilgili" mercilere şikayet etmişlerdi. Hatta bu konuda bir bildiri bile hazırlamışlardı. Bildiri 24 Mart 1998'de kaleme alındı, 25 Mart 1998'de kamuoyuna açıklandı. Üç gün sonra Milli Güvenlik Kurulu toplanacaktı. Amaç elbette, "İrticayla mücadele ordunun işi değildir, kimse bizden hukukun dışına çıkmamızı beklemesin. Bu konuda bir dayatma olacaksa, onlar değil ben dayatırım, herkes işine baksın" diyen Başbakan Mesut Yılmaz'ı refüze etmekti. Bunu başardılar. 27 Mart 1998'de yapılan Milli Güvenlik Kurulu toplantısında "sivil yönetim"i köşeye sıkıştıracak kararlar alındı. Sözü nereye getireceğim? Türk-İş, DİSK, TİSK, TESK ve TOBB'den mürekkep "beşli sivil inisiyatif" artık "bir" ve "beraber" hareket etmiyor. 28 Şubat süreci tamama erince çete dağıldı. Pek pek bir-iki cılız itiraz sesi yükseltiyorlar, o kadar. Kemal Derviş'ten de zannedildiği gibi şekvacı değiller. Ecevit'le de, Bahçeli'yle de, vaktiyle köşeye sıkıştırdıkları Yılmaz'la da pekala imtizaç edebiliyorlar. "İrtica" bahanesiyle "demokratik süreci" torpillemeyi başarmışlardı, ama iktisadi bağımsızlığımıza dahledenlere aynı celadetle karşı koyamıyorlar. Bir ara, krizin nedeni temsil mekanizmasıymış gibi, parlamentoya karşı esnafı ayaklandırmayı deneyenler oldu... Esnaf tepkisinin siyasî destablizasyon işlevi görmediğini anlayınca, daha doğrusu kolluk kuvvetlerinin sert mukavemetiyle karşılaşınca vazgeçtiler. Onca acı tecrübeden sonra, "Hiç değilse yaşadığımız ekonomik krizin, Meclis'i ve temsil mekanizmasını devreden çıkarmayı alışkanlık haline getirmiş o namütenahi iradenin eseri olduğunu farketsinler" diyorsunuz. Bu da, takdir edersiniz ki, pek kolay değil.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |