T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

Bir Buda gülümseyişi

Sirenleri Taşa Tutun ve Şimdiki Zamanın İzinde adlı kitaplarından tanıdığımız Selahattin Yusuf'un 1998'den beri üzerinde çalıştığı sekiz hikayesini içeren kitabı "Başka Göklerin Altında" Şule Yayınları arasından çıktı. Birbirlerine örtülü atıflarda bulunan ve pelteleşmiş bir bütünlük atmosferi içinde sunulan hikayeler, muğlak yeraltı geçitlerinin üzerindeki bir kara parçasına benziyor. Hikayelerdeki yoğunluk dikkat çekerken imge yüklü kelimeler hikayeleri şiire yaklaştırıyor. Geleneksel biçimde hikaye anlatmak yerine hikayeyi kuran ve 'bir delilik dili üreten' yazarla kitabı ve anlatımı üzerine konuştuk.

Başka Göklerin Altında'da topladığınız hikayelere daha önce hiçbir yerde rastlamadık. Hikaye konusundaki teamül, önce ustalara okutup, bir dergide yayınlatmak sonra da kitaplaştırmaktır, biliyorsunuz. Sizin hikayeleriniz neden teamül dışı kitaplaştı?

Ustalara olan bütün saygımla birlikte söylemek isterim ki, kitaba olan inancım ve onunla aramda bulunan özel bir elektrik beni bundan men etti. Yazdıklarımı bir bakirlik olarak, kıskançlıkla saklamak istedim. Onu yayınevinde elime aldığım ilk gün, sevinçle birlikte içimde garip bir mahzunluk da oldu. Çünkü başkalarının da elindeydi artık.

Hikayelerin en belirleyici özelliğinin yoğunluk olduğu, kelimelere imgesel bir işlev yüklendiği görülüyor. Bu, metni titizlikle kurulmuş, bir dip müziğiyle desteklenmiş kılsa da okumayı zorlaştıran bir metin haline sokuyor. Okuru, hikayeye girebilmek için dikkat kesilmeye zorluyor. Anlatmak istediklerinizi başka türlü anlatmak mümkün değil miydi?

Kolay ulaşan insanlar ve onların kolay ulaştıkları metinler bizi günden güne çürütmekte olan şeylerdir. Kolaylık, hem okur için hem de yazar için kozmetik bir saplantıdır artık. Kolaylık, zamanımızın ifsat edici, çürütücü bir ruh halidir. İnsanlar kolay paranın, kolay düşüncenin, kolay yaşamın, kolay kadının, kolay sporun, kolay başarının peşine düştüler. Oysa kolaylık ve doğrudanlık (yalınlık değil) hiç değilse sanatta kabalıktır, barbarlıktır, acımasızlıktır. Yazıda doğrudan sonuca/zafere ulaştığımızda bir zafere ulaştığımızı düşünemeyiz; bilâkis her şeyi ne kadar da çabuk geride bıraktığımızı düşünürüz, düşünmeliyiz. Dün olduğu gibi bu gün de edebiyatımızı çürüten riyakârlığın çoğaltıcıları, her şeyden önce bu hayati noktayı ıskalamış bulunuyorlar. "Yazıyorum yazıyorum bir şey olmuyor; ne bana, ne de başkasına" diye için için üzülenler varsa, bu meseleyi öncelikle düşünmeleri gerekir. Elbette başka bir çok şeyle birlikte.

Bilinci, bilinçaltını, şimdiki zamanı, uzak ve yakın geçmişi ve geniş zamanı, kişilere ve çevreye bakışı, duygu, düşünce ve eylemleri yatay ve dikey anlamda hiç de sabit olmayan, dağınık bir şekilde kullanıyorsunuz. Sıçrayışlar, yuvarlanışlar, tökezleyişler, yükselen ateş içinde hayal meyal salınışlar... Hissetmiyor gibi hissedişler, düşünmüyor gibi düşünüşler... İnsana tanıdık gelen 'an'lar bunlar. Gerçek ama gerçek değil gibi. Nedir bütün bunlar? Bir "alternatif gerçeklik" mi kurmayı deniyorsunuz?

Hep bir Robinsonad yazmak istemişimdir. Keşke bu tekniği daha önce İbni Tufeyl, Daniel Defoe ve son olarak da Michel Tournier birbiri ardına kullanıp eskitmiş olmasalardı. Başka Göklerin Altında'yı biraz bu kaybın tesiri altında yazdım. Ancak onu, bu defa başka bir yöntemle adalaştırarak kurmaktan yine de vazgeçmedim. Bilincini dünyadan kaçırmış, uzaklaştırmış bir kişinin adası olarak. Dünyanın içinde, ama dünyaya "karışmayan" kişinin dünyası olarak. Kitap, onun sahipsizliğinin ve dilsizliğinin bir mekanı olsun istedim. Böylece, dünyaya bakışı gözlerini asla ayıramadığı özel bir ışık yüzünden çarpılmış kişiyi, günümüzün bir derviş kişisini yazmaya çalışmış oldum. Benim yazarken en büyük tutkum şaşkınlıktır. Alnının ardında sabit duran o şey yüzünden dünyaya bakışı çarpılmış olanın sürekli trajedisidir. Onun, "karışmadığı" dünyaya karşı o özel dargınlığı, durgun ve edepli uzaklığı, çıldırmışlığıdır. Aklını bir tek şeyde durdurmuş olmanın doğal unutkanlığıdır. Onun, kırıklığı ancak derinliklerinde sezilebilecek gülümseyişidir. Denilebilirse bir Buda gülümseyişi. Nihayet yazdığım şeyler dünyanın, varolan yanlış şeyin uzağında ve karşısında yer alır, konumlanır umudundayım. Böylece önümde olup biten bu günkü yaşama karşı bir eleştiri dili, bir yanıyla olabildiğince keskin bir dil yapabilmiş olduğumu düşünüyorum. Yazdığım kişinin duvarlara bakarak, belirttiğiniz gibi düzensiz gevelemeler ve sayıklamalar içinde yaşıyor oluşunun bir gün insanların içinde hiç değilse bir duyguyu dürtecek güce erişmesini temenni etmekteyim: Kapatıldık! Şule Yay. / Tel: 0 212 528 11 46

 
Bizden bir usta: Tunç Başaran
İstanbul Film Festivali, Ustalara Saygı bölümünde bizden bir ustayı Tunç Başaran'ı konuk edecek.
DÜMBÜLLÜ ÖDÜLÜ ZİHNİ GÖKTAY'IN
Dünya Tiyatro Günü etkinlikleri kapsamında Müjdat Gezen Sanat Merkezi'nce düzenlenen "İsmail Dümbüllü Ödülü", törenle tiyatro sanatçısı Zihni Göktay'a verildi. Göktay'a ödülünü, geçen yıl aynı ödüle layık görülen Bülent Kayabaş verdi. Ödülünü alırken duygulanan Gökyay, yaptığı konuşmada 38 yıllık sanat hayatında aldığı bu ilk ödülün Dümbüllü Ödülü olmasının kendisini çok mutlu ettiğini, çünkü ondan çok feyz aldığını söyledi. Bu arada İsmet Küntay Tiyatro Ödülleri, İstanbul Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları Muhsin Ertuğrul Sahnesi'nde düzenlenen bir törenle sahiplerini buldu. Törende, En İyi Yönetmen Ödülü Sabaha Az Kala adlı oyunla Neşe Erçetin Atakan'a, En İyi Kadın Oyuncu Ödülü İvan İvanoviç Var mıydı, Yok muydu adlı oyunundaki rolüyle Meral Çetinkaya'ya, En İyi Erkek Oyuncu Ödülü Neyzen Tevfik adlı oyundaki rolüyle Burak Sergen'e verilirken, Seçici Kurul Özel Ödülü de Faruk Güvenç'e sunuldu. En İyi Tiyatro Yazarı Ödülü ise Vusat O. Bener'e verildi.
İSLAMİYAT ELE ALDI: "DİN SÖYLEMLERİ
Üç aylık araştırma dergisi İslâmiyât son sayısında son derece önemli bir konuyu, din söylemlerini ele alıyor. "Türkiye'de Din Söylemleri" kapağıyla çıkan dergide Sönmez Kutlu İslâm düşüncesinde tarihsel din söylemleri olgusunu, İsmail Kara İslamcı söylemin kaynakları ve gerçeklik değeri üzerine düşüncelerini, Ömer Çaha ülkedeki resmi din söylemini, Hidayet Ş. Tuksal Türk feministlerinin din söylemini, Muhammet Altaytaş ise Türkiye'de ataist solun din söylemini masaya yatırıyor. Mustafa Kara "tarikatların din söylemi olabilir mi" sorusuna yanıt ararken, Ahmet Yıldız Refah Partisi-Fazilet Partisi çizgisinin, Ali Bardakoğlu ilahiyat fakültelerindeki akademisyenlerin dinsel söylemini zoom'luyor. Necdet Subaşı modernleşme sürecindeki Aleviliğin dinsel söylem arayışlarını, Mustafa Öztürk ataerkillik ve din arasındaki ilişkiyi konu ediyor. Mehmet Paçacı, Oryantalizm ve Çağdaş İslamcı Söylem'i, Mücahit Bilici, milliyetçilik ve cemaatlerin din söylemini inceliyor. Bilgi için tel: 0 312 229 59 74
29 Mart 2002
Cuma
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED