|
|
Dostluk önemli
'Dost' sözcüğünü karşılamak üzere söylenmiş yüzlerce söz olsa gerek. Benim lügatımda 'dost' sözcüğünün karşısında şu cümle yazar: "Dostunun başarısını kıskanmayan kimse..." Herhalde anladınız: Abdullah Gül'ün başbakan olarak atanmasıyla birlikte içim içime sığmaz oldu. Kendim o makama gelsem bu kadar sevinmezdim. Duyduğum sevinci bu sütuna taşımam yetmezmiş gibi, uzatılan her mikrofon aracılığıyla bütün Türkiye ile de paylaşıyorum. Yazarınızın böyle âdetleri olduğunu bilmediğiniz ve daha önce buna benzer sevinç tepmeleriyle karşılaşmadığınız için, eminim, kendi kendinize "Ne oluyor?" diye soruyorsunuzdur... Olan şu: Bizim ülkemizdeki siyasetçilerde varolduğunu pek az kimsenin düşündüğü nitelikleri bulunduğuna inandığım bir kişi 'başbakan' olarak atandı. O kişiyi ben o nitelikleriyle tanıyorum ve henüz o özelliğinden haberdar olmayan başkalarının da benim aracılığımla tanımasını arzu ediyorum. İçimde kıskançlık, haset nâmına en ufak bir duygu yok; kendimi hiç öyle bir makamda düşünmediğim için 'gıpta' duygusu bile söz konusu değil... Sadece içim içime sığmayacak kadar sevinçliyim... Size bir şey söyleyeyim mi? Aynı durum tersinden gerçekleşseydi, lâyık olduğuma inandığı bir yere ben gelseydim, önemli bir ödül kazansaydım, uluslararası bir başarıya imza atsaydım, hiç kuşkunuz olmasın, az sayıda da olsalar dostlarım benim için de aynı heyecanı duyar, sevinçten uçarlardı... Abdullah Gül İslam Kalkınma Bankası'nda çalışırken Cidde'ye gittiğimde, beni, tanışmak istediğini öğrendiği bir gazeteciyle görüştürmüştü. Ülkenin en önemli gazetesinin Kızıl Deniz kıyısındaki kocaman binasına gidip görkemli makam odasında görüşmüştük yayın yönetmeni sıfatını da taşıyan gazeteciyle... Ülkesinde oldukça saygı gören yönetmen, ya bilmediği ya da konuşmak istemediği için, İngilizceye rağbet etmedi; mecburen unutulmaya yüz tutmuş Arapça'ma başvurmam gerekti. Orada geçirdiğim bir saat boyunca Suudlu'yla Arapça anlaşabilmemin Abdullah Gül'ü ne kadar mutlu ettiğini anlamam için orada ayrılıp dışarıya çıkmamız gerekmiyordu. Bazı yüzler okunur... Bakmayın siz gazete manşetlerine tırmanan, "Soğuk gazoz!" diye bağıramadığı için ticaret yapamayacağı anlaşılmış da, aile Abdullah Gül'ü "Madem öyle, memur olsun" diye okula göndermiş türü yâvelere... Şöyle düşünün: Kayserili ailenin her iki kolunda okumuş yazmışlar çok sayıda... Dayının biri şâir, teyzelerden biri de... Diğer bir dayı profesör... Üst düzey görevler üstlenmiş, akademik unvan taşıyan pek çok yakın akraba var... Abdullah Gül'ün annesinin babası İzmir'de benim okuduğum ilkokulda öğretmendi... Baba tarafından akrabaları da hemen hepsi yüksek eğitimli; içlerinden, değişik dönemlerde, bakanlıkların en itibarlı koltuklarında oturan bürokratlar da çıktı. Ailenin ticaretle meşgul olanları bile hepsi okumuş-yazmış insanlar... Böyle bir ailenin bireyi olarak Abdullah Gül okumak zorundaydı. O da okudu. Kayseri Lisesi sonrası İstanbul Üniversitesi İktisat Fakültesi'ni bitirdi. Yurt içi ve dışında lisansüstü çalışmalar yaptı. İngilizce öğrendi. Doktorasını tamamladı. Sakarya Üniversitesi'nde öğretim üyesi olarak dersler verdi. Sakarya Üniversitesi'nde çalıştığı sırada ortak mesai arkadaşlarından birinin adını buraya yazayım da nasıl bir çevreye sahip olduğuna siz karar verin: Hasan Celal Güzel... Daha sonra başbakanlık müsteşarı, milletvekili, milli eğitim bakanı olacak Hasan Celal Güzel, bürokrasi dışındaki nâdir dinlenme anlarından sayılabilecek bir zaman aralığında Sakarya Üniversitesi'nde dersler vermişti... Milli Türk Talebe Birliği (MTTB) günlerinde, dönemin sıkı yönetim merakı yüzünden oldukça kısıtlı bir özgürlük alanı bırakmayı hedefleyen yeni bir dernekler yasası hazırlandığını öğrenmiştik. 1970'li yılların başları olmalı. Yasanın daha geniş tutulmasını sağlamayı hedefleyen bir lobi faaliyeti için, MTTB olarak, yolumuzu Ankara'ya düşürmüştük. O sıralar yine üst düzey bir devlet memuru olan Hasan Celal Güzel'in Aşağı Ayrancı'daki evine gittiğimizi hatırlıyorum... Ankara'ya gelen yabancı gazetecilerin neredeyse rutinleşmiş durakları vardır; biri mutlaka Abdullah Gül ise, ara sıra da benim... Bazen, onu ziyaret edip uzun boylu görüşme fırsatı bulmuş yabancı meslektaşların bana uğradığı da olmuştur. Nasıl etkilendiklerinin yakın tanığıyım. Abdullah Gül'de insanları hemen câzibe alanı içine çeken bir samimi duruş var; bunun şimdi işgal ettiği koltuk için 'olumlu' bir haslet teşkil edeceğine hiç kuşku yok... O kadar işi arasında çocuklarıyla ilgilenmesi, onlar üzüldüğünde duyduğu rahatsızlık, ailesi üzerine titizlenmesi... Ahmet Gül Sabancı Üniversitesi'nde bilgisayar mühendisliği okuyor. Bilkentli Kübra Gül endüstri mühendisi olacak. Küçük Mehmet ise TED Koleji'nde. Bunlar da, çocuk sevgisi bilmeyen, evinde bir kap yemek pişmeyen hükümet başkanları görmüş ülkemiz insanı için rahatlık duymayı getiren özellikler... Adetim olmadığı üzere üç gün üst üste Abdullah Gül'ü yazmışsam sebebi basit: Kabına sığmayan sevincimi sizlerle paylaşmak istedim... Dedim ya, 'dost', 'dostunu kıskanmayan insan' demek...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |