Yeni Safak Online...
T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K Ü L T Ü R

Sağlam senaryo zayıf sinematografi: 9

Usta senarist Ümit Ünal'ın ilk yönetmenlik denemesi "9", ilginç öyküsü ve göz kamaştırıcı oyuncularına karşın, "Hollywood dinamizmine aşina" izleyiciler için tahammülü güç bir film olmuş.

"Ümit Ünal" ismi, benim için öncelikle "Teyzem" anlamına gelir. Gencecik bir sinemasever olarak 1980'lerde ilk izlediğimde yüreğimi sızlatan (hadi itiraf edeyim, finaline doğru da düpedüz ağlatan), sonraki yıllarda ise televizyonda her yakalayışımda tekrar tekrar büyüsüne kapıldığım son derece iç burucu bir filmdi "Teyzem"... Halit Refiğ ustanın yalın ama etkileyici anlatımıyla bezeli bu gerçekçilik başyapıtında, Müjde Ar da sinema yaşamının en parlak performanslarından birini ortaya koymuştu. Sanırım, "Teyzem", tıpkı benim gibi bir çok sinemaseverde de benzeri türden izler bırakmıştır.

İşte, kısa süre önce İstanbul sinemalarında gösterime giren "Dokuz", anılarımızda önemli bir yer edinen bu sağlam filmin senaristinin ilk yönetmenlik denemesi...

Ünal, yalnızca "Teyzem" ile değil, "Hayallerim, Aşkım ve Sen", "Amerikalı", "Piyano Piyano Bacaksız" gibi diğer bazı önemli filmlerdeki senaryo çalışmalarıyla da yakından tanıdığımız bir genç kuşak sinemacımız...

Dar bir bütçe ile gerçekleş-tirdiği ilk uzun metajlı filmi "9", bu yılki İstanbul Film Festivali'nde önce sansürün gazabına uğradı, ardından da bu engeli aşıp -yasakçılara nazire yaparcasına- festivalin ulusal yarışma bölümünde en iyi film ödülünü kucakladı. Üstelik, bununla da yetinmeyip başrol oyuncularından Serra Yılmaz'a bir "en iyi kadın oyuncu" ödülü kazandırdı. Film, ayrıca bu yılın "en iyi yabancı film Oscar'ı"

aday adaylarından biri olarak, Türkiye'yi temsil etmek üzere, şu sıralarda Amerika yollarına düşmüş durumda...

Masum değiliz, hiç birimiz "9", İstanbul'un varoşlarından birinde işlenen gizemli bir cinayeti anlatıyor. Polis, semtteki metruk mekanlarda yaşayan "Kirpi" lakaplı meczup bir genç kızın vahşice öldürülmesi üzerine, mahalleden bir grup insanı gözaltına alır. Tüm film, sanık durumundaki bu kişilerin çapraz sorgulamaları çevresinde gelişir. Cinayet ve ona ilişkin bir dizi yan olayı da sorgu sahneleri sırasında araya giren "flash back"(geriye dönüş)lerden öğreniriz. Önceleri tamamı son derece masum gibi görünen bu sıradan insanların "Kirpi"nin ölümüyle olan bağlantılarına, kendi aralarındaki şaşırtıcı ilişkilere ve insan olarak daha bir çok zaaflarına tanık oluruz. Ve öykü boyunca adım adım ilerledikçe "aslında hiç kimsenin göründüğü kadar masum olmadığını" farkederiz.

Tamamen yaşayan bir dil ile kaleme alınmış ve her an çevremizde görebileceğimiz türden kanlı-canlı, "gerçek" kahramanlar ile oluşturulmuş senaryo, Ümit Ünal'ın bu alandaki bilinen ustalığını bir kez daha tescil ediyor.

Yorucu bir deneyim Filmin anlatım tekniğine gelince, "9"da herşeyin güllük gülistanlık işlediğini söylemek mümkün değil. Az sayıdaki flash-back haricinde güneş ışığına hiç açılmayan ve neredeyse tamamı tek bir kapalı mekanda geçen 9, olayları diyaloglarla (daha doğrusu polislere ifade verenlerin monologlarıyla) anlattığından dolayı, zorunlu olarak fazla "geveze" bir film.

Buna bir de sorgu odalarına özgü loş ışıklandırma eklenince, sinemayı ağırlıklı olarak bir "kafa boşaltma eğlencesi" olarak gören geniş bir kesim için 9, görsel açıdan seyri oldukça zor bir filme dönüşüyor. Yüzüklerin Efendisi ya da Harry Potter'ın ışıltısına takılıp kalmış sinemaseverler için tahammülü neredeyse imkansız bir 120 dakika var önümüzde.

Bu ağır anlatımı yönetmenin kişisel bir tercihi olarak saygıyla karşılasak da, seyirci ilgisi açısından üstlendiği büyük riski hatırlatmaya hakkımız var sanırım. Filmi, İstanbul İncirli sinemalarındaki ilk gösterim gününde 300 kişilik koca bir salonda tek başıma izlediğimi söylersem, neyi kastettiğim herhalde daha iyi anlaşılacaktır. Şimdilik yalnızca İstanbul'da gösterime giren 9'a, kentinizin salonlarına uğradığı takdirde "kayıtsız kalmayın" derim.

Hele de, 'polisiye sinema' ya da 'kara film' adına çok az yapıtın ortaya konulabildiği böylesine kısır bir dönemde bu çabanız, genç sinemacıların daha yetkin çalışmalar ortaya koyabilmesi için her zamankinden daha derin bir anlam kazanacaktır.

Ustalar döktürüyor

Öncelikle, 9'un oyuncu kadrosunun altını çizmek gerekiyor. Şunu hemen ifade edelim ki, film belki son 10-15 yıl içinde Türk sinemasında görülen en iyi "casting"i biraraya getiriyor. Belki kariyerinin önemli bir bölümünde vasat filmlerde ve yavan televizyon dizilerinde rol aldığından dolayı kendi adıma içimin pek de ısınamadığı bir oyuncu olan Ali Poyrazoğlu, bu filmde ise seven-sevmeyen herkesin önünde şapka çıkartacağı inanılmaz bir performans sergilemiş. Fikret Kuşkan, Cezmi Baskın, Serra Yılmaz, hepsi ama hepsi Türk sinema oyunculuğu adına son derece şık oyunculuk gösterilerine imza atmaktalar. Hele o Serra Yılmaz yok mu! Sırf bu "yetenek anıtı" kadın için dahi "Dokuz" belli bir ilgiyi hakediyor.

 
Sonra Sessizlik ve de senlilik...
Şiirini arayışlarla büyüten Süleyman Çelik, okura İstanbul Yayınları'ndan çıkan "Sonra Sessizlik" adlı kitabında arıtılmış bir hüzün sunuyor. Sonra Sessizlik, Süleyman Çelik'in yayımlanan üç şiir kitabının arıtılmış toplamından oluşuyor. Arıtılmış diyorum, çünkü kimi şiirler çıkarılmış ya da bir kısmının dize yapıları değiştirilmiş. Çelik'in en dikkate değer yanı, şiirini arayışlarla büyütmesi.. İlk şiir kitabı 'Sonra Sessizlik', üniversite yıllarındaki mahçup delikanlının sevgilisiyle bakışmaları, ikinci şiir kitabı 'Düşler Ve Aynalar', artık olgunlaşmaya başlayan delikanlının hayatı varoluş penceresinden irdelemeye başlaması, mistik ama sahici kıyılara varmasıdır. Üçüncü şiir kitabı 'Seyir Defteri' ise tabiri caizse çoluk çocuğa karışmış şairin, şiirini, inançlarını hayata karşı savunması. Çelik, şiirinde nutukçu değil, içdevinimlerle teşekkül eden bir halk arasındalık var bu şiirde. Onun şiirinde aşk, kadın, çocuk ve hayat eylül ayında erguvanların, hanımellerinin yanından elele geçerek İstanbul Boğazı'nda gezer. Çelik, çağının hür vicdanı olabilmiştir. Toplumsal, bireysel trajedileri romantik ama kesinkes içli ifade etmiştir. Haykırmamıştır, sessiz ve derinden fısıldamıştır. Zaten sorumluluk bilinci taşıyan her sanatçı, estetikten ödün vermeksizin sanatın devrimci yapısındaki düş, sessizlik / gizlilikle uyuşur. Zira, 'güvercin ayaklarıyla gelen düşüncelerdir dünyayı yöneten' ve devrimle, düşle başlar. Süleyman Çelik, şiirinde aynalar, kendi seyrü seferine göre değişen hallerin remzi olmuştur. 'Sonra Sessizlik' adlı ilk kitabında, belki sevgilisi küser diye aynaya bakmaz, baksa da sûreti arşınlamaya kalkmaz şair. 'Düşler ve Aynalar'da bir sır olduğunu fark eder, sırrı keşfetmek için sûrete dönmesi gerektiğini hisseder 'ayna yüzüme dönsün' diyerek aynaları arşınlamaya başlar. İstanbul Yayınları'ndan çıkan kitap, sonbaharda hüznünü sevenlerin keyifle okuyacakları bir eser. Bilgi tel: 0 212 216 51 44
Şair Özdemir İnce, Avrupa Şiir Akademisi'nde
Şair Özdemir İnce, Avrupa Şiir Akademisi'ne seçildi. Merkezi Lüksemburg'da bulunan Avrupa Şiir Akademisi, 1999 yılında, Fransız şair Alain Bosque, Belçikalı Philippe Jones ve Lüksemburglu Anise Koltz tarafından kurulmuştu. Akademide, Avrupa'nın en saygın şairleri biraraya geliyor. Başkanlığını Finlandiyalı Pentti Holappa'nın yaptığı Avrupa Şiir Akademisi'nin üyeleri arasında çağımızın en önemli Avrupalı şairleri bulunuyor. İnce, önümüzdeki yıl akademinin İspanya'da yapacağı ilk toplantıya katılarak üyelik ünvanını alacak.
Osman Hamdi Bey de sanal alemde
Eczacıbaşı Sanal Müzesi, Osman Hamdi Bey'in sergisine ev sahipliği yapıyor. www.sanalmuze.org adresinde bulunan sergide, Osman Hamdi Bey'in karısı Naile Hanım'ı, kızları Nazlı ve Leyla'yı, oğlu Edhem'i ve yakın çevresinden kişileri konu alan 30 portresi yer alıyor.
19 Kasım 2002
Salı
 
Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED