T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Gül, Başbakan

Abdullah Gül'ün başbakanlığı beklenen bir gelişmeydi. Çünkü Gül, Fazilet Partisi içinde yürüttüğü muhalefet hareketiyle, ön plana çıkmıştı. Zaten AK Parti, bu "yenilikçi hareketin" devamı. O sıralarda, Tayyip Erdoğan arka plandaydı; Gül ise, lider konumunda, Büyük Kongre öncesi, bütün vilâyetleri dolaşıyor, teşkilâtla görüşüyor ve destek istiyordu.

Fazilet Partisi Genel Başkanı Recai Kutan'ın, diğer parti liderlerinden çok farklı bir tavırla, Gül'ün çalışmalarına sekte vurmaması, ayrıca takdire şayan bir davranıştı. Bir iki vilâyet haricinde, Abdullah Gül, arzu ettiği kişilerle görüştü, onlardan oy talep etti.

İstanbul Kongresi

İstanbul Kongresi, Yenilikçiler'in Büyük Kongre'yi kazanamamasında önemli bir rol oynadı. İstanbul İl yönetimi, Gül ekibine, "delege isimlerinde uzlaşmayı ve tek bir liste yapılmasını" teklif etti. Tam uzlaşma sağlanacakken, nasıl olduysa, Gül taraftarları Mehmet Müezzinoğlu'nun başkanlığında ikinci bir liste çıkarma kararı aldılar. (Mehmet Müezzinoğlu, şu anda AK Parti'nin İstanbul İl Başkanı) Divan'a, Recai Kutan'ı destekleyenler hâkim oldu. Divan Başkanı olarak Yasin Hatipoğlu seçildi. İstanbul Belediye Başkanı Ali Müfit Gürtuna da, Kutan'ın yanında yer aldı.

Yenilikçilerin İstanbul listesindeki adaylarının isimleri okunmaya başlanınca, bazı kişiler "istifa ederek adaylıktan ayrıldıklarını" Divan'a ilettiler. Hatipoğlu, yeni istifalar gelsin diye, işi hayli yavaştan alıyordu. İstanbul'da çıkarttıkları listenin delinmesi, Yenilikçiler'in moralini bozdu. Ve sonunda -kazanma umuduyla uzlaşmadan vazgeçen Yenilikçiler- İstanbul Kongresi'ni kaybettiler.

İstanbul Kongresi, Büyük Kongre'nin mihenk taşıydı. Gül, çok az bir farkla Genel Başkan olamadı.

Belki o tarihte Gül seçilseydi, Tayyip Erdoğan'ın kaderi değişik bir yörüngeye oturacaktı. Ama ilişkiler gene gerilmeden, dostâne yürüyecekti.

Büyük Kongre

Büyük Kongre'den de bazı sahneler hatırımızda. Gençlik teşkilâtı bir köşeye yerleştirilmişti: "Erbakan neredeyse biz oradayız" diye Gül'ü protesto ediyorlardı.

Bu camianın alışık olmadığı ölçüde bir gerginlik vardı. FP milletvekili Avni Doğan ağır sözlerle Gül ve arkadaşlarına saldırdı.

Tam o sırada, Bülent Arınç, kürsüye çıktı. Hem toparlayıcı, hem sitem dolu, hem de gönüllere hitap eden dokunaklı bir konuşma yaptı. Özellikle, protesto sesleri ve davullarla, hatipleri susturmaya çalışan gençlere, bu çirkin davranışın öteden beri savundukları değerlere uymadığını, maziden günümüze gelen beraberliğin sürmesi gerektiğini söyledi.

Etraf yatıştı.

Gül ve Erdoğan

"Acaba Tayyip Erdoğan ile Abdullah Gül birbirine düşerler mi?" diye soranlar veyahut böyle bir gelişmeyi arzu edenler için bunları hatırlatıyorum.

Hayır, birbirlerine düşmezler.

Yenilikçi hareket filizlenirken lider olarak Bülent Arınç ve Abdullah Gül'ün isimleri ön plana çıkmıştı. Gül ve Arınç biraraya geldiler. Bülent Arınç, Gül'e yardımcı olacağını söyleyerek geriye çekildi. Oysa, 18 yaşından beri teşkilâtın içindeydi; çok seviliyordu. Israrlı davransa lider de olabilirdi. Gül'ün -sâkin ve uzlaşmacı tavrıyla- bu konuma, kendisinden daha fazla lâyık olacağını düşündü.

Küskünler hareketi

Abdullah Gül, ne "emanetçi" bir konuma kendisini mahkûm eder, ne de Tayyip Erdoğan onu "dışardan yönetip yönlerdirmeye" çalışır.

Neden bu kadar emin olduğumu hemen söyleyeyim.

Yenilikçi hareketin başlangıç tohumları, 1999 seçimleri öncesinde, "Küskünler hareketiyle" atıldı.

O tarihte, Fazilet Partisi, erken seçim için oy kullanmıştı. Listeler açıklanınca, seçilemeyecek sırada bulunan "küskün milletvekilleri" ayaklandılar ve seçimi erteleme çabasına girdiler. Erbakan'ın telkiniyle, Recai Kutan seçimlerin ertelenebileceğini savunmaya başladı. Aydın Menderes, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'le de işbirliği yapmak suretiyle, bu oyunun içinde yer almıştı. Erbakan, seçim ertelendiği takdirde yasağının kalkacağına inandırılmıştı.

Fazilet Grubu ikiye bölündü. Erbakan'ın tesirinden kurtulamayan veyahut kurtulmak istemeyen Recai Kutan'a karşı, ilk defa, o tarihte eleştiriler seslendirildi. Ama seçimlere gidiliyordu; ihtilâfın halli seçim sonrasına bırakıldı.

Abdullah Gül ve arkadaşlarının Başkanlık Divanı'ndan istifası da, gene "uzaktan kumandaya" duyulan bir tepkiydi. Abdullah Gül, Ali Coşkun, Cemil Çiçek, İrfan Gündüz, Abdülkadir Aksu, Nevzat Yalçıntaş, "emanetçiliğe" karşı çıkıyorlardı. Tayyip Erdoğan da, Meclis grubunda bulunmamakla birlikte, onların görüşlerini paylaşıyordu.

Liderin mutlak hâkimiyetini eleştirmenin yanı sıra, Başkanlık Divanı'nda alınan kararların sonradan Erbakan tarafından değiştiriverilmesini de içlerine sindiremiyorlardı.

Onlar, "Erbakan'la önce istişare edin, bir karara varın. Bu kararı Başkanlık Divanı'nda müzakere edelim, kesinleştirelim. Sonradan geriye dönüş olmasın. Çark etmeyelim" diyorlardı.

Bu hedefe ulaşamayınca, Başkanlık Divanı'ndan topluca istifa ettiler. FP içindeki liderlik yarışı, bu olaydan sonra hız kazandı. Partinin dışardan yönetilmesine karşı konulan tepki ile, saflar belirginleşti.

Emanetçi olmaz

"Abdullah Gül emanetçi olur mu?" diye soranlar, geçmişteki gelişmelerin ışığında durumu değerlendirmeli.

Hayır emanetçi olmaz. Ama, Tayyip Erdoğan ile mutlaka istişare eder. Ve Erdoğan'ın yasağının kaldırılması için samimiyetle mücadele verir. Yasak kalkınca da, Başbakanlık koltuğunu Tayyip Erdoğan'a bırakır.

Bir önerge

Abdullah Gül'ün karakterini anlatmak için bir başka hatıramı nakletmek isterim.

Hüsamettin Özkan hakkında soruşturma önergesi hazırlamıştım. Aslında, Fazilet Partisi'nin Özkan ile yakın ilişkileri vardı. Özkan, ufak tefek yardımlarla, herkesin gönlünü almayı bilirdi.

Oysa, murakıp raporları hasıraltı ediliyor ve Hazine'den Sorumlu Bakan Recep Önal, tamamen onun direktifi altında çalışıyordu.

Recep Önal hakkındaki FP önergesi, iktidar oyları ile red'olunca, ben de Hüsamettin Özkan hakkında bir önerge hazırladım. Çünkü, gerçek güç sahibi Recep Önal değil Özkan'dı. Hüsamettin Özkan, önergeyi haber alınca, hem Recai Kutan'ı, hem Abdullah Gül'ü aradı. Kutan "Acaba geciktirebilir miyiz?" diye kibarca bana sordu. Ben "Ok yaydan çıktı efendim" dedim. O tarihte Genel Başkan Yardımcısı olan Veysel Candan'ın da hakkını yememek lâzım. Önergeyi ilk sıradan imzalayarak, diğer milletvekillerine öncülük etmişti. Böylece, "Yenilikçiler" ile "Genel Merkezciler" birlikte hareket etmiş oluyordu.

Abdullah Gül, Hüsamettin Özkan gibi Kayserili... Şöyle bir yoklamak için sordum: "Abdullah Bey, siz de imza atar mısınız?"

Bir an bile tereddüt etmedi: "Elbette atarım. Bu gibi işlerin takipçisi olmak hepimizin vazifesi..."

"Sen yoksa beni ne sanıyorsun?" diye sormayı da ihmal etmedi.

Abdullah Gül, işte böyle biri. Yumuşak ve uzlaşmacı, ama memleket menfaati söz konusu olduğunda kararlı ve mücadeleci.

Dost hatırını sayar, ama onun için milletin hatırı her şeyden önce gelir.

Üstelik Akrep burcu! Yani hem duygusal, hem vefalı, hem hırslı ve mücadeleci. İyiliği de, kötülüğü de unutmayan biri.

Başbakanlık görevini başarıyla yürütecek ve Yenilikçi hareketi teslim ettiği gibi, zamanı gelince yerini Tayyip Erdoğan'a bırakacaktır.


19 Kasım 2002
Salı
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED