|
|
Gül hükümeti-Erdoğan iktidarı
Son yıllarda moda haline gelen deyimle, '58. Cumhuriyet hükümeti' veya siyasi tarihte yer alacağı daha doğru ve akıllarda daha iyi kalacak haliyle 'Abdullah Gül hükümeti', gayet ilginç bir hükümet. Her bakımdan öyle. Eğer Ak Parti hakkında bir nebze fikriniz ve bilginiz varsa, şöyle ilk bakışta, bu hükümetin pek öyle bir 'emanetçi hükümet' olmadığı hükmüne kolayca varabilirsiniz. Dolayısıyla, bu, gerçekten ve 'büyük ölçüde' bir 'Abdullah Gül hükümeti' ya da '58.hükümet'... Ak Parti'nin kuruluşundan beri sahip olduğu ve çeşitli vesilelerle bu sütunda ya da televizyon ekranlarında yarı-şaka 'politbüro' diye nitelediğim 'yönetici çekirdek' Tayyip Erdoğan dışında 'resmi' yürütme ve yasama gücü elde etmiş oluyor. Tayyip Erdoğan, malum, şu anda Ak Parti Genel Başkanı sıfatından gayrı bir sıfata sahip değil. 'Politbüro'nun geri kalanından, Abdullah Gül, Başbakan oldu. Bülent Arınç, TBMM Başkanı (yani Cumhurbaşkanı Vekili) oluyor. Geri kalan 'politbüro üyeleri'nden Abdüllatif Şener, Başbakan Yardımcısı, Abdülkadir Aksu ise İçişleri Bakanı... Başbakan Abdullah Gül'ün hükümeti, üç başbakan yardımcısı, dört devlet bakanından oluşuyor. Toplam bakan sayısı, 7 sandalye ile birlikte 24. Abdullah Gül hükümetinde, 'siyasi aidiyetleri' bakımından kesinlikle Genel Başkan Tayyip Erdoğan'ı 'temsil ettikleri' söylenebilecek olan, benim bilebildiğim, Maliye Bakanı Kemal Unakıtan ile eski İstanbul Deniz Otobüsleri Genel Müdürü, Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım ve Orman Bakanı Osman Pepe yer alıyor. MGK toplantılarına katılacaklara bakıldığında başbakan yardımcılarından Abdüllatif Şener ile Mehmet Ali Şahin, Refah-Fazilet kökenli. Ertuğrul Yalçınbayır, ANAP-Fazilet, Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül ise Turgut Özal bürokrasisi-Fazilet, Adalet Bakanı Cemil Çiçek, ANAP (Turgut Özal dönemi)-Refah-Fazilet, Abdülkadir Aksu da, yine Turgut Özal dönemi ANAP-Refah-Fazilet kökenli. Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış, Turgut Özal'ın sevdiği ve güvendiği (bu nitelikteki az sayıda) bir Dışişleri mensubu idi. O, doğrudan -Abdullah Gül'ün davetiyle- Ak Parti'li. Diğer bakanlar arasında, 'dünya çapında bir felsefeci ve ilahiyatçı' sayılması gereken, İzmir 9.Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nin eski dekanı Prof. Mehmet Aydın'ın Devlet Bakanı olmasından ben kendi payıma mutluluk duydum. Dört yıldır her yaz yapılan ve 'hoşgörü kültürü'ne katkı niteliğindeki Abant Toplantıları'nın Prof. Mete Tunçay'la birlikte 'değişmez eşbaşkanı'. 2000 yılında benim gönlümden geçen 'Cumhurbaşkanı' idi. O yıl Amerika'da beni tanıyan yakın çevrem, buna tanıklık edebilir. Öyle ki, İranlı -şu sırada Harvard'da- büyük reformcu düşünce adamı Abdülkerim Suruş'la dünya çapında başedebilecek ve İslam ile demokrasi uyumunun kuramcılığını yapabilecek 'Türkiye'nin medar-ı iftiharı düşünce adamı' olarak gördüğüm kişidir, Mehmet Aydın. Eski ANAP'lı Erkan Mumcu'nun Eğitim Bakanı ve eski DYP'li Doç. Hüseyin Çelik'in Kültür Bakanı olması gayet isabetli tercihler. Hilmi Güler, Güldal Akşit, Ali Babacan, Zeki Ergezen, Sami Güçlü, İmdat Sütlüoğlu yepyeni isimler. Bunların arasında, Ali Babacan'ın 'Kemal Derviş'in halefi' olarak temayüz edeceği anlaşılıyor. Ali Coşkun, tanıdık ve deneyimli bir isim. Keza Murat Başesgioğlu. Beşir Atalay dostumuz ile Recep Akdağ, iki eski rektör. Diğer birkaç bakan gibi akademik geçmişleri var. Abdullah Gül hükümetinde, deneyim ile yenilik, 'Milli Görüş arka planı'na sahip Ak Partililer ile oraya hiç değmemiş olanlar ve yaş grupları hayli 'dengeli bir bileşim'le birarada görülüyorlar. İlk bakışta dikkat çeken ve belki bir 'zaaf' olarak kayda geçirilecek olan bayan bakan adedinin tek kişiyle sınırlanmış olması. Abdullah Gül hükümeti ile Tayyip Erdoğan'ın Ak Parti iktidarı arasında nasıl bir işbirliği ve denge oluşacak; bunu bekleyip görmek zorundayız. Zira, hükümetin kurulmakta olduğu gün, Türk diplomasi tarihinin en çarpıcı gelişmelerinden biri Tayyip Erdoğan'ın Atina (ve akşam Madrid) ziyareti idi. Tayyip Erdoğan'a, Atina'da, ancak çok özen gösterilen ve önem verilen bir Türk başbakanına uygulanan protokol uygulandı. Tayyip Erdoğan'ın Atina'da ağzından çıkan sözler çok ama çok çarpıcıydı. 'Demokrasinin doğduğu, Eflatun'un, Sokrat'ın gelip geçtiği Atina'da bulunmaktan memnuniyeti'ni dile getirmesi de çok çarpıcıydı; 'Yunanistan'ın bir sürekli rakip olarak değil, Türkiye'nin en yakın komşusu ve gelecekteki stratejik ortağı' olarak gördüğünden söz etmesi de. Bülent Ecevit'in başbakanlık merdivenlerinden kapıya yürüyüşündeki yavaşlığı televizyonlarından izlemeye alışmış olan Türkiye halkına, zıpkın gibi bir Tayyip Erdoğan'ın, aynı gün Atina'da, Madrid'de ve birkaç gün ara ile Roma'da, Londra'da, Brüksel'de izliyor olmasının sağladığı 'iyimserlik' tartışılmaz. Necmettin Erbakan, İran-Pakistan-Malezya-Endonezya ile başlamış; Mısır-Libya-Nijerya ile devam etmişti. Sadece Erdoğan (ve Gül) ile Ecevit farkı değil; Erdoğan-Erbakan farkı da bu konuda pek çarpıcı. Şimdi hükümetin kurulmasıyla Kıbrıs konusuna daha da ciddi eğilmek gerekiyor. Yaşar Yakış'ın vakit geçirmeden, Dışişleri Bakanlığı'nı zapturapt altına alması ve 'iktidar kararlılığı'nı ortaya koyacak 'tasarrufları' hızla yerine getirmesi gerekiyor. Yaşar Yakış'a, pek çok meslektaşının dudak büktüğünü biliyorum. Ama ben onu yirmi yılı aşkın süredir tanıyorum. Üstelik, Ortadoğu coğrafyasından tanıyorum. Özel ve diğer meslektaşlarında bulunmayan özelliklere sahip bir insandı. Kendi kuşağı içinde gönüllü ve bilinçli olarak Arapça öğrenen tek diplomatımızdı o. Kendisine dudak bükmüş meslektaşlarına dudak büktüğü takdirde, Türk diplomasisini -öncelikle ve başta Kıbrıs sorunu- başarıyla sürükleyeceğine hiç kimsenin kuşkusu olmasın. Türkiye, dün Çankaya'da açıklanan liste ve Atina'daki Tayyip Erdoğan performansıyla ilginç bir döneme adım attı...
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |