T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Bu halk şişede durduğu gibi durmuyor...

Benim meslek kâbusum bayramlar, yıldönümleri, seçimler, özel günler ve gecelerle ilgili yazı "derleştirmek", yazı derleştirmek zorunda kalmaktır.

Şu an, Yüksek Seçim Kurulu'nun kafasına göre koyduğu yasağın sona erdiği, hatta seçim sonuçlarının büyük ölçüde ortaya çıktığı bir zaman dilimini idrak etmekteyim ve benim bu konuda dişe dokunur bir şeyler söylemem, yani 3 Kasım'la ilgili, içinde "seçmen aslında şu mesajı verdi" türünden cümlelerin de geçtiği bir yazı attırmam gerekiyor.

Zor iş...

Ali Bayramoğlu'nun da sık sık altını çizdiği gibi, AK Parti'nin kazanması, yeni bir "meşruiyet tartışması"na yol açar mı, bilmiyorum. Ama, kriz nedeni olarak gösterilen partilerin "beklenmedik" (!) yükselişiyle, bir başka tartışmanın gündeme geleceğini, siyasete vaziyet etmeyi alışkanlık haline getirmiş o namütenahi iradenin artık kendisine bir çeki-düzen vermesi gerektiğini düşünenlerin sayısında artış olacağını biliyorum.

Nereden biliyorum?

Hatırlayacaksınız, "Seçmenin yüzde 79'u size karşı" diyerek, "seçilmiş" hükümeti, dolayısıyla "siyaseti" devre dışı bırakan o "namütenahi" irade, halkın yüzde 78'inin onaylamadığı bir partinin patronajında, Türkiye'yi, özgürlüklerin ketmedildiği, demokratik taleplerin askıya alındığı netameli bir sürece sokmuştu.

Müthiş bir dezenformasyon, halk çoğunluğuna karşı yürütülen acımasız bir savaş...

Hayır canım, o kadar da uzak bir "geçmiş"ten sözetmiyorum.

Beş yıl önce filan...

Türkiye, kısa sürede, ürkek, şaşkın, kararsız, gelecek ülküsünden yoksun insanların yekun tuttuğu, ekonomisi batık, yargısı mefluç, halkı küstürülmüş bir ülke haline gelmişti.

Bu sonuca yol açanlar, hem kendilerini belli hassasiyetlerin temsilcileri gibi sunuyorlardı, hem de Türkiye'nin yol almasının "siyaset kurumu"na olan ihtiyacın ortadan kaldırıldığı bir vasatın egemen kılınmasıyla mümkün olacağını savunuyorlardı.

Eski defterleri karıştırmak maksadıyla söylemiyorum; çünkü artık bunun yararına inanmıyorum.

Bir "mühendislik projeksiyonu"nun iflasından sözediyorum.

Ne demek istediğimi, "merkezî siyasetin sözcüleri" (onlar kendilerini biliyor) anlamışlardır.

AK Parti'nin kazanmasını bu nedenle doğal karşıladım.

Tıpkı, geçen dönem yüzde 54 oy çoğunluğuna sahip üç iktidar partisinin (hadi adlarını da verelim: DSP, MHP, ANAP), yüzde 15'le sandığa gömülmesini doğal karşıladığım gibi.

Halk, önüne seçme fırsatı geldiğinde, bunun nasıl kullandığını/kullanacağını bir kez daha gösterdi.

Çünkü bu halk, şişede durduğu gibi durmuyor.

Geçmişte de buna benzer "kaka" şeyler yapmış, 1950'de DP'yi, 1965'te AP'yi, 1983'te ANAP'ı, 1997'de RP'yi çıkararak siyasî merkezi üzmüştü...

Görüldü ki, makul çoğunluk (medya çemişinin kavramsallaştırdığı "çoğunluk"la ilgisi yok bunun, adına "halk" denilen kara kalabalıklardan sözediyorum), Tayyip Erdoğan'ı, dolayısıyla AK Parti'yi seviyor...

Peki, halkın, hapislere atılmış, siyaseten dışlanmış, hâlâ birtakım anlamsız yasaklarla boğuşan bir siyasetçiyle kaderini "bu ölçüde" tevhid etmesini neye hamletmeli?

Bu sadece bir "olgu"yu göstermiyor.

Bir "sosyoloji"ye de işaret ediyor.

Gerginlik politikasından medet umanların bu sonuç üzerinde de düşünmeleri gerekiyor.

Çünkü, 3 Kasım seçimi, Türkiye'nin çıkışının "siyaset"ten geçtiğini gösterdi. Siyasetin çıkışı da, ne garip tecellidir ki, yıllarca yok etmeye uğraştığımız "Tayyip Erdoğan rüzgarı" ve AK Parti'ye bağlı...


4 Kasım 2002
Pazartesi
 
MEHMET E. YAVUZ


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED