|
|
Seçimin ardından...
Türkiye'de dün ortaya çıkan siyasi tablo, bazıları tersini düşünseler bile, aslında sürpriz değil. Halkın siyaseti neyin tıkadığı konusunda bir kararlılığa sahip olduğu epeydir belliydi. Bu seçimin, o sebeple, bir tasfiyeyi getireceği biliniyordu. Kampanyanın "AKP ve diğerleri" ikilemi zemininde cereyan ettiğini ise herkes gördü. Böyle çıkılan yolculuğun bu noktaya varmasında 'sürpriz' bir yön bulunmuyor. Ak Parti, içinden çıktığı siyasi çizginin geleneksel yanlışlarını iyi tespit edebildiğinin işaretlerini veriyordu. Sorun olan bu değişimin geniş kitlelere yansıtılabilmesiydi. Ak Parti, seçim kampanyasında bunu yapmaya çabaladı ve görüldüğü gibi başarılı da oldu. Diğer partiler kampanyalarını Ak Parti'yi yıpratma üzerine oturmak yerine kendilerini ve yapmak istediklerini seçmenlere anlatmayı yeğleseydi, bu arada, kendilerini 'sistemin muhafızı' olarak gören 'sivil' çevreler, seçmen iradesini kırmayı hedefleyen dayatmalara sapmasalardı, hiç kuşkunuz olmasın, sandıktan çıkan tablo bugünkünden farklı olurdu. Ak Parti lehine bir farklılık... Seçim, kampanyanın başından itibaren ve sandık başarısıyla, 1983'te Turgut Özal'ın iktidara yürüyüşünü andırıyor. O zaman da, siyaset, dar alanda kısa paslaşmalar tarzında dizayn edilmişti. Biri 'majestelerinin hükümeti' olacak bir sağ parti, diğeri de 'majestelerinin muhalefeti' görevini üstlenecek bir sol parti... Turgut Özal, ANAP'la, bu dizaynı bozarak, halktan hiç de küçümsenmeyecek bir oy almayı başardı. Unutuyoruz: Özal'ın partisinin, sandık başarısından sonra bile, iktidara gelmesi tartışma konusu yapılmıştı... Sonrasını herkes hatırlıyor: ANAP'ın iktidardaki ilk dört yılı, Türkiye'nin pek çok alanda olağanüstü başarılar kaydettiği bir dönem oldu. Acaba, Ak Parti tarafından kurulacak hükümet, iktidarı sırasında, kendisine oy verenlerin beklediği başarılara imza atabilecek mi? Tayyip Erdoğan'ın sandık sonuçlarının öğrenilmesinden hemen sonra yaptığı basın toplantısında söyledikleri, katıldığı değişik televizyon programlarında sorulara cevap verirken sergilediği yaklaşım, umutları artırıyor. Türkiye'nin Avrupa Birliği ile ilişkilerinin daha da geliştirilmesi ve üyelik yolunda gerekli adımların atılması ciddi bir söz. Hak ve özgürlüklerin genişletilerek demokratikleşme sürecinin devam ettirilmesi vaadi de öyle. Daha önemlisi üslup: Erdoğan, kolayca hamasi gösterilere sahne edilebilecek bir büyük başarıyı teenni ve ihtiyatla geçiştirdi. Konuşmalarında da şunu hissettirdi: Önümüzde mutlaka üstesinden gelinmesi gereken muazzam darboğazlar, dev sıkıntılar var; Ak Parti kadroları, bunun bilincindeler... Hiçbir mazeret başarının yerini tutamaz. Yüzde 10 barajı kimse için meçhul değildi. Bu sebeple, sandık başına gitmeyenlerin çokluğu veya oyların neredeyse yarıya yakınının Meclis'te temsil edilmiyor oluşu, çıkan tabloyu bir 'kriz sebebi' saymanın gerekçesi yapılamaz. Elbette adaletsiz bir seçim sistemi var; elbette halkın yüzde 9.5'unun oyunu alan bir partinin Meclis'te temsil edilmemesi makul görülemez... Ama ne çare! ABD'de, seçmenlerin yarıya yakını sandık başına gitmez; iki turlu seçim sistemi olan Avrupa ülkelerinde küçük partiler zarar görür. Bizde de, CHP, son dört yılı, yüzde 10 barajına takıldığı için, Meclis dışında geçirmek zorunda kalmıştı. Bugünden başlayarak, kendimizi, Ak Parti'nin büyük çoğunluğunu işgal ettiği Meclis'e ve tek başına kuracağı hükümete hazırlamalıyız.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |