|
|
Fareli köyün kavalcısı
Ali Haydar Haksal, kendini, bir derginin genel yayın danışmanı olmaktan ziyade, bir parti başkanı sanıyor. Dolayısıyla, içinde iyi niyetli, hâlisane çözüm önerileri de olsa, en küçük bir eleştiriye bile tahammül gösteremiyor.. Ancak, kendisinin bu tutumu, maalesef, Yedi İklim'in şiir bünyesindeki 'illetli' hâli ortadan kaldırmaya yetmiyor.. Kaldı ki, Ali Haydar Haksal, edebiyat dergisi de yöneten, fiîlî bir "partili" zaten; bildiğim kadarıyla, bir partini il yönetiminde.. Kezâ, bir "öykücü" olarak, öncelikli hedefleri arasında TBMM üyeliği de var! Hatta, dergiyi ısrarla sürdürmesinin altında, politik arenadaki ismini parlatmak ve gündemde tutmak amacı taşıdığına dair rivayetler bile mevcut! Olabilir, doğaldır, herkesin kendi tercihi.. Ancak, "partili kimliği"yle, (ne derecede olduğu şüphe uyandıran)"edebiyatçı kimliği"ni birbirine karıştıran bir algılama, kavrama dünyası var ki; doğrusu, insana, "Pes yani!" dedirtiyor!. Ben, iki hafta önce, özetle şunu demiştim bu köşede: "Yedi İklim dergisinin şiir tarafı "zaaf" içindedir, bunun sorumluluğu "şiir editörü"ndedir ve hiç olmazsa kısa vadede bunun çaresi, daha "az" fakat "iyi şiir" yayımlamaktır." Ne var bu tespitlerde? Yalan mı? Oysa, "aziz dostumuz" Ali Haydar Haksal, bunu, Millî Gazete'nin 21 Mayıs tarihli nüshasındaki "Yedi İklim, Şiir, Öykü Veya İhsan Deniz" başlıklı yazısında, "başkalarının kusurlarını aramak", "sataşmak" biçiminde nitelendiriyor ve dahası, bendenizi "polemik aramak"la, "hakarete varan ifadeler kullanmak"la, "iş yapmamak"la, "gençlerin elinden tutmamak"la vs. suçlayarak, benimle şahsî bir polemiğe kapı aralıyor.. İyi, güzel!.. Olur, tamam; buyur, sen ordan yak!.. Basın önünde, "doğrultusundakiler"le tartışmalara girmek istemezmiş, ama... kem-küm.. Niçin ve hangi "doğrultu"?. Yedi İklim, her sayısıyla edebiyat kamuoyunun önüne çıkmıyor mu? Nedir, "tartışılmaz olan"? Eleştirilmez, tartışılmaz bir derginin yeri, ancak Ali Haydar'ın ev veya iş yerinin duvarlarını süsleyebilir! Hem, Yedi İklim'in çıkardığı kimi 'özel' ve gerçekten göz dolduran sayılarından, bu sütunda sitayişle bahsetmedik mi? Şimdi Yedi İklim'in aksayan, zayıf bulduğumuz bir tarafını eleştirdik diye, İhsan Deniz "tu-kaka" oldu, öyle mi? Bu kadar çabuk renk ve şekil değiştirme, Ali Haydar Haksal! Benim ön-yargılı olmadığımı ve asla "nabza göre şerbet" vermediğimi/vermeyeceğimi yeni mi farkettin? Aslında, Ali Haydar'ın "kitap-lık"daki "Oturum"da, konuşmasına yansıyan rûh hâlini anlamamış değilim: Kendi ifadesiyle, "Bizim mahalle" psikolojisi.. Oysa, 20 değil, 120 isimden bahsedilse, ne değişecek? Bu tavrın anlamı, fırsatı ganimet bilip, göz göre göre "Uçurmak", "Sallamak" değil de, nedir? Ben de diyorum ki; "Aman, küçük at, civcivler de yesin"! Zira, bunun sonunda, "Bizim mahalle"liyi, muhtemelen "Kıç üstü yere düşmek" tehlikesi bekliyor! Örnek vermiyor ama, sanıyorum, Ali Haydar Haksal Beyefendi, benim bu ifadelerinden "haya etmiş"; öyle yazıyor! Aman efendim; bu ne kibarlık ve "ihsan" ve "iz'an" ve "insaf" ve "selâmet"? Hayatın ve iletişim dilinin içinde yaşayan, halkın sürekli kullandığı bu "deyiş"ler ne zamandan beri "haya" hissinizi köreltiyor? Türk dilinde, "Mecaz" diye bir 'anlatım biçimi' olabilir mi; ne dersiniz? Bu "deyiş"lerin hangi "mecâzî anlam"ı içerdiğini, lütfen sözlüklerden bir araştırın bakalım.. Korkmayın, çarpılmazsınız! Ama bu arada, aynı bakışla, Yedi İklim'de, "Ve daha kralcı dullar gibi kıçıyla tepeyi aşan" (Muhammet Eroğlu) türü mısraların nasıl olup da basılabildiğinin hem cevabını, hem de hesabını, o tuhaf "haya etmiş"liğinizi hiç bozmadan verebilme cesaretini, n'olur, bizden esirgemeyin! (Hatırlatırım; biri "konuşma" dili içinde, diğeri "şiir" dili içinde geçiyor!) Ali Haydar Haksal, karşımıza geçip, yarın ne olacağı meçhûl imzaları sıralamak yerine; öncelikle, dünden bugüne Yedi İklim'den küstürüp, kaçırdığı birçok değerli ismi veya sanki çok matah yetenekleri varmış gibi ilkin bağrına basıp, neden sonra ayıldığı genç imzaları sayarak, samîmi bir 'muhasebe' yapsa ya.. Benim, Bursa'da yerim-yurdum, adresim belli.. Kendisi, beni, define avcısı falan sanıyor galiba.. Dileyen, arzu eden, şiirini göstermek isteyen, bugüne kadar olduğu gibi bundan sonra da gelir, bulur beni.. Evet, Ali Haydar'ın da kaydettiği gibi, Yedi İklim'in ilk döneminde şiir ve yazılarımla yer aldım. En son, bir-iki sene önce de, bir şiirim basıldı dergide: Kendilerine sorunsuz ulaştırdığım hâlde, içinde 20'ye yakın "tashih" bulunan ve âdeta 'benim' olmaktan çıkan bir şiir! Bu, sadece benim başıma gelen bir vurdumduymazlık örneği olmasa gerektir.. Değerli genel yayın danışmanımız, sık sık Nuri Pakdil'den feyz aldığını söyler; biraz da, Nuri Bey'in bu husustaki titizlik ve hassasiyetinden feyzyâb olsa, inanın, insan gam yemeyecek! 146 sayı çıkmış bir dergi, böyle baştan savma mı yönetilmeli? Yazık değil mi?.. Sanki ben dergisinin düşmanıymışım gibi, bir de "Yedi İklim dergisi yayımlanmasa, hiç çıkmasa İhsan Deniz ne kazanacak?" diye soruyor ki; el-insâf yani.. Hiçbir şey! Aslında, şahsen ne kazanırım, ne de kaybım olur!.. Sadece üzülürüm; Yedi İklim'den başka bir dergide yer alma şans ve imkânı bulamayacaklar adına.. Öte yandan, haksızlık etmeyip, yeri gelmişken şu itirafı da dillendireyim bari: Yedi İklim'in "Bizim mahalle"(li)ye kazandırdığı en dikkat çekici şahsiyet, hiç kuşkusuz Ali Haydar Haksal'dır! Daha ne olsun?.. O Ali Haydar Haksal ki; bugüne kadar 8-10 kitap yayımlamasına rağmen, hâlâ, Türkçe'si tartışmalı olup, cümle kuruluşundan bîhaber yazarlarımızın başında geliyor! "Particilik" ve "Ahlâk komiserliği" görevi yetmezmiş gibi, bir de İhsan Deniz'e cevap yetiştireceğim diye sarıldığı kalemi, mezkûr yazısında, cümle bozukluğundan dolayı, tam anlamıyla "dökülüyor"! (Öyküleri, çok mu farklı sanki?!) Ben, polemiğe girmek için yazı yazan biri değilim. Bazı yaklaşımlarımın öyle algılanmasına ise, bir şey diyemem.. Ne elde ettiğime gelince; aklı başında insan, zaten bir şey elde etmek için girmez polemiğe. Azizim Ali Haydar; ben bir şey elde etmedim ama, şu kaderin cilvesine bak ki, farklı zamanlarda yazdığım birkaç yazı sonrası, senin iyi tanıdığın, hani o umumhane ağzıyla döktürdükleri şeyleri "neo-epik şiir" safsatasıyla piyasada pazarlayan gençlerin çıkarıp, ona-buna çamur atmak için kullandıkları iki ayrı derginin de, sesi-soluğu kesildi. Neticede, kazanan, sadece Türk şiiri ve edebiyat dergiciliği oldu.. Bunu da yaz, bir kenara! Ve sakın Necip Fazıl'ın gölgesine sığınarak, çıkma karşımıza! Necip Fazıl ne yaptığını biliyordu, kendinden emindi ve iddialıydı.. "Risk" bunun neresinde? Edebiyat dergiciliğini "Riske girmek" gibi görüp, "ya tutarsa, ya kazanırsam" mantığıyla algılamaktan ve bu işi "kumar" zannetmekten, artık vazgeç! Ben dergi çıkarsam da, çıkarmasam da; önümde eğilip şapka çıkarman gerekmiyor.. Ama, önce Türkçe'yi öğrenmen zorunlu dostum! Zira, politika sahnesi bu kadar sikleti kaldırabilir belki ama; edebiyat kulvarında, bu siklet hiç çekilmiyor!..
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |