T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
"Müslüman Demokratlar" ve Irak

Bugünkü yazımda satırbaşları halinde birçok konuya temas etmek istiyorum. Böylece güncelliği kaçırmadan, farklı hadiseler hakkındaki düşüncelerimizi ortaya koymak mümkün olacak.

Mesut Yılmaz gündemde

Sabah gazetesi ve Doğan Grubu, -aralarında belirli bir çekişme olmasına rağmen- Mesut Yılmaz muhabbetinde birleştiler. Sabah'ın sahibi Turgay Ciner, Turgut Yılmaz'ın ortağı olduğuna dair söylenti çıkacak kadar ailenin yakını. Aydın Doğan derseniz, zaten başka seçeneği yok.

Gazetelere göre, Mesut Yılmaz, önce Antalya'da, sonra da Diyarbakır'da moral buldu. Seçim sonrasını bekliyoruz: Bakalım, bu moral aşısı, söz konusu vilayetlerde kaç oy edecek?

* * *

Yılmaz, Kanal D'de Uğur Dündar'ın sorularını cevaplandırırken hayli sıkıntılıydı. Dündar'ın da ona karşı öfkeli olduğu ekrana yansıyordu. "Karşılıklı diş gıcırtıları"(!) içinde geçen programda, Dündar, Yılmaz'ı ekonomik sıkıntıların sorumlusu, yolsuzluklarının hesabını vermeyen bir siyasetçi olarak takdim etti.

Yılmaz ise, 1991'de Demirel-İnönü hükûmetine her bakımdan pırıl pırıl bir tablo teslim ettiklerini, o tarihte "karadeliklerin" olmadığını söylüyor, karşısında bir siyasi çoğunluk bulunmasına rağmen, Meclis'te aklandığını iddia ediyordu.

Oysa, 1991'de, Demirel'e hükûmet, Türkiye'nin kaderi haline gelen kronik enflasyonla, giderek artan faiz yükü ve bütçe açıklarıyla devredilmişti. 1991'de, Toptan Eşya'da artış oranı %59, Tüketici'de %71'di. Bütçe açığı 7.4 milyar dolara ulaşmıştı. O günlerin en tartışılan konusu, süratle büyüyen borç stokuydu: 1983'te ANAP'ın iktidara geldiği yıl, 29 milyar $ olan toplam borç stoku, 1991'de 69.7 milyar dolara yükselmişti. Türkiye bugün içinden bir türlü çıkamadığı, borç faizi sarmalının içine, Özal'lı yıllarda düşmüştü.

Tabiî bu, onun sorumluluğu değildi; henüz çiçeği burnunda başbakanken, 1991 seçimlerine gidilmişti.

Yılmaz'ın sorumluluğu

Yılmaz, 1997 yılından sonrasının hesabını vermeli.

1997 Haziran'ında, Yılmaz, hükûmeti kurdu. 1998'de Türkbank yolsuzluğu yüzünden bu hükûmet yıkıldı. ANAP Genel Başkanı'nın sorumluluğu, 1999 Nisan seçimlerinden sonra da sürdü. Başbakan Yardımcısı sıfatıyla, bütün ekonomik gelişmeleri birinci elden takib edebiliyordu.

Yılmaz'ın sorumlu olduğu yıllarda toplam borç stoku 114.7 milyar dolardan (1997) 2001 yılı sonu itibariyle 212 milyar dolara çıktı. 4 yılda 110 milyar dolar, faiz ödendi; ama borç stoku, 98 milyar dolar arttı.

1997'de, borç faizinin, bütçe harcamalarına oranı %28 iken, 2002'de %55 oldu.

Aynı şekilde 1997'de vergi gelirlerinin sadece %48'i faize harcanıyordu; bu oran 2002'de %112'ye tırmandı.

Kayıtlı işsiz sayısı 1 milyon 363 binden, 2 milyon 335 bine yükseldi.

Kişi başına milli gelir 3 bin dolardan 2 bin 160 dolara geriledi. Toplam milli gelir 1997'de 194 milyar dolardı. 2001'de 148 milyar dolar oldu.

1997'de yıllık ortalama dolar kuru 152 bin liraydı 2001'de 1 milyon 200 bin liraya fırladı. 2002 hedefi, 1 milyon 750 bin lira.

İşte bu yüzden halk Mesut Yılmaz'a öfkeli. Son 5 yılda yoksulluk da, yolsuzluk da arttı.

Yolsuzluk

Yılmaz, Arena yapımcısı Uğur Dündar'ın gözünün içine baka baka, kendisine karşı olan bir Meclis çoğunluğu tarafından aklandığını söyleyebiliyor.

Pes doğrusu... Türkbank ve Kurtköy de dahil birçok tartışmalı dosya, Meclis gündemine geldi. Kurtköy dosyası hakkında, Soruşturma Komisyonu aleyhte karara vardı. Fakat DSP'li başkan, kararı Meclis'e göndermedi ve CHP'nin desteğini çekmesiyle azınlıkta kalan Mesut Yılmaz'ın Yüce Divan'a gitmesini önledi. 1999 Nisan'ında seçimlere gidildi. Kurtköy'le ilgili yeni bir Soruşturma Komisyonu oluşturuldu. Mesut Yılmaz, içinde bulunduğu hükûmetin desteğini aldığı için hem Soruşturma Komisyonu, hem Genel Kurul, Yüce Divan'a gönderilmesini gerekli bulmadı.

Aynı işlem Türkbank'ın da dahil olduğu 7 ayrı dosyada cereyan etti.

Mesut Yılmaz, kendisine karşı olan bir Meclis çoğunluğuna rağmen değil, hükûmetin himayesinde Meclis'te "aklandı."

Bu "aklanma" (!) ne bir kaç misli fiyata -acil gerekçesiyle- Nato müteahhitlerine inşa ettirilen Kurtköy Havaalanı'nın, halâ kapalı olduğu gerçeğini ortadan kaldırıyor, ne de, Türkbank'ın, Alaaddin Çakıcı ile ilişkisi bilinmesine rağmen- Korkmaz Yiğit'e satışının, yeni bir medya devi oluşturma amacına yöneldiğini unutturabiliyor.

Ya enerji alanındaki yolsuzluklar. Pahalı doğalgaz bağlantıları yüzünden, ucuza elektrik üreten hidroelektrik santrallerini devre dışı bırakmak zorunda kalmamız...

Dehap

Seçimlere yasaklarla gidiyoruz. Halâ, yeteri kadar ilde örgütlenmediği gerekçesiyle, Yüksek Seçim Kurulu'nun Dehap'ı yasaklama ihtimalinden söz ediliyor. Herhalde böyle bir yasak gelirse, "Kanunî mecburiyet yerine getirilmedi" gerekçesi öne sürülecek. Oysa, aslında Hadep seçime girecekti. Bu parti kapatılma tehdidi altında tutulduğu, için adaylar Dehap'a geçtiler.

Dehap, örgütlenme zorunluluğunu yerine getiremediyse, bunun sorumlusu Hadep'i kıskaç altında tutanlardır.

* * *

Tıpkı Tayyip Erdoğan'a konulan yasak gibi. Şimdi tutup "Kim başbakan olacak", "Başbakanı belli olmayan bir seçime gidiliyor" diye AK Parti Genel Başkanı'nı eleştiriyorlar. Oysa eleştiri oku Yüksek Seçim Kurulu'na yönelmeli.

Washington Post

Tayyip Erdoğan'a getirilen yasak, Washington Post gazetesinde ağır bir dille eleştirildi. Gazetede öne çıkarılan görüşler özetle şöyle:

• "Yasağı, oyları düşürmek için getirdiler ama aksine, AK Parti 3-5 puan ilerledi.

• AK Parti'ye ılımlı İslâmcı demek doğru değil. Onlar "Müslüman Demokrat" tanımına çok daha fazla uyuyorlar. (Avrupa Birliği'ni destekliyorlar. İMF programına karşı çıkmıyorlar. Bush'un Irak planını eleştirmiyorlar.)

• Askerler Erdoğan'ın takıyye yaptığını düşünüyor. Bu iddianın doğru olup olmadığı, ancak Erdoğan'ın işbaşına gelmesiyle anlaşılır. Ama asker bu riski taşımak istemiyor.

• Avrupa Birliği'nin genişlemesinden sorumlu Komisyon Başkanı Verheugen "Kanunu değiştirmek ile uygulamak farklı" demekte. Erdoğan'ın yasağı, demokratikleşme yolunda atılan adımların samimiyetinin tartışılmasına yol açıyor.

• Sonuçta bir askerî darbe gerçekleşebilir. Bundan önce de darbeler yapıldı. Ama, eski darbeler itibarlarını kaybetmiş politikacılara karşı, halkın desteğini alıyordu. Bu yüzden halk, ordusuna güveniyor. Erdoğan'a karşı bir darbe meydana gelirse, hem ordu, hem de askerlerle çok yakın ilişki içinde olan ABD, yıpranır.

• Amerika, Bağdat'a demokrasiyi getirmek istiyorsa, Ankara'da Müslüman-demokrat bir iktidarla işbirliği yapmalıdır. Ancak böyle bir hükûmet, İslâm dünyasında demokrasi ve insan haklarının sesi olur.

• Amerika'da Beyaz Saray'da inançlı bir Hıristiyan oturuyor. Niçin aynı durum Ankara için geçerli olmasın? Niçin inançlı bir Müslüman, başbakanlık koltuğuna oturmasın?

• İslâmiyet demokrasiyle bağdaşır mı? Bunu denemeden göremeyiz. Bu denemeyi en güvenli biçimde, demokratik mazisi olan Türkiye gibi bir ülkede gerçekleştirebiliriz." (Washington Post 13 Ekim 2002)

Eygi'nin mahkûmiyeti

Kanunların değişmesine rağmen zihniyetin aynı kaldığının bir diğer göstergesi de, Milli Gazete yazarlarından Mehmet Şevket Eygi'nin 1 yıl 8 ay cezaya çarptırılması. 312'nci maddedeki o değişiklik, fikir hürriyetinin sınırını genişletmek için gerçekleşti. Ama, öyle görülüyor ki, yargı mercileri hiçbir şey değişmemiş gibi, başörtüsüne özgürlük isteyenleri cezalandırmaya devam edecek. Mehmet Şevket Eygi'nin o sözleri, kamu düzeni veya güvenliği açısından nasıl bir tehlike doğuruyor ki?..

Irak zaferi

Bizde, bazı partiler, seçime bir türlü ısınamadı. Bu defa da, Irak'ı bahane yapma çabalarına rastlıyoruz. ABD'de kasım ayında seçim var. Orada kimse, seçimden, istikrarsızlık unsuru diye bahsetmiyor da neden Türkiye'de erteleme hep gündemde tutuluyor?

Ecevit, "İş çığrından çıktı" cümlesiyle, adetâ Türkiye açısından savaşın mukadder olduğu mesajını veriyor. Oysa, Kuzey Irak'ta, devlet kurma çabaları da, Kerkük'ü başkent ilân etme eğilimi de, yeni değil. Böyle bir Anayasa'nın hazırlanması, sözkonusu görüşün, AB ve ABD tarafından benimsendiği anlamına hiç gelmez.

Türkiye için çözüm yolu Kuzey Irak'taki Kürtler'le savaşmaktan değil, dünyayı kendi haklılığımız konusunda ikna etmekten geçer.

Kaldı ki, Ecevit'in bu sözleri, daha ziyade seçmene mesaj verme arzusunu yansıtıyor olabilir. Geçen dönem, "Apo" ile oylarını arttırmıştı. Bir bakarsınız bu defa da, Kuzey Irak zaferi, barajı aşmasına vesile olabilir.

Korkarız, böyle bir ihtimal belirdiğinde, "AB'nin yolu Diyarbakır'dan geçer" diyen Mesut Yılmaz da, eski sözlerini unutup Irak seferine çıkmakta beis görmeyecektir.

Türkiye, Kuzey Irak'a sadece güvenlik penceresinden bakmamalı. Unutmayalım, Kuzey Irak'ta (Güney Mezopotamya veya Osmanlı'nın Musul eyaleti) bizim Kürt ve Türk asıllı soydaşlarımız yaşıyor.


15 Ekim 2002
Salı
 
NAZLI ILICAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED