T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Irak ve AB Zirvesi

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül, Başbakan'a çağrıda bulunarak bir "Irak Zirvesi" yapılması teklifinde bulundu. "Gelişmeler konusunda doğru bilgilenelim ve ortak tavır alarak Türkiye'nin çizgisini daha net ortaya koyalım" dedi.

Bu son derece makul bir yaklaşım.

Aynı yaklaşım, sanırım AB konusunda da ortaya konabilir.

Başbakan'dan beklenen, "Seçimlerden sonra laiklik karşıtı bir iktidar ortaya çıkarsa AB kapısı kapanır" yollu bir demeçle bir partiyi göbek altı vuruşlarla yıpratma hesabı içinde, gerçekte, seçim sonuçları aşağı yukarı görüldüğüne ve seçimlerden Ecevit'in "laiklik karşıtı" şeklinde ima ettiği partinin en büyük parti olarak çıkacağı kesin olduğuna göre, AB'ye "Türkiye'ye kapıları kapatma gerekçesi" sunmak olmamalı. Bu, sorumlu ve ne konuştuğunun farkında olan bir insanın yapacağı bir şey değildir.

Seçimlerden sonra bir anlamda aktif siyasi hayatını noktalayacağını ifade eden bir liderin yapması gereken, şu anda, küçük parti hesapları olmamalı, aksine Türkiye'nin tüm imkanlarını, milli hedefler istikametinde devreye sokmak amacıyla, partilere "Gelin, tüm siyasi kadrolar olarak ortak tavır belirleyelim" çağrıda bulunmak olmalıdır.

Savaşı ve Irak'ta Türkiye'yi rahatsız edecek bir sürecin oluşmasın önlemek için de böyle bir ortak tavır etkili olabilir, AB'nin seçim sonu bahanelerini önlemek için de...

Altında parti liderlerinin imzalarının yer aldığı ortak deklarasyonlar Türkiye adına çok güçlü bir görüntü verecektir.

Şu anda AB karşısında da, ABD karşısında da güçlü bir devlet iradesi sergilenemiyor; bu gayet açık. Darmadağın, neredeyse üçü birden baraj altında kalma riski taşıyan partilerin iktidarı... Bu ortamda, Genelkurmay'ın diplomatik misyon üstlendiği bir ülke görünümü... Onun ortaya çıkardığı iç ve dış politika sorunları... Bu tablo ile sağlıklı bir politika geliştirilebilir mi?

AB, Türkiye'ye karşı bir türlü terbiye edilememiş bir çocuk muamelesi yapıyor. Biz de, işkence gibi, insan hakları ihlali gibi, demokratik standartlar gibi en temel konularda utanç verici seviyeden kurtulamayan bir ülkenin ezikliği içinde, Kıbrıs gibi milli çıkarlar alanında bile tavır koymakta zorlanan bir perişanlığı sergiliyoruz. Neredeyse iki asırdır böyle seyrediyor bu. Onlar ölçü koyan, biz ise ölçüyü tutturamadığı için sürekli dışlanan bir uygarlık mübtedisi...

Ortak bir irade: Şurada varız, şurada yokuz... Varız, tüm siyasi partiler olarak, yokuz tüm siyasi partiler olarak... Böyle bir zirve, partiler adına buluşulan ve rezerv konulan maddeleri ile en azından seçim sonrası için de bir ana çizgi ortaya çıkarmaz mı?. Şu an seçime giren partiler, "Seçimlerden sonra bu ülkede "işkence"nin "i" si bile kalmayacak, işkence yapanlara en ağır cezalar uygulanacak" gibi bir deklarasyona imza atamazlar mı? Bunları Avrupa için değil, sahiden bu ülke insanı için gerçekleştirmekten hangi parti kaçabilir? 2002 yılında AB ile bütünleşmesine "işkence"nin engel teşkil ettiği bir ülke olmak isyan edilmesi gerekli bir durum değil mi? Her şeyi çözelim Kıbrıs kalsın ortada pazarlık edilecek. Adamlar Kıbrıs'ın önüne bir dünya insani mesele koyuyorlar ve biz Kıbrıs'ı konuşamıyoruz. Bir zirve, bu çarpık denklemi AB'nin elinden alamaz mı?

Sonra belki, yarının iktidar adayı parti liderlerinin AB ülkelerini ziyareti gündeme getirilebilir bu zirvede... Maksat bağcı dövmek değil, üzüm yemekse... Yani Tayyip Erdoğan'ı AB'ye jurnal etmek, Türkiye'nin çıkarlarının önüne geçmediyse...

Ve bir zirve Irak için...

Bir kararlılık....

Başbakan'ın ABD'nin savaş tamtamlarını, derin bir şüphe ile karşıladığı bir ortamda Türkiye'nin ortak eğilimini yansıtan bir ses:

"Savaşa sonuna kadar karşıyız, bu savaşı hiçbir milli çıkarımızla bütünleştiremiyoruz. ABD'nin savaş gerekçelerini inanılır bulmuyoruz. İrademiz dışında bir savaşa sürüklenmek istemiyoruz. Gençlerimizi kurban vermek istemiyoruz. Bölgenin uzun yıllar bir kargaşa ortamına götürülmesini istemiyoruz. ABD'nin gerçek hedeflerini, geleceğe yönelik stratejik planlarını bilmek istiyoruz. Meşruiyyet gerekçesi bulunmayan bir savaşta Türkiye taraf olamaz. Türkiye, bir başka ülkenin rejimini dışardan müdahale ile değiştirme operasyonunu kurallaştıracak bir planın parçası olamaz."

Bunlar bölgede savaşı önlemek için sergilenecek kararlılığın yansıması...

Ya da başka hesaplar...

"Amerika nasıl olsa bu savaşı yapacak... öyleyse..." diye başlayan hesaplar.. Varsa, içinden bölgenin ve Türkiye'nin çıkarlarının elde edilebileceği hesaplar... "Masada mutlaka bulunmalıyız... Bu, ayı ile yatağa girmek demek de olsa bunu yapmalıyız, buna mahkumuz." hesapları...

Bunu da bilmeli Türkiye'yi yarın yönetmeye talip olanlar, yarın kendilerini savaşın tam ortasında bulacak olan kadrolar...

Ecevit'in dilinde Irak ateşi var ve diğer hiçbir lider bu ateşten tek kelime ile söz etmiyor. Ecevit yarın yok ve yarın Türkiye'yi ya AKP'li, ya CHP'li kompozisyonlarla gelen kadrolar yönetecek.

AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Abdullah Gül, tam zamanında, hatta biraz geç kalmış bir girişimde bulundu bize göre. Gene de onun adına bir artı oluşturuyor bu, çünkü böyle bir bilgilendirme ihtiyacı, çok önce iktidar tarafından ortaya konabilirdi.


15 Ekim 2002
Salı
 
AHMET TAŞGETİREN


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED