T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

K R O N İ K  M E D Y A
'Silüet gazeteciliği' bu kez
fena çuvalladı...

Bir dönem epeyce yaygın bir uygulamaydı, sonra terk edildi ve 25 Aralık 2002 tarihli Milliyet'in sürmanşetiyle yeniden aramıza döndü... "Bir bakanın sekreteriyle yaşadığı 'yasak aşk'ı" bir Yaşar Yakış silüetiyle takdim eden Milliyet, haberin hafta boyu süren macerası sonunda tam anlamıyla kündeye gelmiş durumda... Gazete şimdilik bakanın ismini vermemesinin ardına sığınarak işi idare etmeye çalışıyor ama hele ki "Fransız Ahmet" hadisesinden sonra, işi çok zor.

"Silüet gazeteciliği"nin özü, bir hedefle ilgili olarak nokta atışı yapmak, ama bu arada gazetenin başının hukukla belaya girmemesi için de "hedef"i silüet olarak "görsellendirmek"ten ibarettir. 25 Aralık tarihli

Milliyet'in sürmanşetine eşlik eden "silüet"i tanımadan önce, başlık ve spotlara bir göz atalım: "ÇAPKIN BAKANI KARISI TERK ETTİ... 'Aşık bakan vakası' şimdi de AKP hükümetinde yaşanıyor... 57. hükümet döneminde Şükrü Sina Gürel, aşk nedeniyle evini terk etmişti. Bu kez AKP'li bir bakan, bürokrat olduğu dönemde birlikte olduğu güzel sekreterle ilişkisini sürdürünce, eşi de kızıyla birlikte 30 yıllık yuvasını terk etti... Eşinin, 'Artık dayanamıyorum. Kimsenin yüzüne bakamıyorum' diyerek terk ettiği çapkın bakan, olayı sır gibi saklıyor. Tek başına yaşayan AKP'li bakan, sekreter sevgilisini de kendisinden uzak tutarak suların durulmasını bekliyor..."

Habere, bakar bakmaz hemen "Bu, Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış" demeyecek tek bir okurun bile çıkmayacağı bir silüet eşlik ediyor... Haberde, "yasak aşk"ı anlatılan kişinin

Yaşar Yakış olduğunu gösteren o kadar çok bilgi var ki, aslında oraya bir de silüet koymaya hiç gerek yok, ama dedik ya bu bir "silüet gazeteciliği" uygulaması...

"Silüet gazeteciliği"nde, habere konu olan kişi çaresizdir; hukuki yollara başvuramaz... Gelin bu çaresizliği, 27 Aralık tarihli Vatan gazetesinde, yazılanları "komplo" olarak niteleyen Yaşar Yakış'tan dinleyelim:

"İsim yazmadıkları için hukuki yollara da başvuramıyorum. Ama öylesine bir işaret ediliyorum ki, aptal olan bile anlar..."

İsterseniz, Vatan'ın haberinden, "Fransız Ahmet" olayında çok zor günler yaşayan Milliyet okur temsilcisinin işinin bu kez de zor olacağını gösteren birkaç satır daha aktaralım: "(...) Yakış iddiaları, 'Alçaklık, iftira kampanyası ve komplo girişimi' olarak yorumladı. 'Partimizin ve devletimizin milli politikalarını baltalamak isteyenler dışişleri bürokrasisini kullanarak iftira kampanyası açtı' diyen bakan Yakış, 'Her evlilikte olduğu gibi bizim de sorunlarımız olabilir. Sevgilim denilen hanım, dayımın torunu. Öz yeğenim. Ben evliyim. Kızım var. İşte, alyansım da parmağımda' diye konuştu...."

"Şükrü Sina Gürel olayı"nda, biliyorsunuz, bakan "O kişi benim, evet bahsedilen kişi de sevgilimdir" demiş mesele kapanmıştı. Fakat bu kez, haberi veren gazete açısından işler o kadar kolay değil. Bakın, Yaşar Yakış ne diyor:

"Bu yalan haberin kaynağını Dışişleri Bakanlığı'nda arıyorum. (...) Bakanlıktaki köstebeği bir şekilde bulacağım. Ve gerekli hukuki yolları kullanacağım. Bu alçakça iftirayı atanlar ailemizin şeref ve haysiyetini ayaklar altına almışlardır. Bunun hesabını verecekler..."

25 Aralık'ta yayımlanan "silüet-haber" ilk darbeyi 27 Aralık'ta Vatan'da çıkan, yukarıda özetlediğimiz "Yaşar Yakış'ın açıklamaları"yla yedi... İkinci darbe de 30 Aralık gazetelerinde yer alan bir başka haberle geldi. Bu kez, "Bakanın, suların durulması için kendisinden uzak tuttuğu sekreter" çıktı sahneye.

Yaptığı açıklamalar, "silüet-haber"e son ve kesin darbeyi indirdi. Bütün gazetelerin verdiği bu haberi Milliyet'ten okumanın çok daha keyifli olacağı meydanda, biz de öyle yapacağız:

Haberin başlığı: "Yakış, benim dedem yaşında..."
Haberin spotu: "'Gündemdeki sekreter'

Songül Güçlü Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile ilgili aşk dedikodularına bu sözlerle yanıt verdi..."

Haberin kendisi: "Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın sekreteri Songül Güçlü, bakanla aşk yaşadıklarına ilişkin haberlere tepki göstererek, 'İftiralar tamamen Yakış'ı karalama politikasıdır. O benim dedem yaşında' dedi. Yakış'a Düzce gezisinde de eşlik eden Güçlü (29) şöyle konuştu: 'Dedikodular çok çirkin. İftiralar ailemi, beni ve Yaşar Yakış'ı etkiledi. Ben dayısının torunuyum. Akraba olduğumuz için ailece görüşüyoruz. O benim dedem yaşında. Hedef Yakış'ı karalama politikası. Dedikoduları çıkaranlar hakkında dava açacağım."

Başlık-spot-haber kombinasyonu içinde biz en çok "spot"u beğendik: "Songül Güçlü Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış ile ilgili dedikodulara yanıt" vermiş! Yahu ne dedikodusu? Siz bir dedikoduyu mu "Türkiye'nin en güvenilir gazetesi"nin sürmanşetine yerleştirdiniz? Sonra o kesin üslubu nereye koyacağız? "Haber"inizde bir kez bile olsun bunun bir "dedikodu" olduğunu söylediniz mi?

Songül Güçlü, "Bakan'la aşk yaşadıklarına ilişkin haberlere tepki" göstermiş! Hangi "haberler"den söz ediyorsunuz? "Gazetemizde yer alan haber" desenize şuna...

Kesin bir özürle kapattığı "Fransız Ahmet" manşetinin üzerinden iki ay bile geçmedi, Milliyet'in işi bu defa gerçekten çok zor. Daha bu işin "hukuk yolu" var, oradan hiç bir şey çıkmasa bile "güven erozyonu" var. Sabah'ın (30 Aralık) haberini aktararak, az kalsın devreye girecek olan bir başka boyuttan da haberdar edelim sizi:

"HEMŞEHRİLERİ AYAKLANDI, BAKAN YAKIŞ YATIŞTIRDI... Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış'ın 'özel' ilişkilerine dair iddialar, memleketi Akçakoca'da tepkilere yol açtı. Yakış, iddia sahiplerine tepki göstermek isteyen hemşehrilerini yatıştırmak zorunda kaldı. (...) Haberde adı geçen sekreterin akrabaları olduğunu vurgulayan Halim Yakış, 'İnsanların parçalanmaya çalışıldığını, rezil edildiğini, kendilerini savunmalarının bile işkence haline getirildiğini görüyoruz' diye konuştu. Haberlerin akrabaları arasında, parti teşkilatında ve Akçakoca'da büyük tepki oluşturduğunu belirten Yakış, 'Amcam tepkileri engellemeye çalıştı, farklı boyutlara varabilir diye' dedi."

Görüyorsunuz, bu defa Milliyet'in -Allah esirgesin- fizikî varlığı direkten dönmüş...

Olan biten hakkında gazetenin Okur Temsilcisi'nin tavrını de merak etmişsinizdir. Doğrusu biz de "Ombudsman günü" olan pazartesiyi (30 Aralık) merakla bekledik, fakat bir önceki Pazartesi olduğu gibi, sayfa yine yoktu. Sahi, ne bir duyuru ne bir şey, ne oldu Milliyet'in "Okur Temsilciliği" sayfası?! (A.G.)

Mitinglerin gösterdiği: Sokak enerjimiz zayıf

İki hafta önceki miting gibi, Çağlayan Meydanı'ndaki son miting de (29 Aralık Pazar ) beklenen ilgiyi görmedi... Oysa, belki de Cuma günkü Millî Güvenlik Kurulu'nun, "muharip medya"nın isteği hilafına "Barış" hedefini işaret etmesi nedeniyle, gazeteler mitingi fena duyurmamıştı. Mitingin ertesi günü (30 Aralık) eylemlere ayrılan yer de, doğrusu, hak ettiğinden fazlaydı. Başta Yeni Şafak olmak üzere, çoğu gazete geniş haberlerle duyurdu mitingi.

Oysa katılanların sayısı çok azdı ve konuşmacılardan Abdurrahman Dilipak, şu sözlerle dile getirdi kırgınlığını:

"Nedir bu üzerine ölü toprağı serpilmişlik! Ne bu sessizlik! İtalya sokaklarında 500 bin kişi yürürken İstanbul için bu sayı komiktir..." (Vatan'dan Ruşen Çakır'ın haberinden...)

Ruşen Çakır, sayının azlığını tahlil ederken, AK Parti'nin tavrını özellikle vurguluyor:

"Herkes birbirinden, halkın yüzde 80'den fazlasının 'Savaşa hayır' dediği, AKP'nin yüzde 34'le tek başına iktidara geldiği bir ülkede insanların neden mitinge gelmediğini öğrenmeye çalıştı. Birçoklarına göre bunun birinci nedeni, AKP'nin taraftarlarına miting için çağrı yapmamasıydı. (...) Nitekim Dilipak kürsüden 'Nerdesiniz AKP'liler?' diye sormadan edemedi."

Çakır, "siyasal İslam" açısından da bir sonuç çıkarmıştı mitingten:

"11 yıl önceki Körfez Krizi döneminde gerçekleştirilen İslamcı gösterilerin bir hayli gerisinde kalan miting, sonuç olarak siyasal İslamcılığın Türkiye'de giderek marjinalleştiğinin yeni bir örneği oldu..."

Olabilir... Fakat doğrusu biz, "İslamcı olmayan" savaş karşıtlarının mitinglerinde de benzer hüsranların yaşandığı gözönünde bulundurulduğunda, asıl vurgulanması gereken noktanın bu olmadığı kanısındayız... Evet, "yüzde 80-85'lik bir ekseriyet"le savaşı istemediğini beyan eden bir halk, iş "karşı olmaya" ve onun gereklerini yerine getirmeye geldiğinde neden evinden dışarı çıkmıyor? Son mitinglerin, basınımızda bu sorunun cevabını aramaya vesile teşkil etmesini beklerdik...

Bu sorun, belli ki Cumhuriyet çizeri Behiç Ak'ın da zihnini meşgul ediyor... Biz, çizdiği karikatürü çok beğendik, bakalım siz de beğenecek misiniz? (A.G.)

İki gazete işin henüz farkında değil herhalde!

  • İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir'in oğlu Korkut Özdemir bir otomobil kazası geçirmiş. Arkadaşlarıyla sabaha karşı eğlenceden dönerken Özdemir'in otomobili aşırı hız nedeneyle kaldırıma çıkıp trafik levhasına çarpmış. Neyse, sonuç çok ağır değil; "Korkut"un (gazeteler böyle diyor) kolunda ve burnunda birer kırık varmış sadece...

  • Peki bu haberi gazeteler nasıl vermiş?

  • Üç gazete (Vatan, Akşam ve Sabah) olayı olması gerektiği gibi aktarmış: "Emniyet Müdürü'nün oğlu ucuz kurtuldu", "Eğlence gecesi kanlı sona erdi", "Özdemir'in oğlu kaza yaptı, kolunu kırdı".

  • Peki ya diğer iki gazete, yani Hürriyet ve Milliyet?

  • Hürriyet, 3. sayfada geniş yer ayırdığı haberine Özdemir'in (Müdür olanı) ağzından şu başlığı atmış: "Oğlum alkollüydü gereğini yapın"(!) Haber metni de bu anafikirin genişletilmesi olarak devam ediyor: "Hasan Özdemir, 'Oğlum için özel muamele istemem, gereken neyse yapın' diyerek polisleri uyardı."

  • Milliyet işi hepten büyütmüş. Gazetenin birinci sayfasından şu başlığı görüyoruz: "Oğlunu affetmedi / İstanbul Emniyet Müdürü Özdemir'in alkollü kaza yapan oğluna ayrıcalık yok". Görüyorsunuz zaten başından itibaren tuhaf bir haber.... Zaten niçin "ayrıcalık" olsun ki!

  • Milliyet hızını alamamış olacak ki, 3. sayfayı da şu manşetle donatmış: "Babası gözünün yaşına bakmadı". Ve hatta şu spot: "İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir, alkollü araç kullanırken kaza yaparak yaralanan oğlu için emir verdi; 'Ehliyetine el koyulacaksa koyun'" İşte bu kadar!

  • İstanbul Emniyet Müdürü Hasan Özdemir'i tanımayan yoktur. Özdemir'in İstanbul Emniyet Müdürlüğü görevinde hangi "operasyonlar"ın gerçekleştirildiği de hatırlardadır. Yani diyeceğimiz, yeni hükümetin henüz el atamadığı "Valiler ve Emniyet Müdürleri Kararnamesi"nden Özdemir'e ilişkin nasıl bir karar çıkabileceği henüz belli değilse de, az biraz tahminde bulunulabilir...

  • Sonuç olarak , bu hikayeye "Hürriyet ve Milliyet meselenin henüz farkında değil herhalde" gibi bir başlık çok mu yanlış kaçar dersiniz? (K.B.)

    'Paşa'lı başlık sadece Habertürk'te

    "Avrupa Birliği üyeliğine aday bir ülkenin değil, Avrupa Birliği'nin tam üyesi bir ülkenin gazetesi Habertürk", Yüksek Askeri Şûra'nın aldığı son ihraç kararlarının altında Abdullah Gül'ün imzasının da bulunmasına pek sevinmiş. Gazete, bu haberi, bizim artık eskide kaldığını sandığımız imalı-alaylı bir başlıkla duyuruyor okurlarına: "Gül, ihraçları paşa paşa imzaladı..."

    NOT. Habertürk dışındaki bütün gazeteler, muhtemelen Avrupa Birliği'ne henüz aday bir ülkenin gazeteleri olmaları nedeniyle, gelişmeyi ya düz başlıklarla ya da en fazla kararda "Gül'ün de imzasının bulunduğu" vurgusuyla vermekle yetinmişler. (A.G.)

    'Laik basın' okurlarını 'AKP terminolojisi' ile tanıştırmak!

    Kanal 7'nin haber müdürü Ahmet Hakan bir müddettir Sabah'ta köşeyazarı. Biraz geç kalsak da kendisini kutlarız....

    Ahmet Hakan, 30 Aralık tarihli köşesinde, bundan böyle sık karşılaşacağımızı sandığımız bir çerçeve açtı. Çerçevenin adı şöyle: "Yeni döneme uyum sözlüğü".

    Bugün iki sözcük üzerinde durulmuş. Sabah okurlarına "Tavafuk" ve "Elhamdülillah" sözcüklerinin anlamları örneklerle açıklanıyor. AKP'li milletvekilleriyle karşılaşıldığında duyulması muhtemel olan "tevafuk" ve AKP Genel başkanı Tayyip Erdoğan'ın Kopenhag'ta elde edilen kazançtan söz ederken sarfettiği "Elhamdülillah" sözcükleri...

    Basınımız açısından bir yenilik olduğu muhakkak... Aralarında Sabah'ın da bulunduğu "laik basın"ın okurlarını İslami terminoloji ile tanıştırmak.. . Aslında bu yeniliği, Sabah'ın gönlünden geçenleri de hesaba katarak şöyle yorumlamak belki de daha doğru: "Laik basın" okurlarını "AKP terminolojisi" ile tanıştırmak... (K.B.)

    'İpucu'nu okuyarak karar verin!

    27 Aralık'ta gerçekleşen MGK toplantısından çıkan sonucu ve medyanın ana gövdesinin bu sonuç karşısında vakit geçirmeden "barışsever" bir pozisyona yerleşmesini hatırlayınca, Milliyet Ankara temsilcisi Fikret Bila'nın yazısının (30 Aralık) şu ilk cümleleri bize bayağı "komik" geldi: " 'Savaşa hayır' mitingleri yaygınlaşıyor.

    Bu çok güzel. Herkes savaşa karşı olmalı. Türk halkı da savaşa karşı olduğunu çeşitli araçlarla dünya kamuoyuna aktarıyor. 'Bu savaş bizim savaşımız değil' diyor."(!)

    Bu "naif" sözler sizce de bayağı "komik" kaçmamış mı?

    İpucu: "Bu çok güzel. Herkes savaşa karşı olmalı" barışseverliğini üç beş gün öncesinin Ankara çıkışlı "Biz de varız" manşetiyle karşılaştırın! (K.B.)

    Ombudsmanların köşesi

    Kronik Medya'da yeni köşe... Aslında, yaptığımız işin "ombudsmanlık"ın tanımına birebir oturduğunu söyleyemeyiz; biliyorsunuz, bu meslek erbabı, esas olarak gazete okurlarının gazetelerine ilişkin eleştirilere aracılık ediyorlar. Ama madem siz bizi öyle tanımlıyorsunuz, öyle olsun. Bu köşenin ilk mektubu, İstanbul Fatih'ten okurumuz Remzi Görür... Mektup aynen şöyle:

    "27 Aralık tarihli pek çok gazeteye gözatma imkânı buldum. Okuduğum hemen bütün gazetelerde 'İhale Yasası'na hükümet tarafından verilmek istenen yeni yüz eleştiriliyordu. Öyle ki, bu gelişmeler iki gazete tarafından manşete taşınmıştı. Bu arada tabii ki, yıllardır muntazaman aldığım Yeni Şafak'ı da gözden geçirdim. Ve sayın Kronik Medya yapımcıları, ne yazık ki 'İhale Yasası'na ilişkin bu gelişmelere gazetemde yeterince yer verilmediğini gördüm. Hatta önümüzde gazeteler kahvede arkadaşlarla birlikte oturup sohbet ederken, gazetemin bu ihmalinden dolayı bana takılanlar da oldu. Eski bir arkadaşım aynen şöyle dedi: "Ne o, bakıyorum da senin gazeten bu işi fazla uzatmamayı tercih etmiş gibi görünüyor!" Doğrusunu söylemek gerekirse, kendisine hak vermedim değil. Ne dersiniz, sizce de gazetemin "İhale Yasası" meselesine ayırdığı "bit" kadar yer gerçekten de çok az değil mi? Etrafımdakilere her gün "İhale Yasası" hakkında laf yetiştirmeye çalışmaktan bıktım vallahi... Bu konuda siz sayın ombudsmanlar ne düşünüyor acaba?"

    Ombudsmanların notu: Sayın Görür, size şu kadarını söyleyelim ki, görüp de mektubunuzda naklettiğiniz her hususta sonuna kadar haklısınız! Bize söyleyecek söz bırakmamışsınız doğrusu... Neyse, fazla canınızı sıkmayın; "duble yol" sağolsun!


  • 31 Aralık 2002
    Salı
     
    YÖNETENLER: Kürşat Bumin
    Alper Görmüş


    Künye
    Temsilcilikler
    ReklamTarifesi
    AboneFormu
    MesajFormu

    Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
    Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat| Arşiv
    Bilişim
    | Dizi | Röportaj | Karikatür
    Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
    © ALL RIGHTS RESERVED