T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Açlık, evet açlık

Gün geçmiyor ki, ülkemizin içinde bulunduğu ekonomik çıkmazın boyutlarını sergileyen bir araştırma sonucu ile karşılaşmayalım. İster yerli ister yabancı kuruluşların yaptığı bu istatistikler memleket insanını adım adım açlığa mahkûm olduğunu sergiliyor. Tepede konuşlanan % 20'lik mutlu azınlığın dışında kalan kalabalıklar geçim derdinin pençesinde kıvranıyor. Ücretler eriyor, işsizlik had safhada, insanlar artık "yarına nasıl çıkacağız" diye düşünüyor.

En altta kalan 5-6 milyon resmen aç. Onun üzerindeki % 20'lik kesim asgari ücretin umuduna kalmış. Onun üzerindekiler yoksulluk sınırı denilen rakamların kıskacında.

Şu durumun adını koyalım artık.

Artık şunu iyicene bilelim ki; açlığın vebaya benzeyen lanetli eli her gece yurdun pek çok köşesindeki fukara mahallelerini gezerek bazı evlerin kapısına bir çarpı işareti çizip gidiyor.

Babalar başları önlerinde düşünüyorlar, analar dengesiz beslenme yüzünden gün-be-gün eriyen çocuklarının solgun yüzüne, fersiz gözlerine bakarak gözyaşı döküyor.

Genç kızların hayalleri bir bir yıkılıyor; işsiz kalmış genç erkekler dişlerini sıka sıka dolaşıyor.

Tuzu kuru olanlar bir felaket haberi almış gibi şehirlerin merkezini terkediyor. Banliyölerde, başkalarına zor açılacak orman içi ferah mekânlarda kurdukları lüks sitelerde oturuyorlar; sitelerin etrafını duvarlar, olmadı elektrikli teller ile çevirip kapısına nöbetçi dikiyorlar. Kısası kendilerini bir bakımdan toplumdan tecrit edip bir şekilde sanki emniyete alıyorlar.

Şirketler iflas ediyor, bankalar batıyor, devletin iç borcu bilmem ne kadar, dış borcu işte şu kadar rakama ulaşıyor.

Yaraya merhem olur diye IMF programları uygulanıyor; Derviş ABD'den geliyor, demeçler veriliyor, kanunlar çıkarılıyor, işler bir yerde sarpa sarınca gündeme seçim geliyor.

Evet şimdi çözüm seçimde aranıyor.

Ben de şunu soruyorum:

Bir siyasetçi, bir ekonomist, bir devlet adamı, bir bilim adamı olmaksızın; düz bir vatandaş olarak şunu soruyorum:

Bütün bu çabalar açlığa çare getirecek mi?

Vatandaşın birinci meselesi budur ve bunun önüne hiçbir şey konulacak gibi değil.

Yeni "kurtuluş" formülü: AB'ye katılmak bizi selamete çıkaracak mı? Yoksa yine havanda su mu dövüyoruz?

Demokrasi-insan hakları-özgürlükler-hukuk devleti hedefleri (diyelim gerçekleşti) meseleye bir çözüm getirecek mi? Ayrıca serbest piyasa ekonomisini de ekleyelim mi?

"Seçim" memleketimize barış-huzur-saadet yolunda bir kapı açacak mı?

Yoksa bütün bunlar bir ortaoyunu sahnesinin görüntüsü mü? Siyasî manevralar ve koltuk heveslerinin neticesi mi? Yine bir serap karşısında mı kaldık? Seçimden sonra elimizde aynı tas, aynı hamamda su mu bekleyeceğiz?

Sade vatandaş işte böyle sadece endişelerini dile getiriyor, sorular soruyor, cevap (eylem) bekliyor. Bıkkın bir bekleyiş bu.

Altını çizerek söyleyeceğim son söz şu: Vatandaş adalet istiyor. [Ben siyaset yapsa idim sadece bu kavramı öne çıkarırdım]. Adaletin ardından iş ve ekmek gelecektir bunu biliyor. Her türlü zilleti yenecek kavram budur. Peki adalet nedir? Adil olan kimdir?

Bu elbette ki manevi bir hedeftir. Onun maddî çehresini ancak ahlak sahiplerinin saf gönülleri görebilir. Bu sebeple adaletin ne olduğunu tartışmaya açmak abestir.


7 Ağustos 2002
Çarşamba
 
MUSTAFA KUTLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED