T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Seçimlerden korkan bir sistem…

Türk siyasetine uzak açıyla ortada görünür iki garabet var: Birincisi genel seçimler hakkında son yıllarda oluşmaya başlayan olumsuz kanaat.

Bu kanaata göre seçimler siyasi tıkanıklıkları aşma, iktidar ve yasamayı, meşruiyet yenileyerek güçlendirme işlevini taşımıyor artık. Hatta tersine seçimlerin mevcut tıkanıkları artıracağından, yeni krizler üreteceğinden korkuluyor. Sandığa mümkün olduğu kadar uzak duruluyor; olmadı sandık sonuçlarını şekillendirmeyi hedefleyen suni girişimler yapılıyor.

Bu çağda seçimlerden, yani toplumun tercihlerinden, bu tercihlere göre oluşacak seçmen ittifaklarından korkuluyor olması, demokratik kültür ve demokratik yapı açısından başlı başına bir iflasa işaret eder.

Bu durum sisyasal sistemin tercihleri ile seçmen tercihleri arasındaki uçurumu, toplumsal taleplerinden duyulan korkuyu, bu taleplerin tehlikeli olarak görülmesini ifade eder. En önemlisi, sistem dengelerin meşruiyetten uzak ve pamuk ipliğine bağlı olduğunu gösterir.

Türk siyasal ve toplumsal merkezinde seçim korkusu epeyce bir süredir var.

Bir dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir o kritik günlerde, "seçimler yapılamaz, anketlere göre RP bu seçimlerden daha güçlü çıkacak" diyerek bu korkuyu açığa vuran ilk kişi olmuştu.

Bugün ise sistem kendi ürettiği korkular arasına sıkışmış durumda.

Ecevit, "seçimler yanlış olur, zira seçimler rejim sorunu doğurur" derken, belki kendi partisinin içine düşeceği durumu engellemeye çalışıyordu, ancak bir o kadar da yerleşik bir endişeyi dile getiriyordu.

Nitekim bugün partiler için baraj yüzde 10'da tutulursa AKP'nin göstereceği başarı korkusu, baraj aşağı çekildiği takdirde HADEP'in 40-50 milletvekiliyle Meclis'e gireceği endişesi devleti de, sistemi de yönlendiren en önemli gerçeklerdir.

Bu, aslına kendi toplumunu yok sayan, siyaseti fuzuli gören ve siyaseti tepeden şekillendirmeye çalışan bir merkezin içine düştüğü ve ülkeyi düşürdüğü acıklı durumdan başka bir şey değildir.

Bu durumu üreten kesimlerin ve zihniyetin bugün işin içinden çıkmak için önerdiği yöntem ise ne yazık ki, işi daha da zora sokacak niteliktedir. Zira kullanılan yöntem siyaseti bir kez daha tepeden dizayn etmeye, bunu yaparken de toplumda mevcut cepheleri iyice siyasileşmeye itmektedir. Nitekim son günlerde dillerden düşmeyen, merkez medyanın önerdiği, baraj altı kalma ihtimali yüksek Mesut Yılmaz'ın can simidi gibi sarıldığı "geniş ittifak önerisi" bu yöntemin en gelişmiş ve en iddialı biçimi olarak karşımızdadır.

Bu yolla yapılmak istenen merkez ve sol partileri tek cephede toplayarak başta AKP olmak üzere çevre partilerin karşına çıkarmaktır. Elbette bunu yaparken çevre partileri ve temsilcilerini "tehlike" olarak tanımlamaktır. Bu "Le Pen modeli" devreye sokulur mu şimdiden bilmek mümkün değil. Ancak bu modelin varsayımı bile ciddi riskler taşır.

1. Merkez ittifak AKP'nin altında kalırsa, gerçek bunalım doğar.

2. Toplumda farklılıklar arası etkileşim ve uzlaşma ihtiyacı, bir kez daha demokrasi kavramı arkasına gizlense bile özü çatışmacı olan kutuplaşma söylemleri tarafından yaralanır.

3. Seçmen arzu ettiğini değil seçmeye değil, karşı olduğunu bertaraf etmeye yönelik bir tavra sürüklenir, bu ise operasyonun mimarlarınca arzu edildiği söylenen bireysel bir tutumu değil karşı çıktıkları cemaatçi, geleneksel anlayışı körükler.

4. Mevcut merkez partilerin toplumla bağ kurmak için geliştirmek zorunda oldukları projeler, olduğu kadarıyla bile rafa kaldırılır; bu, siyasetin hem şekil olarak hem içerik olarak iyice bastırılması anlamına gelir.

5. Bir bütün olarak ele alınması gereken "istikrar-değişim" ikilisi birbirinden koparılır; istikrar değişim karşıtı bir anlama doğru biraz daha itilir. Zira değişim ve uzlaşmayla sağlanan istikrar ile cepheleşmeden üreyecek aritmetik istikrar arasında dağlar kadar fark vardır. İlki dinamizmi ifade eder. İkincisi steril, donuk, iç çatışmalarına gömülmüş bir siyasi yapıyı…

İkinci garabet de bu noktada karşımıza çıkmaktadır.

Bu garabet mevcut ve yeni kurulan merkez partilerin "değişim" yerine "denge" fikri üzerinde durmaları, üstü kapalı olarak toplumun içinden gelecek tehlikeleri bertaraf edecek partiler oldukları iddiasıyla çoğunluk oyu talep etmeye soyunmalarıdır.

Ortaya attıkları "makul, kabul edilebilir, çağdaş çoğunluk" gibi kavramlarla bu siyasi partiler, söylemlerini ne yapacaklarından çok ne yapmayacaklarını siyasileştirmeleri üzerine, yani iç boş istikrar önerileri üzerine kurmuş görünüyorlar.

Bazılarının anlamakta zorluk çektikleri, "dış dinamik siyaset üretmez, siyasetsiz değişim olmaz, bu koşullarda AB bile statükoculuğu, siyaset dışılığı meşrulaştırmak için kullanılır" yönünde fikirlerimiz tam da bu duruma, bu durumun muhtemel sonuçlarına işaret ediyor

Ve bu halleriyle devlet ve asker vesayetinin çizdiği siyasi sınırların dışına çıkamıyorlar.

Ancak bilin ki, onları bu sınırla dışına çıkmaya itecek tek unsur serbest bir yarışma halinde yine muhalif çevre partileri olacaktır.

Nasıl?

Konuya Cumartesi günü devam edeceğiz…



7 Ağustos 2002
Çarşamba
 
ALİ BAYRAMOĞLU
ALİ BAYRAMOĞLU


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED