|
|
Siviller askeri kışkırtıyor
Avrupa Birliği'ne bizi ulaştıracak en önemli adımlardan biri de, asker-siyaset ilişkilerinin tanzim edilmesiyle atılacak. Aslında, Ecevit'in son açıklamalarında da gördüğümüz gibi, orduya davetiye çıkaranlar, daha ziyade siviller. Dolaylı ve dolambaçlı bir üslûpla şöyle konuşuyorlar: "Efendim AK Parti'yi iktidar yapmazlar... AK Parti'nin, birinci olması tedirginlik yaratır... Devlet, Tayyip Erdoğan'ın başbakanlığına izin vermez." Ve bir sürü AK Parti'ye ilişkin "kâbus senaryosu" üretiliyor.
Asker ve siyaset
Askerin bir bölümünün halâ Tayyip Erdoğan ve ekibine güven duymadığı kesin olmakla birlikte, AK Parti, halkın desteğini aldığında, yapacakları pek bir şey yok. Olsa olsa, diğer partilere baskı uygulamak suretiyle, Tayyip Erdoğan'ın koalisyon ortağı ve başbakan olmasını engellemeye çalışabilirler. Oysa Türk siyasetinin doğal akışı içinde seyretmesine müdahale edilmediği ölçüde, asker, hem kendi meşruiyet çizgisini korur, hem de Türkiye'nin önünü açar. Avrupa Birliği izleme raporlarında, ordunun konumu daima olumsuz bir puan olarak kayda geçiyor. Halbuki, bu gibi müdahalelerin arka planında çoğu kere siviller mevcut. Tayyip Erdoğan ve arkadaşlarını "kusurlu mal" gibi göstermek, siyasî rakiplerin işine geliyor. Oysa, Ömer Çelik'in Star'da parmak bastığı gibi "AK Parti, gençliği 'siyasi İslâm' geleneği içinde geçmiş insanların, bu geleneğe set çekerek 'muhafazakâr demokrat' bir çizgiye yürümeleri ile kurdu ideolojisini. Muhafazakârlık ve demokratlık arasında bir sentez talep eden seçmen kitlesi de, buna yoğun ilgi gösteriyor. Böylece AK Parti, merkez sağa yerleşti."
Prof. Nilüfer Göle, "Modern Mahrem" kitabını yazınca, ona İslâmî kesimden Ali Bulaç karşı çıkmış, "Hem modern, hem mahrem olunmaz" demişti. Ama yıllar sonra, "Siyasal İslâm'ın sona erdiğini" beyan eden Ali Bulaç da, muhafazakâr - demokrat çizginin önde gelen düşünürlerinden biri oldu.
Newsweek-Hürriyet
Askerin arkasına sığınıp, AK Parti'yi öcü gösterme çabalarının son örneğini Newsweek dergisindeki bir yorumun Hürriyet gazetesine yansımasıyla gördük. Newsweek'te haber, "Gözler Türkiye'nin üzerinde" başlığı ile çıktı ve ülkemiz için en iyi gelişmenin, AK Parti'nin, İsmail Cem ve Derviş ile koalisyon kurması olduğunu yazdı. "Askerler, Erdoğan'ın yükselişini durdurmak için devreye girmezse, Türk seçmenlerin, Erdoğan ve İslâmcı alternatifi denemeye hazır göründüğünü" belirten haberde, ayrıca "Erdoğan'ın iktidara gelmesinin korkutucu olmadığı" görüşüne de yer verildi. Ama bir bakıyoruz Hürriyet'te, Newsweek'in haber/yorumu, "AK Parti - Ordu çatışması kaçınılmaz" başlığı ile veriliyor. Oysa Newsweek, asker müdahale etmezse, AK Parti'nin iktidar ortağı olacağını vurguluyor sadece. Bir yandan askeri, politikanın belirleyici ögesi olarak göreceksiniz, bunu memnuniyetle kabulleneceksiniz; bir yandan da, Avrupa Birliği yasaları çıksın diye milletvekillerini topyekûn göreve davet edeceksiniz. Bu ne büyük çelişki böyle...
AK Parti'nin ilkeleri
Hüseyin Çelik AK Parti'nin Grup Başkanvekili. Çelik, "AK Parti ve değişim" başlıklı bir makale kaleme aldı. Bu makalede, AK Parti kurulmadan önce Tayyip Erdoğan ile buluştuğunu ve kurulacak partinin özellikleri üzerinde mutabık kaldıklarını anlatıyor. Ortaya çıkan noktaları şu şekilde sıralıyor: "Kurulacak parti uçlarda değil, merkezde bir kitle partisi olacak. İdeolojisi olan bir parti değil, prensipleri olan bir parti olacak. Din eksenli bir platformda değil, demokratik değerler platformunda siyaset yapacak. Devlet adına, millet üzerinde siyaset yapmak yerine, millet adına siyaset yapacak. Kültürel ve moral alanda muhafazakâr olacak; ekonomik alanda liberal politikalar takip edecek. Bürokratik cumhuriyeti, demokratik cumhuriyete dönüştürmek partinin en önemli hedeflerinden biri olacak. Üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü gözetilecek." Hüseyin Çelik, AK Parti'nin görüşlerini özetlerken, uzlaşmacı tavrı da gözler önüne seriyor: "AK Parti cepheleşen bir dünya değil, barış içerisinde bir dünya arzulamaktadır. Din, dil ve kültür farklılıklarına rağmen, insanlığın ortak değerlerde buluşabileceğine inanmaktadır. AK Parti, başı kapalı-başı açık, laik-antilaik, Sünni-Alevi, Türk-Kürt vs gibi kamplaşmalara kesinlikle karşıdır. Başı açığa da, başı kapalıya da aynı ölçüde saygı duyar. AK Parti, dine, ırka ve kültürel yapıya göre değil, anayasal vatandaşlığa dayalı bir millet ve milliyetçilik anlayışını benimser." Hem genel başkanının, hem de çeşitli yöneticilerinin ağzından, görüşleri yukarıdaki gibi özetlenen bir parti, neden tehlike olarak addedilsin? Seçim sandığından çıkamayacaklarını düşünen sadece Ecevit değil, diğerleri de, umutlarını Tayyip Erdoğan'ın önünün kesilmesine bağlıyor.
Arınç ile mülâkat
AK Parti Grup Başkanı Bülent Arınç'ın Fehmi Çalmuk ile yaptığı bir röportajda da, siyasal İslâm ve değişim konularına temas ediliyor: "...Esas bizi düşündüren, bir kâbustan uyandıran ve ayağımızın yere sağlam basmasına sebeb olan veya kendi kendimizi sorgulamamıza yol açacak olaylar, 1996'dan sonra kurduğumuz hükûmet ile başlamıştır. DYP'li bakanlar hakkında verdiğimiz soruşturma önergelerine, DYP ile yaptığımız koalisyon dolayısıyla sahip çıkamamak içimizde büyük bir burukluk doğurdu. Bu işin doğru olmadığını düşündük. Sonra 28 Şubat süreci başladı. Silâhlı Kuvvetler ile ilişkilerimizin çok kötü olduğunu idrak ettik... Yenilenme, milletvekilleri arasında ve illerde tartışılmaya başlandı. 20. yüzyıl bitmiş, 21. yüzyıla girmiştik. 'Biz ne sağcıyız, ne solcuyuz, Milli Görüşçüyüz' diyordu Erbakan. 'Milletin kendisiyiz, millet ne derse o olacak' diyordu. Ama maalesef Milli Görüş çizgisinde kullanılan sözlerin ve bir takım davranışların, bizi sürekli olarak siyasal İslâm şablonu altına koyduğunu biliyorum. Bu çok yanlış oldu. Başta Erbakan'dan başlayarak, bu işi ifrat noktasına kadar götürenler, bizi bir takım kalıplar içerisine öylesine soktular ki, içinden çıkamadık. Halbuki bir siyasi parti olarak, dinî hassasiyeti olan insanların da siyaset yapabileceğini ispatlamaya çalışıyorduk. Konuşmalarımızla, giyinişlerimizle, ifrata varan bir takım sloganlarımızla bunu gerçekleştiremedik. Bunun sonucunda, dışımızdaki dünyaya ve seçmenlere karşı dinci, İslâmcı, hatta yer yer Humeynici bilindik... 12 Eylül sonrası RP'nin kadrolaşması ve teşkilâtlanması sürecinde, İstanbul'dan başlayarak çok önemli adımlar attık. Bunu ortaya koyan, ısrarla takip eden, Tayyip Erdoğan'dır. Şunu anladık: Siyaset, sadece dindarlara yönelik, camiye ve cemaate yönelik hesaplarla değil, herkesle birlikte yapılır. Dışımızda daha büyük bir dünya var. Siyaset yapacaksak doğru bildiklerimizi, dürüst olarak toplumun her kesimine anlatmalıyız. İster oy versinler, ister vermesinler. 1987 yılından sonra, meyhaneleri ve birahaneleri de ziyarete gittik. Bu bizim toplum ile barışma modelimiz oldu. İdeolojik parti olmamalıydık ama, bir fikrimiz, inancımız olmalıydı, ona sahip çıkmalıydık. Topluma da bunu en güzel biçimde anlatmalıydık; kitleler bu fikirle tanışmalıydı. Tayyip Erdoğan'ın Refah döneminde İstanbul'da başlattığı herkesle kucaklaşma, herkesin partisi olma hedeflerine Erbakan da karşı çıkmamıştır... Bize göre ideolojiler dayatmacıdır. Devlet bütün görüşlere eşit uzaklıkta olmalıdır. Bence merkezde olmak, halkın değerlerine sahip çıkmaktır. 1996'da iktidara gelince, Silâhlı Kuvvetler'le, basınla, adliye camiasıyla vs. birbirimizi tanımadığımızı idrak ettik. Biz onları tanısaydık, onlar da bizi tanısaydı böyle bir düşmanlık ve uzaklaşma olmazdı."
Bülent Arınç, Tayyip Erdoğan'ın il başkanlığından itibaren herkesi kucaklayarak değişimi başlattığını kaydediyor. Özeleştiriden, kendi kendini sorgulamadan söz ediyor. Hüseyin Çelik'in ortaya koyduğu ilkeler ise, hiçbir şekilde cumhuriyetin temel nitelikleri ile çelişmiyor. Siviller kazanı fokurdatmasa, menfaatinin zedeleneceğini bilen medya çamur atmasa, değişimin samimiyeti kolayca anlaşılacaktır. 3 Kasım sonrası, AK Parti'nin, içtenliğini, kendisinden şüphe edenlere gösterecek fırsatı bulacağını tahmin ediyoruz.
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |