|
|
Sol'un amele başları
Çukurova'dan eski bir uygulama... Ağalar kızdıkları bir adamı önce "Amele başı" yapar, sonra da işten atarlarmış. Adam bundan sonra hep amele başı olmak için uğraşır, bunu elde edemez, yeniden işçiliğe dönemediği için de işsizlikten kıvrana kıvrana can verirlermiş... Solda siyaset bu hale geldi... Amele başından geçilmiyor. Her bir parti lideri bir kritik durumda bağımsızlığını ilan etmiş, partisini kurmuş... Ama gelin görün ki parti dediğiniz hadise parayla ve halk oyu ile hayatta kalabildiği; ve para, gelecek ümidi vadedecek kadar halk oyu ile buluşmuş parti ile, halk oyu ise binbir farklı sebeple elde edilebildiği için şimdi bu partilerin hemen hepsi, kurumuş gölde su bekleyen kurbağa haline gelmiş durumda... Onları yaşatacak oy yok, lider(?)ler liderliklerini çizdirmeyi göze alarak bir başkasının emri altına girmeye yanaşmıyor, lider(?)lerin etrafları, şu anki konumlarını kaybetme riskini göze alamadığı için, lider (?)leri sürekli gaza getirme pozisyonunda tutmaya özen gösteriyor vs... Tasavvufi terbiyede insan, kişilik için olumsuz kabul edilen özelliklerden arındırılmaya çalışılır. Bunlar arasında hırs, tamahkarlık, kibir, kendini beğenme, kıskançlık, haset gibi huylar vardır. Denir ki : "İnsanı en son terkedecek huy, baş olma (riyaset) tutkusudur." Siyasetin tabiatında ise, herkese birazcık "riyaset - baş olma" tutkusu enjekte etmek vardır. İnsanlar öylesine bir tırmanma tutkusu içine, hatta en yakının cesetleri üzerine basa basa tırmanma tutkusu içine itilirler. Ve işin garibi, Türkiye'nin, genelde dünyanın bugünkü yapısında siyasetçiyi bu tutkudan arındıracak bir terbiye düzeni de yoktur. Aksine, ister kapitalist mantıkla bakın, ister sol - marksist mantıkla, sürekli bir cedel mantığı ile işler siyaset... Feragat ancak dinlerin insanlara telkin ettiği bir kişilik özelliğidir. İnsan, bir erdem adına kendi hakkından vazgeçip, bir başkasına yol verir. Diğer alanda çıkar mantığı egemen olmalıdır ki, o da insanları birbirinin kurdu haline getirir. Hoş, dinler bünyesinde bile insan tabiatında potansiyel olarak bulunan huyları zapturapt altına almak için tasavvuf gibi disiplinler gelişmiştir. Çile ile, riyazat ile insan nefsi dizginlenmeye çalışılmıştır. Buna rağmen, her dinin tarihinde, insanın nefsi eğilimlerinin siyaset alanında nasıl şahlandığının ve kıyıcı hale geldiğinin tükenmez örnekleri vardır. Bir İbrahim Edhem örneği var, tasavvufi metinlerde. Anlatılır ki: Bir diyarın efendisi - yöneticisi olan İbrahim Edhem bir gün gördüğü bir rüya sonucu tacı tahtı bırakıp, nefsini eğitmek üzere, bir mürşid-i kamile teslim olmuş. Uzunca bir eğitim görmüş. Nihayet nefsinin yeterince terbiye olduğuna kanaat getirince, mürşidinin huzuruna varıp; "Efendim izniniz olursa memleketime dönmek istiyorum", demiş. Mürşid, karar vermek için biraz süre istemiş. Sonra dergahtaki yakın adamlarından İbrahim Edhem'i bir sınamalarını istemiş. Adamlar imtihan etmek için İbrahim Edhem'i kollayıp duruyorlarmış. Bir gün kapıdan çıkarken ayağını kapıya kıstırmışlar. İbrahim Edhem "yapmayın" diye yalvardıkça adamlar kapıyı daha da sıktırıyorlarmış. Sonunda İbrahim Edhem patlamış: -Benim memleketimde olsaydınız size gösterirdim. Böylece biraz dara düşünce güç tutkusunun yeniden hortladığı görülmüş ve mürşid İbrahim Edhem'in biraz daha seyrü süluke devam etmesi gerektiğini bildirmiş... Hani Türkiye'de, ortada, bir tek bile İbrahim Edhem örneği var mı? Bırakın dini terbiyeye mesafeli duran sol kesimleri, dine daha yakın olması beklenen sağ – muhafazakar – hatta dindar kesimlerde bile feragat konusunda kolay sınav verilemiyor. Hatta insanlar birbirinden sanki biri alırsa ötekine kalmazmış gibi "Allah'ın rahmeti"ni kıskanıyorlar. Ne acılar var tarihimizde kimse feragata yanaşmadığı için... Zaman zaman muhafazakar camiada da, "N'olur biraraya gelseniz, bu dağınıklık sona erse de bu camia büyük bir güç halinde temsil edilse" yolunda temenniler dile getiriliyor ve her temenninin sonu üzüntü ile bitiyor. Herkes için elinde tuttuğu konum mutlaklaşıyor. Kendi riyaseti ile temsil edilen misyon olmazsa olmaz bir bütünlük içinde görülüyor ve başkaları mutlak yanlış içinde değerlendiriliyor... Ve sonuçta alın size bir dünya amele başı da o camiada... Belki değer yargıları içinde "feragat" gibi bir disiplin bulunan camialar gerçekleştirmeli öncelikle, daha liyakatli birisi için kendi konumundan vaz geçmeyi.... Olmuyor, çünkü kimse nefsine dizgin vurmak gibi bir derdi gündemine almıyor. Dizginlenmemiş nefislerin yarıştığı bir ortamda da, kıran kırana bir mücadelenin olması kaçınılmaz. Onun için solun birleşme hikayesi, bana hep, olmayacak duaya amin demek gibi gelir... Gene tasavvuftan bir örnek vermek isterim. Yola giren bazı insanlar, zaman içinde nefesleri tükenir, nefisleri ayağa kalkar ve "Biz hep mürit mi kalacağız?" diye isyan ederlermiş... Solda da bu kadar "Biz hep mürit mi kalacağız?" diye ayağa kalkan adam olunca, dergahta dirlik düzenlik olur mu?
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Hayat | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |