T ü r k i y e ' n i n   B i r i k i m i

Y A Z A R L A R
Özgürlükler ve DGM'ler...

Bizde, son günlerde bir tartışmadır gidiyor: Bir takım suçların yargılanmasında, DGM'lerden Ağır Cezalara gidilmesi konusu...

Ve TBMM'nde çıkan yasanın Sayın Cumhurbaşkanları tarafından veto edilmesi, ardından, TBMM'nde olduğu gibi kabulüne, "onay" vermesi kadar tabii bir şey olamazdı.

Çünkü, ortada, bir sivil mahkemeler ile, DGM'lerin konusu gündeme geliyor ve "sivil ağır cezalar"dan "ceza hükmü" çıkmayacağı gibi bir şüphe ve "askerî yönetim" havası estirilip, bizi AB kuralları içinden sıyrılıp çıkmayacak bir karmaşaya mahkum etmek gibi bir "militarist görüntü" ile başbaşa kalmamıza sebep olmuşlardır.

Halbuki Türkiye, içinde bulunduğu açmaz üzere, sıkışıpk aldığı yasalardan öte, Avrupalı olma kimliği ile, entegrelik gibi bir problemle yüzyüze geldiğinden beri, bir türlü "uyum yasaları" ile kendini kanıtlamış değil...

İşte RP davası... AİHM, RP'li avukatların itirazını kabul etmiş ve Türkiye'nin "kapatma davası"nın bir üst mahkemede, hakimler kurulunun 17 üyesi önünde savunulmasını kabul etmiştir.

Bunu biz bir yana bırakalım da, insan haklarının kabulünün yıldönümü olan 10 Aralık'ta, "Bizim Mustafa'yı ziyaret"ten dolayı, nasıl bir "DGM'lik ve FP tipi cezaevi" örneğinde bulunduğumuzu anlatalım da, hükümlü ve tutuklu olmadan önce, "ziyaretçi olarak" nelerle karşılaştığımızın muhasebesini yapalım:

Pazartesi günü, sabah 10'larda Kartal Başsavcılığı'ndan ziyaretçi yazısı aldık.. "Müddeiumumî"den sonra, kapısına dayandığımız "F tipi kapalı cezaevi" kapısından geçip, içeriye girmek ne mümkün...

Her yer karlı ve su birikintileri ile dolu. Isı, sıfır derecesinde... Üzerinde ne varsa, bütün ağırlıkları atacaksın. Bir kapı, yetmez, ikinci kapı, o da yetmez... Tam üç ayrı ameliyeden geçip, ziyaretçiye ulaşman mümkün... Önce sivil memurlar arıyor, sonra iki aşamada askerler... Etraftan insanların ağızlarından çıkan nefesin yaydığı buharla, sanki insanların içini ısındıran kazanın hararetini ölçmek mümkün... Sadece bir kimlik, diğer taraftan her yerin aranıyor ve bir yerde saklı kalmış bir "kürdan"ın bile "içeri sokulması"nın sakıncaları tesbit edilmiş gibi bir halet-i ruhiye içinde, birkaç merhaleden geçiyoruz...

Anlaşılan, asker-sivil, herkesin bir sorumluluğu var! Birinden kaçan, ötekinden takılıp kalacak bir seyrü takip var! Ayakkabılarımız bile ses veriyor, onları çıkartıyor, terlik giyip geçiyoruz. Parmaklarımız, ellerimiz, avucumuz bir "kontrol aleti"nden geçiyor. İş sıkıya alınmış bir halde...

Anladığımız kadarı ile, tutuklu ve hükümlü yerine, binbir numara ile girip iş görenler olmuş ki, bu ivmeleri sürdürüp duruyorlar.

Amma, içerde bulunan hükümlü ve tutukluların ailelerine bunca eziyet niye? Hele kadınlar!.. Kuyruğa girip, kimliğimizi verdikten ve elde-cepte ne varsa hepsini boşalttıktan sonra, hanımlardan biri, bize seslendi. Tanışık çıktı: Gebze Belediye Başkanı Pembegülü'nün eşi!.. Zavallı kadın, aylardır gidip geliyor, hala kocası duruşmaya çıkamamış!. Bir ay sonrası için bir umut!..

Neyse ki, bir sürü işlemlerden sonra, kontrol ekiblerinin çoğu tarafından, "a sen Sadık Albayrak mısın?" diye de "şöhret"imize aldanıp, iltifata mazhar oluyoruz!?

Nihayet varıyoruz, ziyaret hücrelerine... Neyse ki, pek öyle uzak mesafe yok ve ses iletişimi kolay oluyor:

Karşımızda Mustafa Albayrak!.. Sabah sabah gidişimizden pek hoşlanmış değil! Öğleden sonra, veya çarşamba-perşembe ziyaret olsa daha iyi, gibi geliyor bize... Neyse ki, aylardır, "bir kısım medya"nın üzerinde durduğu, 65-70 kg ağırlığındaki "Bizim Mustafa"nın sesini duyuyor, sohbet ediyoruz!

Ediyoruz da, kim bilir belki bize moral vermek için mi, yattığı yer, içinde bulunduğu ortamdan ötürü, övgüyle bahs ediyor, tvleri renkli, oruç tutuyor, yemekleri alesta! Havalar güzel olunca maç da yapıyorlarmış!.. Her ne kadar, "bekara karı boşamak kolay" derler ya, içinde bulunduğu atmosferi ben çok iyi anlıyorum. Günler geçtikçe, hapishane hayatı insana içten içe koymaya başlar!

Tam bu sırada, Gebze Belediye Başkanı Pembegülü'nü görüyoruz. Eşi ile konuşuyor, hücresine giriyoruz. Ramazan orucu, onun da yüzüne nurluluk vermiş! Onun durum, siyasî! "Nasıl olur da sen iki devre, batılı ve yabancı sermayenin cirit attığı Gebze'de başkan olursun!.." Çektirmek isterler adama çilenin bin bir türlüsünü!..

Amma, gördük ki, tutuklu da, hükümlü de, bekçi de, asker de, polis de, soğuk, karlı, havanın puslu olduğu ortamlardan kurtuluş için birbirine yardım ediyor, iftarda herkes birbirine bir lokma ekmeğini uzatıp, bir inancı toplum olarak paylaşmak istiyor!..

Böyle bir toplum yapısı içinde, niye ulu orta, birbirimizi suçlayıp el-aleme rezil oluyoruz ki?

"Devlet güvenliği" öyle ucuz bir kavram değil ki? Hepimiz, asker-sivil hepimiz birlikte, "sivil" olduğumuzu, yani "uygar ve medenî" bir kimliğimizin oluştuğunu başkasına kanıtlamak için uğraşmayalım; kendi içimizde yaşatalım ve yaşayalım ki, mutluluğun ve vatandaş olmanın tadını çıkartalım! Başkası kıskanacakmış varsın çatlasınlar!

Onun için oruçlu bir günde, hele bir de insan haklarının kabulünün yıldönümünde, bir "cezaevi ziyareti"nin ardından, bütün tutuklu ve hükümlülere, ziyaretçi ve dostlarına sabır diliyoruz!..

O kalın duvarların arkasında nice inleyip duran, masum ve mazlum kişiler var çünkü!..


14 Aralık 2001
Cuma
 
SADIK ALBAYRAK


Künye
Temsilcilikler
ReklamTarifesi
AboneFormu
MesajFormu

Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv
Bilişim
| Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür
Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED