|
|
Araf'ım yitik cennetim!
"Aynalar silinince akşamlara kıyamam / biri gelse de götürse şu siyah gözlerini / aşkın verandasında yarım kalan güllerden." Bu dizeler Mehmet Ocaktan'ın son şiirlerinden birinden; "Onun Gözleri"nden. Şiirlerini daha önce Rüzgarla Yaslı, Kırık Bir Rüya Denizi ve Aşk Meleği adlarıyla kitaplaştıran Ocaktan, 1984'den bu yana yayınlanan şiirlerini geçtiğimiz aylarda Everest Yayınları arasından çıkan "Melek Burcu"nda biraraya topladı. "Kanun Hükmünde Kederli Bir Sonbahar Şarkısı" adlı bir de deneme kitabı bulunan Ocaktan, 23 yıldır aktif gazetecilik yapıyor, halen Yeni Şafak Gazetesi Genel Yayın Koordinatörü. Şiirle geçen yıllarını "yitik cennet"ini aradığı yıllar olarak tanımlayan, "bütün şiirlerini kendisi için yazdığını söyleyen ve popüler şiir sahiplerini "konsomatris"e benzeten Mehmet Ocaktan'la şiiri ve şiirini konuşutuk. 1984'de yayınlanan ilk kitabınız Rüzgarla Yaslı'dan bu yana çıkan kitaplarınızı "Melek Burcu" adını verdiğiniz bir kitapta topladınız. Melek Burcu aynı zamanda 23 yılın da toplamı. Şiirle geçen bu 23 yılın ardından dönüp geriye baktığınızda Mehmet Ocaktan şiirinin nasıl bir çizgi izlediğini düşünüyorsunuz? - Hayata hep şiirin penceresinden bakmaya çalıştım. Çünkü, yaşamımı anlamlı kılan tek şey şiir. Ancak zaman zaman gerek yaşadığımız dünyanın acımasızlığı, gerekse gazeteciliğin hızlı temposu hayatımın en büyük "aşkı" şiirle arama engeller koyuyor. Her şeye rağmen, hayatımın anlam kazanabilmesi için umutlarımın penceresini açık tutmam gerekiyor. Yeni kitabım "melek burcu"yla, biricik aşkıma daha bir coşkuyla dönüyorum. Şiire ilk başladığım yıllarda, kendimle konuşmanın, dünya ile iletişim kurmanın en güzel aracıydı şiir. Dünyaya küsüp, umutsuz aşklarla başbaşa kaldığımda, şiirden başka biriyle konuşmak anlamsız bir uğraştı sanki... Yatılı okulların kirli sarı duvarlarına kurşun kalemlerle şiirler yazıp kendimle konuşurdum. Eğer dünyayı değiştiremeyeceksem, şiirle çıktığım "iç yolculuk"ta kendimi fethedebilir, içimde daha özgür bir dünya kurabilirdim. Kendimi kaybetmenin, kendimi bulmanın en dayanılmaz aşkıydı şiir. Şiirle uzun yolculuklara çıktım, içimde aşklarla buluştum, ama her zaman şiiri bütün ayrılıkların hiçbir zaman ulaşamayacağı kadar derinlere gömdüm. Şiiri şairinden, şairi şiirinden ayrı düşünmek mümkün değil. Mehmet Ocaktan şiirine baktığımda bu şiirlerin, Akdeniz kültürüne mensup, şehirli, eğitimli, biraz kırılgan bir şairin rafine hissedişlerinin bazen okşayan, dikkatli, bazense acıtan, kasıtlı ifadelerinden oluştuğunu düşünüyorum. Pek çok çağdaşınız gibi, çoğumuz gibi; biraz Araf'ta kalma hali. Siz kendi şiirinize, kendi dışınızdan baktığınızda orada ne görüyorsunuz? - Şiirle akrabalığımın başladığı ilk günlerden bugüne, hep bir parçam olarak benimle birlikte varolan ama henüz rafine hale getirilmemiş bir cevheri aradım. Aradığım şey çok derinlerdeydi, bir mücevherdi belki, belki de bir inci tanesiydi. Ama o hep benim bir parçamdı, benimle birlikteydi. Dolayısıyla, şiirle geçen yıllarımı "yitik cennetimi" aradığım yıllar olarak görmek sanırım daha doğru bir tanım olur. Bu yüzden, "bütün şiirleri kendim için yazdım" dersem kimse alınmasın. Kendi arayışımı, kendi hasretimi dindirmek içindi bütün yolculuğum... Şiir yolculuğu ile sanki başka bir dünyaya gittiğimizi, başka biri olduğumuzu sanırız zaman zaman. Acaba şiir başka bir dünyaya mı götürür insanı? Yoksa içimize geri mi döndürür? Belki de başka bir dünyaya gitmek diye tanımladığımız şey, aslında içimizdeki "saklı dünya"yı keşfetmektir. Ne cennet, ne cehennem belki de biraz Araf'tır... Her şair biraz megalomandır ve bu durum mazur da görülebilir. Ben sizden bunu bir an unutup bir gelecek öngörüsünde bulunmanızı ve günümüz şairlerini değerlendirmenizi isteyeceğim. Gelecekte kimler olacak bugünden? Günümüz şiirinin belki de en büyük handikapı aşağı doğru köklerinin olmamasıdır. Yaşantıya ve içsel olana bağlı değildir. Özellikle Türk şiirinin yanlış duraklarından birisi olarak niteleyebileceğimiz 70'li yıllar şiirinden sonra, imgenin zengin kapılarını açan 80'li yıllar şiiri, geldiği bugünkü noktada, fizikötesinin zengin duyarlığından yoksun, maddesel bir kimlikle nesnel dünyaya yenik düşmüştür. Aslında 80'li yıllar şairi, derin şiir ırmaklarına açılan kapıyı aralamış, ancak tabiat ve insan tasarımlarının somutluğundan, şiirini eşyanın saklı gerçeğine taşıyacak olan metafizik donanımı yeterince kazanamamıştır. Böyle bir ortamdan geleceğe hangi şairler kalır onu bilemem. Ama iyi şiirlerin, iyi şairlerin kalacağını biliyorum. Dünya durdukça, has şiir ve onun en iyi akrabaları hep varolacak... Melek Burcu / Everest Yay. / Tel: 0 212 513 34 20 GÜNÜMÜZ ŞİİRİ NAYLON UMUTLARA EMANET Türk şiirinin yeni bir damar yakalayamadığı, tıkandığı gibi eleştiriler hiç yeni değil. Hatta klipli-albümlü popüler şiirlerin 'şiir' olup olmadığı ve şiiri geniş bir kesimin gündemine soktuğu için 'şiir'e bir katkısı olup olmadığı tartışmaları da öyle. Siz ne düşünüyorsunuz, günümüz şiir ortamı ne durumda? -Türk şiiri yeni bir damardan çok, esas ana damarını oluşturan "varoluş coşkusu"nu kaybetmiş bulunuyor. Çünkü şiirin oluştuğu estetik dünyanın açılımı, işaret ettiği dünyanın derinliği ve zenginliği ile yakından ilgilidir. Kuşkusuz, metafizik derinliğin 'estetik haz'la bütünleştiği şiirler, şair muhayyilesinin de en ideal sınırlarını oluşturur. Estetik objenin, varlığın tüm kanallarında 'metafizik yoğunluğu' dışlamadan kazandığı derinlik, aynı zamanda şiirin algısal düzlemdeki doruğunu simgeler. Dolayısıyla, bir şairin ilhamının 'ebediliğin kıldan ince çizgisi'yle örtüşmesi, fenomenler aleminin arkasındaki gerçek şiirsel yaratıma ulaşmasıdır. Oysa günümüz şiiri, ucuz umutlara, naylon aşklara emanet edilmek isteniyor. Mahalle düğünlerinde, restoranlarda "konsomatris" mantığı ile sıradan şiirler okuyanların, şiir klipleri yapanların Türk şiirine bir katkısı olamaz.
|
|
|