|
|
İlim ve Felsefe mirasımız nasıl katlediliyor? (III)
İlm-i İlahî'yi (Metafizik) Teoloji İlmi, İlm-i Ta'limî'yi (Matematik) Aritmetik; keza yine Matematik karşılığında kullanılan İlm-i Evsat'ı da "Matematik ile Aritmetik Arasındaki İlim" gibi mânâsız tabirlerle tanınamaz hale getiren bir heveskârın çevirisini ciddiye alıp eleştiri yazmanın keyifli bir iş olmadığını bilmez değilim. Lâkin ilim ve fikir mirasımıza adam gibi sahip çıkıp mahrumiyetlerimizi telafi etmeye çalışmak bir yana, vasıfsızlığımızı itiraf etmekten dahî kaçınıyor olmamızdan ötürü insan bazen böylesi can sıkıcı husûslara temas etmekten kendini alamıyor. Vasıfsızlığımızı itiraf edemiyoruz; zira vasıfsız olduğumuz bilmiyoruz bile... Bilsek, belki itiraf ederiz ve züccaciye dükkanına giren fil misali önümüze gelen herşeyi kırıp dökmeyiz. Her neyse, biz örnek vermeye devam edelim. Kimbilir belki ibret alınır da klasik felsefî metinlerimiz üzerinde kalem oynatacaklar için bu uyarılar birer numûne teşkil ederler. - "Matematiğin temel dalları: Geometri, Aritmetik, Astroloji. (s. 112) Mütercim sadece, evet sadece bu cümleyi bile anlayarak çevirseydi, yukarıdaki garabetleri işlemekten kurtulabilir; İlm-i Hendese'nin (=Aritmetik) İlm-i Hisab (=Geometri) ile birlikte, İlm-i Riyazî'nin (=Matematik) -ki bu ilim, İlm-i Ta'limî veya İlm-i Evsat olarak da adlandırılır- birer dalı olduğunu görebilirdi. Hadi burasını geçelim: Astroloji ne zamandan beri Matematik'in temel bir dalı olmuş? Metinde "İlm-i Hey'et (hey'et-i âlem)" deniliyor ki bu açıkça Astronomi demektir, Astroloji değil. Üstelik Matematik'in temel dalları üç tane değil, dört tanedir. Dördüncüsü de İlm-i Musikî'dir (=Müzik). Metnin orijinalinde bu ilim de sarahaten zikredilmiş ama anlaşılan mütercim İlm-i Musikî'nin Matematik'in temel bir dalı olmasına bir mânâ veremediğinden dolayı bu ilmi hazfedip atmış; tıpkı başka yerlerde yaptığı gibi.. Mütercim bir felsefe kitabını çevirebilecek asgarî bilgilere dahî sahip olmadığından, terimlerin çoğuna yalan-yanlış mânalar verdiği gibi çoğu yerde cümleleri de -metinde neden bahsedildiğini dahî anlamadan- çevirmiş... Aynı terime aynı paragrafta üç-dört farklı karşılık vermekle kalmamış, çoğu yerde bir paragrafın başıyla sonu arasındaki irtibatı bile takdir etmekten aciz kalmış... Meselâ, "şey/eşya, emr/umûr, müsemma/müsemmiyât, mevzû/mevzuât" terimlerinin hepsi için bol keseden nesne/nesneler karşılığını kullanmaktan çekinmeyip (s. 41, 48, 50); hem müfred, hem cüz'î, hem de şahsî terimi karşılığında tekil diye bir karşılık üretmiş, canı istediğinde de müfred'i basit'le, cüz'î'yi ise tikel'le karşılıyıvermiş (s. 47, 50, 57, 61). Kezâ hâdis terimini bazen aynen bırakmış, bazen "sonradan olma", bazen de "sonralı" sözcükleriyle çevirmiş (s. 57-59); nakîz, tenakuz, mütenakız terimlerinin hepsine de "çelişik" deyip geçmiş (s. 63-64). Öyle olmuş ki "müntakil bi-nakli kademeyhi" ibaresini aynı paragrafta hem "ayaklarının yer değiştirmesiyle yer değiştiren", hem de "ayaklarının intikal etmesiyle intikal eden" (s. 58) diye çevirmekte bir beis görmemiş... Dahası, Burhan-ı İnnî ve Burhan-ı Limmî gibi Mantık İlmi'nin en meşhûr terimlerini dahî "Burhan'u- lime", "Burhan'u- inne" şeklinde Türkçeleştirmiş... İstılahâtın nasıl katledildiğine dâir yüzlerce örnek vermek mümkün. Fakat yer sorunu nedeniyle biz şimdilik diğerleri için "makîsun aleyh" olabilecek basit bir misâlle yetinelim: - "Orta terim için yeni bir isim üretilmiş değildir." (s. 67) Bir Kıyas'ın mukaddemâtında üç hadd bulunur: 1) Hadd-i Asgar, 2) Hadd-i Ekber, 3) Hadd-i Evsat. İlkinin bulunduğu mukaddime'ye Mukaddime-i Suğrâ, ikincisinin bulunduğu mukaddime'ye ise Mukaddime-i Kübrâ denir. Üçüncüsü her iki mukaddimede de tekrarlandığından, diğerleri gibi "evsat" kelimesinden istifadeyle adlandırılmış bir mukaddime bulunmamaktadır. İşte mütercimin anlamadığı husûs burasıdır. Tarif'in kısımlarından Hadd için "tam tanım", Resm için "eksik tanım" (s. 43, 113) karşılığını uyduran biri, muhtemelen daha önce hiç duymamış olduğu Hadd-i Tam/Hadd-i Nâkıs, Resm-i Tam/Resm-i Nâkıs terimleri için de lütfedip birer karşılık uydurabilir mi? Sanmıyoruz; zira İmam Gazalî'ye a priori dedirtecek ve ta'vîl kelimesini te'vîl'le, evveliyât'ı evleviyet'le karıştıracak kadar ilimden nasibi bulunmayan birinin, aynı şekilde mutabakat için "kaplam", tazammun için "içlem" karşılığını bulurken iltizam için de uyduruk bir karşılık bulması gerekirdi (s. 46). Kaç kere söylemem gerekiyor bilemiyorum: mesele mücerred lisan meselesi değil, bilakis iz'an meselesi! Bu tesbitimi kabullenmekte tereddüt ediyorsanız, bari mütercimin İmam Gazalî'ye söylettiği şu cümlenin mânâsını açıklayınız: - "Zihniniz, bu örneği anlamada size yardım etmiyorsa -çünkü siz var olan bir insansınız- bunu timsah veya dilediğiniz başka bir hayvanla değiştirin." (s. 50)
|
|
Kültür | Spor | Yazarlar | Televizyon | Ramazan | Arşiv Bilişim | Aktüel | Dizi | Röportaj | Karikatür |
© ALL RIGHTS RESERVED |