YeniSafak.com “ Türkiye'nin birikimi... ” Yazarlar

 
Ana Sayfa...
Gündem'den...
Politika'dan...
Ekonomiden...
Dünya'dan...
Kültür'den...
Yazarlar'dan
Spor'dan

  Arşivden Arama

  I Explorer Kullanıcıları, TIKLAYIN.

 

Ölüm oruçları...

Osmanlı Devleti'nin ardından kurulan genç cumhuriyetin, her uygulamasında, sosyal, ekonomik ve kültürel olanın bir 'siyasi şemsiye' altında ele alınması kaçınılmaz olarak gündeme geliyordu. 'Yeni rejim'in kendini tanımlamasının 'yenileşmeci' tarafından çok, kendini eski rejimden (ancien regime) ayrıştırma çabası görünürleşiyordu. Yeni dünya şartlarında ayakta kalmanın el yordamıyla bulunabilmiş bir yoluydu bu. Bir bakıma yeni rejimin getirilerini 'olumlayarak' eski siyasi aklı 'olumsuzlamak' yerine, eski rejimi 'olumsuzlayarak' yeni durumu 'olumlamak' yönü tercih ediliyordu (reddi miras). Çünkü eskiden kopmak iradesi kadar güçlü bir yeniyi kurma gücü tanımlanmamıştı. Böylece 'toprak reformu' yaparken bile, reform tasarılarının içinde Şeyh Sait isyanıyla belirginleşen 'köyün siyasi kontrolü' problemi çözülmeye çalışılıyordu. Bunun gibi birçok örnek vardır...

Bu durum, bu topraklarda her zaman olan şeyin bir başka açıdan ifadesidir aslında: her siyasi söylemin bir gizli gündemi vardır; siyasi aklın görünen tarafının arkasında mutlaka başka birşey hazırda durur. O günlerde başlayan, herşeyin siyasetle/devletle içiçe geçmişliği veya siyaset/devlet dolayımından açık bir şekilde geçmeksizin varolamama durumu, bugünlerde daha yoğun bir şekilde görünürleşiyor. Fakat dünün şartlarında görece bir zorunluluk olan durum, bugünde giderek 'hegemonik' bir karakter kazanıyor. Çünkü artık sosyal tabakalaşmanın yanısıra, ancien regime'den ayrışmış belli bir siyasi gelenek de oluşmuştur. Olguların kendi özerklikleri içinde ele alınmaları daha mümkün ve gerekli hale gelmiştir. Ülke dinamikleri de bunu gerektirmektedir. Fakat yönetim düzeyinde bütün bu dinamikleri görmezden gelen ve siyasetle diğer süreçler arasındaki özerklikleri yok saymaya yönelen bir şema 28 Şubat'tan sonra yine hakim olmuştur. Kendi tarihini ancien regime, ve ancien regime'i de yegâne gelecek tasarımı olarak algılayan bir sevk ve idare biçimi çıkmıştır ortaya. O nedenle genç cumhuriyetin ilk günlerinde bile bu kadar yoğun olmayan devlet ve 'herşey' arasında bir içiçe geçmişlik hali, 'herşeyin' ne olursa olsun devlet içinden geçmesi stratejisi yerleşikleştirilmiştir.

Oysa 'cumhuriyet'in kendine çizdiği yön bu değildi. Siyasi bir yöntem olarak 'cumhuriyetçilik' de bu değildir. Kurulduğu günden beri 'cumhuriyet', dünyada olduğu gibi, olguların ve süreçlerin özerkliğini yerleşikleştirme yönüne doğru hareket ediyordu. Bugün cumhuriyetçilik adına işletilen yönetim biçimi ise, dünyanın gelişmiş demokrasilerinin en büyük gücünü oluşturan bu şemanın çok gerisinde, hatta tersi yönde duruyor. Herşeyi en önce asayiş bağlamı içine yerleştiriyor, normal bir siyasi değerlendirmeye bile fırsat vermiyor, ardından çıkan insani ve toplumsal problemleri ise her seferinden daha yüksek maliyetler ödeyerek gidermeyi teamül haline getiriyor.

Ölüm oruçlarının insani ve toplumsal maliyeti düşünülmeden adımlar atıldığı ve 'cezaevlerinin siyasi kontrolü' olayı kuşatacak 'tek dinamik' olarak ele alındığı için iş bu noktaya geldi. Bütün Türkiye tam bir 'ölüsevicilik' çılgınlığı içinde olayı seyrediyor. Devletin duyarsızlığı zaten her türlü sözün dışında duruyor. Söylenmeye değecek birşey bile yok. Bir devletin, vatandaşlarının ölümünün her geçen gün biraz daha yaklaşmasını seyretmesi bize sonsuza dek utanç olarak yeter. Bunun yanısıra ölüm oruçlarına destek verenlerin bir kısmının başkalarının ölümü üzerinden kotarmaya çalıştıkları o 'bayağı siyaset'in, sözde karşı çıktıkları şeylerden daha totaliter ve ucuz olduğunu da söylemek gerek. Bu tersinden 'ölüsevicilik', en az ötekisi kadar mide bulandırıcı.

En acil mesele, ölüm orucuna yatmış insanların hayatlarının bir an evvel, ne pahasına olursa olsun kurtarılmasıdır. İnsan hayatının yedeği yoktur ve tek bir insanın hayatı bile tehlikedeyse, hele de böyle göz göre kesin bir sona doğru koşuyorsa, o noktada hiçbir maksimalist yaklaşıma yer verilemez. Herşey o hayatların kurtarılması için seferber edilmelidir. Ramazan ayında, 'açlığın hayata can vermesinin deneyimlendiği' bu kutsal ayın gölgesinde, açlık vasıtasıyla ölümün egemenleşmesine müsaade edilmemelidir. Bu aya karşı çığırtkan hürmetlerini olanca teşhirciliğiyle sunan muhafazakâr siyasetçilerin ölüm oruçlarının insani yollarla önlenmesinde özellikle başı çekmeleri gerekir.

Bunun hemen sonrasında ise cezaevlerinin, devletin asayiş mantığının ötesinde bir düzenlemeye nasıl kavuşturulacağı ve örgütlerin en az bunun kadar kaba hegemonyalarından nasıl kurtarılacağı, insani olanı merkeze koyan bir modelle araştırılmalıdır. Çünkü devletin yaklaşımlarındaki yanlışlıklar ne kadar kabul edilemezse, örgütlerin kurdukları hegemonyanın çarpıklığı da görmezden gelinemez... Devletin de örgütlerin de insan hayatı üzerinden 'çift gündemli' yaklaşımlarını deneyselleştirmelerine imkân vermeyecek bir model, bugünden itibaren herkesin gündeminde olmalıdır. Devletin ya da örgütlerin 'cezaevlerinin siyasi kontrolü' için ortaya koydukları yaklaşımların bedelinin insan hayatı olmayacağı bir model...


11.ARALIK.2000


Kağıda basmak için tıklayın.

Ömer Çelik

 


Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV

Bu sitede yayınlanan tüm materyalin HER HAKKI MAHFUZDUR. Kaynak gösterilmeden çoğaltılamaz.
© ALL RIGHTS RESERVED

Bu sitenin tasarım ve inşası, İNTERNET yayını ve tanıtımı, TALLANDTHIN Web tarafından yapılmaktadır. İçerik ve güncelleme Yeni Şafak Gazetesi İnternet Servisi tarafından gerçekleştirilmektir. Lütfen siteyle ilgili problemleri webmaster@tallandthin.com adresine bildiriniz...