Türkiye'nin birikimi... | ||
|
İftarsız-sahursuz oruçlarTürkiye oldukça ilginç bir dönemden geçiyor. Bir taraftan banka operasyonlarına denk gelen kriz havası, öte yandan AB ile Türkiye arasında gerginleştirilip gevşetilen ilişkiler derken, Ramazan'ı da Mesih, Beyaz ve Reha üçlemesinin baş rolü oynadığı sudan tartışmalarla murdar ettik. Şimdi sıra, rahmet ayında onlarca insanın ölümünü, TV ekranlarının o dehşet verici perspektifinden seyretmeye geldi. Zira mevcut hükümet, iki yüze yakın tutuklu ve tutuklu yakınının açlık grevi, bir o kadarının da ölüm orucu niyetine başlatmış olduğu eylem karşısında en taş yüreklerin bile beceremeyeceği bir soğukkanlılıkla umarsız bir tavır sergiliyor. Üstelik, kader mahkumu adını taktıkları mahpuslara yönelik af kanunu ile milletin merhamet duygularıyla oynamakta ısrar ederek. Eylemlerin ellinci gününe girildiği şu sıralarda, hayatla tek bağlantıları vücutlarında kalan son protein hücreleri olan onlarca insan, seslerini yeterince duyuramamış olmanın acısıyla kurban gidecekler TV kameralarının dehşet avcısı objektiflerine. Adalet Bakanlığı koltuğunda oturan Hikmet Sami Türk, Prof. Dr. sıfatıyla her gün yüzlerce elektronik mektup geçiyor kamuoyunu şekillendirebileceğini düşündüğü odaklara. Bu "duyurulardan" Sayın Türk'ün, muhtelif panellerde konuşmalar yaptığını öğreniyor, ceza hukuku ve uygulamaları hakkındaki düşüncelerine vakıf oluyoruz. Sözgelimi, geçtiğimiz ayın sonunda "Hürriyeti Bağlayıcı Cezalar Yerine Uygulanabilecek Toplumsal Yaptırımlar Ve Önlemler" başlıklı bir toplantıda Adalet Bakanımız, çağdaş ceza politikasının amacının "bir yandan suçu önlemek, toplumu suçtan ve suçludan korumak; bir yandan da cezaların insan onuruna en uygun bir biçimde yerine getirilmesi" olduğunu söylüyor. Sayın Bakan, "sadece hürriyeti bağlayıcı cezaların değil, onların yanında başka yaptırımların da ele alınmasının bir zorunluluk" olduğu fikrinin altını çiziyor. Ancak bu sözler, Türkiye cezaevleri gerçeği karşısında sabun köpüğünden öte bir anlam taşımıyor. "Çağdaş" hukuk, hürriyeti bağlayıcı cezalar yerine uygulanabilecek toplumsal yaptırımlar arayadursun; insanoğlunu hürriyetinden etmek gibi bir infaz yönteminin hangi adalet ve hukuk anlayışına dayandığını hiçbir zaman çözemeyecek olan benim gibi geri kafalılar, işte bu yüzden modern bir infaz mantığıyla teknolojinin tüm imkanlarının hürriyetten men etme gibi bir amaca hizmet ettirildiği F-Tipi cezaevlerinin meşruiyetini bir türlü kavrayamıyor. Hukuk, toplum içinde yaşayan fertlerin birbirleriyle olan ilişkilerini düzenleyen yazılı yasalar manzumesiyse eğer, "suç" dediğimiz kavram muhtelif insan haklarının ihlali ve tacizi ile oluşur. Bu durumda ancak mağdur olan taraf, kendisini mağdur eden tarafa bir iyi niyet tasarrufu olarak "af" bahşedebilir. Devlete devredilen ceza yetkisiyse, "affetme hakkını" içermez. Devlet, olsa olsa diğer kurumlar gibi kendisine karşı işlenmiş suçları affedebilir. Mesela, bir öğrenci affından bahsedebilir; "düşünce suçlusuna", siyasi yasaklıya af çıkarabilirsiniz. Bir taraftan bu tip "suçları" affetmekten çekinip, işleyenlerin hürriyetini daha sıkı bir denetimle kısıtlayabilecek mekanizmalar ararken, öte yandan üzerinde "kul hakkı" bulunan ve vatandaşın kanına, malına ve ırzına kast ettiği sabit olan suçluları affetmeye kalkışmak, popülizmin en adi ve en zalim şekli olsa gerekir. Eylemleriyle ölümün eşiğinde son nefeslerini tüketenleri bugüne kadar görmezden gelenlerden başka bir tavır beklenemezdi zaten. Ramazan'ın mübarek iklimi bazı ruhları ısıtamıyor belli ki.
mutku@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|