Türkiye'nin birikimi... | ||
|
Kafalar karışıkTürkiye-AB ilişkilerinde hem Ankara açısından hem de AB cenahı açısından kafaların ciddi biçimde karışık olduğu görülüyor. Katılım Ortaklığı Belgesi çerçevesinde sistemi restore etmek amacıyla Ulusal Programı hazırlayan Ankara'da hiçbir şey net değil. Ecevit'in Nice'te "bayrak dalgalandırma"ya gittiği günlerde Genelkurmay Ankara'da sanki Başbakanlık'tan bağımsız bir kurum statüsü içindeymiş gibi "AB'nin Türkiye'yi bölmeye yönelen PKK'ya destek verdiği" yolunda bir açıklama yapması Ankara'daki netleşmemiş yaklaşımın en bariz göstergesi. Sanki "Ecevit orda ama bizim tereddütlerimiz baki" anlamına gelen bir TSK mesajı. Avrupa'dan bakınca Türkiye'de siyaset üzerindeki ağırlığı dikkat çeken bir TSK mesajı. Ama flu tavır sadece Ankara ile sınırlı değil. Avrupa'da da tavırlar "bir dargın-bir barışık" üslubunda seyrediyor. Ecevit'in Nice'e gitmesi çok önemsenmişti. Lüksemburg krizi, Helsinki yumuşaması, Avrupa Parlamentosu'nda Ermeni soykırımı gerilimleri, PKK'yı muhatap alma skandalı, Avrupa Güvenlik Stratejisinde Türkiye'yi ıskalamak ve sonunda Nice umudu! Nice'te Türk bayrağının AB üyesi ve aday ülke bayrakları arasında göndere çekilmesi dönüm noktası gibi algılanmıştı. Ama sanki hafızalara o "Aile Fotoğrafı"ndaki "kaybolmuş Ecevit görüntüsü" daha çok kazındı. Protokol bir türlü yer bulamamıştı Ecevit'e! Ecevit iri-yarı Avrupalı adamların arkasında kalmış ve dünyaya AB Aile Fotoğrafı böyle yansımıştı! Ne komik anlatımlardı bunlar! Bu görüntü, "Nice Zirvesi"ne Ecevit ve Dışişleri Bakanı oradan döndükten ve diğer Türk yetkililer de olayı tatil ikliminde seyretmeye daldıktan sonra Dönem Başkanı olan Fransa'nın patronajında gelen 2010 yılı öngörüsüyle bir kere daha pekiştiriliyor. Çünkü o projeksiyonda "Türkiye'nin adı yok!" Fransa Dışişleri Bakanı Hubert Vedrine bu sakil durumu izah sadedinde "Türkiye ile müzakareler başlamadı, onun için durumu böyle" gibi kimseyi tatmin etmeyecek bir cevap veriyor. Oysa hesaplar değişik bir gerçeği ortaya koyuyor. Şöyle ki: Fransa'nın taslağında sonra 2010 tarihi çıkartılıyor ve 27 ülkelik bir genişleme perspektifi geliştiriliyor, ama bu 27 ülkenin içinde Türkiye mevcut değil. Türkiye'ye ayrıca, Avrupa Parlamentosu ve ağırlıklı oy hesaplamalarında da yer verilmemiş. Buna karşılık Kıbrıs Rum kesiminin yeri belli: Konsey'de 3 ağırlıklı oy, AP'de 6 milletvekili ile temsili öngörülüyor. Eğer yer verilmiş olsa, nüfus yoğunluğu sebebiyle Türkiye Konsey'de 30 oy ile, Parlamento'da ise 71 milletvekili ile temsil edilecek. İşte ipler burada kopuyor. Çünkü bu haliyle Türkiye, Konsey'de 5 büyük ülke ile aynı oya sahip olurken, Parlamento'da da 94 milletvekiline sahip olan Almanya'nın ardından ikinci büyük grubu oluşturacak. Problem Türkiye'nin nüfusu! Bu nüfustan kaynaklanan temsil gücü! Bu nüfusun Müslümanlığı! Sonra gene bu nüfusla bağlantılı AB kaynaklarından tahsis edilmesi gerekli yardımlar! Anlaşılıyor ki AB bu ağırlıkta bir Türkiye'yi hazmetmekte zorlanıyor. Tabii ki AB standardında bir sistem restorasyonu yapma noktasındaki tereddütler gibi Türkiye kaynaklı başka sebepler de var ama, AB'nin kimi zaman koyduğu tavırlar dikkate alınırsa, bunların bir "dışlama bahanesi" olarak öne sürüldüğü izlenimi doğuyor. Türkiye yok farz edilecek bir ülke değil, bunu biliyor Avrupa. Türkiye her zaman, bir süre önce Cumhurbaşkanı Sezer'in ifadesiyle kamuoyuna yansıdığı gibi "Avrupa'ya mahkum değiliz" diyebilecek bir ülke... ABD'nin dünya stratejisinde de Türkiye'nin önemsenen ve AB ekseninde öngörülen bir yeri var. O zaman ne yapmalı Türkiye'yi? Avrupa buna net cevap veremiyor. 10 yıl sonrası için bile net cevap veremiyor. Avrupa'nın kafasında hep Türkiye'ye "özel bir statü" tanıma eğilimi var. "Ne içinde olsun AB'nin, ne de büsbütün dışında!" El menziletü beyn'el- menzileteyen... İki menzil arasında bir menzilde... Ya da Araf'ta.... Avrupa'nın zencisi ya da... Bu, Ankara'nın lakaydisine de denk düşüyor. Nice'de Türkiye'ye reva görülen muameleyi sadece Türk medya mensupları sorgulamış. Ankara medya kanalıyla bilgilenmiş. Çünkü Ecevit ve Cem'in ayrılmasından sonra Türk delegasyonu da bulunmamış Nice görüşmeleri sırasında... PKK'nın yoğun kulisine tanık olan ortamda Türk diplomasisi yok, ne hoş değil mi? Hani, dara düşünce "Avrupa'ya mahkum değiliz" demek kolay ama, kendimize Avrupa dışında bir alan açmak için de emek gerekiyor. Türkiye siyaseti ise, şu sıralar tam bir anafor ortamı içinde savruluyor. Asya'yı, Avrupa'yı, Amerika'yı, İslam dünyasını harmanlayıp içinden Türkiye için en sağlıklı strateji ve politikaları üretecek bir siyasi zeka odaklaşması var mı Ankara'da? Belki de ana soru bu...
atasgetiren@yenisafak.com
|
|
Ana Sayfa | Gündem | Politika | Ekonomi | Dünya | Kültür | Yazarlar | Spor | Bilişim |
İnteraktif: Mesaj Formu | ABONE FORMU | İNTERNET TARAMA FORMU | KÜNYE | ARŞİV |
|