Türkiye büyük bir karar verdi. Elbette riskleri olan ve hepimizin hayatında kademe kademe hissedeceğimiz bir karar. TSK bu zor iklim koşullarında ve arızalı bir coğrafyada büyük bir askeri harekat içinde iken hayatımızın eskisi gibi normal devam etmesini düşünmemiz mümkün değil. Daha harekatın başında olmamıza rağmen etkisini ve ağır sonuçlarını şehitlerimiz ile görmeye başladık bile.Doğru, isabetli ve sürdürebilir karar aynı zamanda riskleri de içinde barındıran karardır.Kararsızlık ise bir felakettir.
Türkiye büyük bir karar verdi. Elbette riskleri olan ve hepimizin hayatında kademe kademe hissedeceğimiz bir karar. TSK bu zor iklim koşullarında ve arızalı bir coğrafyada büyük bir askeri harekat içinde iken hayatımızın eskisi gibi normal devam etmesini düşünmemiz mümkün değil. Daha harekatın başında olmamıza rağmen etkisini ve ağır sonuçlarını şehitlerimiz ile görmeye başladık bile.
Doğru, isabetli ve sürdürebilir karar aynı zamanda riskleri de içinde barındıran karardır.
Kararsızlık ise bir felakettir. Bireyi de toplumu da ateşe sürükler. Bu yüzden “en kötü karar karasızlıktan iyidir” sözü dilimize pelesenk olmuştur. Hele dirayet gösterip
karar veremeyenler toplumun önderleri, liderleri ve siyasetçileri ise hem kendi çağının hem de tarihin mahkûmları olurlar.
Unutulmamalıdır ki, büyük kararlar daima riskler ile doludur.
Riski göze alamayan lider başarısızlığa, milleti de zillete mahkûmdur.
Tarih bunun binlerce örneğine şahittir.
Türkiye nev-zuhur bir devlet değildir. Binlerce yıllık tecrübeden süzülerek gelmiştir. Tarihinde şanlı zaferleri ama kararsız kaldığında da yaşadığı mağlubiyet ve felaketleri vardır. Bu yüzden Türkiye, kararlarında kendi tarihi tecrübesini hatırlamaya, ondan dersler ve cesaret almaya muhtaçtır.
Modern Dünyanın kurucuları kadim topluluklara tarihlerini unutturup, uluslararası siyaseti yeni değerler üzerine bina etmişlerdir. Bu değerlerin zirvesi, ‘realizm’ adına “düşmanlık ve dostlukların olmadığı, sadece menfaatlerin olduğu” görece makul söylemdir. Bu dayatılan değer, şayet dünyada adil bir paylaşıma rıza gösterme faraziyesine bina edilirse bir ölçüde doğru sayılabilir. Zira her topluluğun veya milletin, yeteneklerine, çalışmasına ve ortaya koyacağı başarısına göre bu prensipten istifade etmesi mümkündür.
Ama insan sormadan edemiyor.
Son üç yüz yıldır neden mağlup, mağdur ve mazlum milletler hep aynı kalırken, dünyanın nimetlerinden istifade edenler, pastadan büyük payı alanlar hiç değişmemektedir
?
Maalesef, dostluğu ve düşmanlığı bir tarafa bırakıp, adeta bir satranç tahtasında zekanız ile sonuçlandıracağınız ve sonunda mağlup olsanız da haz duyacağınız oyunun kurucusu da prensibi koyanlardır. Kurdukları oyunda bugüne kadar değiştirmeden işlettikleri ana kural “hedefe vardıran her şeyin meşru ve mubah”olmasıdır.
Dünyanın tarih boyunca biriktirdiği
hikmet ve felsefe bilgisini tamamen rafa kaldıran
, hak, hukuk, adalet ve vicdanı yok sayan bu prensip, vicdanını yitirmemiş toplumları üç yüz yıldır sürekli mağlup milletler safında tutmaktadır.
Bu tavrı değiştirebilecek tek şey,
haklı olduğunuz kadar kararlı da olmanızdır
. Nitekim Zeytin Dalı Operasyonu başlarken Türkiye’ye karşı cephe alanlar ilk dört günün sonunda mahcup bir edâ ile de olsa Türkiye’nin meşru gerekçelerini ve haklılığını kabul etmeye başlamışlardır. Bu pişmanlık Türkiye’yi yanıltmamalıdır. “Hedefe varmak için her yolu deneme” fikri uluslararası siyasette egemen olduğu müddetçe bu pişmanlık ifadelerinin de bir aldatma yöntemi olma ihtimali yüksektir.
Bir de, kararsız, sınır boylarında isteyenin at koşturmasına hatta sınırlarındaki köy, kasaba ve şehirleri tehdit altında olmasına rağmen,
hâlâ uluslararası diplomasinin “oyalama ve vakit kazanma” taktiklerine aldanan bir Türkiye olsaydı ne olurdu
? Elbette düşünmek bile istemezsiniz. Ama aklımıza düşen ve beynimizi kemirmeye başlayan bu sorunun cevabı da uzakta değil, tarihtedir.
Tarih Karar Veremeyenleri Mahkûm Eder
İsterseniz kısa bir tarih yolculuğu yapalım. Yapalım da hem kendimizi ve hem de ülkemizde ambalajlı siyasete inananları ikna edelim. Zeytin Dalı Harekatı’nın birbirine düşman edilen Türk, Türkmen, Kürt ve Arapların huzur ve istikrarına katkı vermek için içerden gelen tarihi bir fırsat olduğunu hatırlatalım.
19. yüzyılın başına kadar büyük ölçüde toprak bütünlüğünü sağlamış ve dünyanın en büyük imparatorluğu olarak kalmış olan Osmanlı Devleti, bu tarihten sonra
kararsızlıklar, devlet adamları arasındaki fikir ayrılıkları
ve özellikle “haricî muîn/dış yardımcı” olarak benimsedikleri
tarihe karışmıştır.
O zamanlar henüz ABD’nin esamisi dünyada okunmamaktadır. Uluslararası rekabette iki devlet vardır. Fransa ve İngiltere. Rusya ‘da bir süre önce bu kervana katılmıştır. Osmanlı devletinin geçmişte Batı’da ve Kuzeydeki savaşları bir yana; gerçek ilk ve yıkıcı darbeyi tarih boyunca ‘kadîm dost’ diye benimsediği Fransa’dan alacaktır. Napolyon’un emrinde hazırlanan bir ordunun hedefinin Osmanlı toprağı olduğu istihbaratı alındığında III. Selim, Paris sefirine haber gönderip Fransa hükümetinin nezdinde bu “inanılmaz” haberi soruşturmasını istemiştir. Osmanlı Sefiri yaptığı görüşmelerde alığı cevap, “biz kadîm dostuz, Osmanlı toprağında gözümüz olamaz. Napolyon İtalya’ya sefere çıkacaktır” olmuştur. Elçi kadîm dostun sözüne güvenerek bu cevabı Sultan’ına yazmış, ama onun mektubu Sultan’ın önüne konulduğunda, Napolyon’un ordusunun da Mısır sularında olduğu haberi İstanbul’a ulaşmıştır. Çaresiz ve üzgün, yapabileceği bir şeyi kalmayan Sultan III. Selim, kadîm dosttan gelen darbeye mi, kendi elçisinin hamakatına mi üzülsün? Bu çaresizlik karşısında nahifliği ve nezaketi ile bilinen Sultan Paris Sefiri Seydi Ali Efendi’nin mektubu üzerine tarihe geçecek şu meşhur notunu düşmüştür: “
”.
Sultan olmadığımıza göre bunu birileri için tekrarlama hakkımız olmasa da şunu hatırlatmak boynumuzun borcudur. Koca imparatorluğu çöküşü getiren olayların arkasında yatan yegane sebep,
müttefikler, yanılış ittifaklar ve onlar karşısında yaşanan tereddütler
olmuştur. Bu olayların imparatorlukta yaşandığını, şimdi “yurtta sulh, cihanda sulh” prensibini benimsemiş Cumhuriyet döneminde olduğumuzu düşünenlere de verecek benzeri o kadar çok örnek var ki.
Ama anlayana şimdilik ABD’nin son haftalardaki manevraları öğüt olarak yeter.