Suriye halkının 61 yıldır dünyada nasıl bir mücrim rejimin zulmü altında yaşıyor olduğunu devrim sonrası ortaya dökülen insanlık suçları sayesinde bütün dünya görüyor. Suriye halkının Esad’dan kurtulmak dolayısıyla sergilediği büyük ve coşkulu sevinç şimdiye kadar yaşamış olduğu zulmün yeterli şahidi. Aslında bu zulmün daha canlı şahitleri dünyanın her tarafına yayılan 12 milyona yakın Suriyeliydi. Bir kuraldır: mülteci her zaman kaçtığı yerle ilgili bir şahitlikle gelir, sığındığı yere. Ülkesinde
Suriye halkının 61 yıldır dünyada nasıl bir mücrim rejimin zulmü altında yaşıyor olduğunu devrim sonrası ortaya dökülen insanlık suçları sayesinde bütün dünya görüyor. Suriye halkının Esad’dan kurtulmak dolayısıyla sergilediği büyük ve coşkulu sevinç şimdiye kadar yaşamış olduğu zulmün yeterli şahidi.
Aslında bu zulmün daha canlı şahitleri dünyanın her tarafına yayılan 12 milyona yakın Suriyeliydi.
Bir kuraldır: mülteci her zaman kaçtığı yerle ilgili bir şahitlikle gelir, sığındığı yere.
Ülkesinde kalanların, çıkamayanların, bu baskıyı ve karanlığı yaşamaya devam edenlerin bir çığlığıdır mülteci. Bu çığlığı duyup duymamak, duyup da gereğini yapıp yapmamak insanlığın içinde bulunduğu kalite seviyesini de gösterir. Yıllardır ülkemizde bulunan Suriyelilerin kalma süresi uzadıkça birçok insan bunların orada dönmelerine engel olacak nasıl bir korkunç tecrübeleri olduğunu sormak yerine “
uzayan misafirlik süresi”
dolayısıyla bıkkınlık izhar etmeye başladı.
Oysa normal şartlar altında kendi ülkesini terk etmek zorunda kalmış olan insan ülkesine dönme istidadına sahiptir.
Eğer dönemiyorsa, geldiği yerle ilgili yaşadığı, bütün insanların müdahalesini, yardımını gerektiren bir durum var olmalı.
Bugün
veya diğer adı konulmuş veya konulmamış hapishanelerde Esad’ın kendi halkına yaşatmış olduklarını gördükçe bütün insanların insanlık adına bir vicdan muhasebesi yapmaları gerekmiyor mu? Suriye halkının yaşadığı sevince şahit olmak, bir özgürleşme anının ne anlama geldiğini, nasıl bir toplumsal dalgalanmaya yol açabilidiğini yakından görmek, bu sevince, bu mutluluğa ortak olmak, biraz da yaşananları yerinde görmek üzere yola koyulmak gerek.
Bu satırları Suriye’ye doğru yola koyulmak üzere
“Gazze İmtihanında Dünyamız: Siyaset, Toplum ve Bilim”
başlıklı bir konferans vermek üzerinde bulunduğum
’nden çıkışta yazıyorum. Suriye yolunda Türkiye’nin başka bir serhat ilinde bir etkinlikten ve bu başlık altında bir konuşmadan bahsediyor olmak bana oldukça anlamlı bir tevafuk geliyor. Bu anlamlı tevafuka işaret ederek başlayayım.
Malum Türkiye’deki üniversitelerin tarihsel gelişiminin önemli bir kesitini veriyor herhangi bir Anadolu üniversitesinin durumu. 2024-/25 akademik yılı açılışının da bu vesileyle yapıldığı
bu günlerde
Times Higher Education (THE)
tarafından yayınlanan
Disiplinlerarası Bilim Sıralaması
-2025’te dikkat çekici bir sıralama yakalamış olmanın sevincini de yaşıyor. Dünyada 749 üniversitenin yer aldığı bu sıralamada Iğdır Üniversitesi 2025’te 351-400 bandında yer alma başarısı göstermiş. Böylece Türkiye’den çalışmalarıyla dikkat çekerek listeye dahil edilen 52 üniversite arasında 16. olarak disiplinler arası çalışmalarının kalitesini uluslararası arenada tekrar tescillemiş oluyor.
de olan Üniversite rektörü
Prof. Dr. Mehmet Hakkı Alma
üniversitenin ayrıca 2008 yılı ve sonrasında kurulan devlet üniversiteleri arasında birinci olarak zirvede yer aldığını söylerken” gerek yabancı öğrenci sayısı veya üniversitedeki uluslararasılaşma ve bilimsel destek, ihtisaslaşma gibi alanlardaki birçok sıralamada en büyük rakibinin
olduğunu da “
” sözlerine ekledi. Halihazırda üniversitede 30’a yakın ülkeden 790 yabancı öğrencisi bulunan üniversitenin bu konulardaki başarısı kuşkusuz Türkiye’nin son 20 yılda yaşadığı eğitim devrimlerinin somut bir göstergesidir.
Bu konuda daha önce yazdıklarım ortada. Türkiye dünyada hizmet sektörünün öne çıktığı bir kulvarda, üniversiteleşme alanında çok önemli ve kendisine çok büyük avantajlar sağlayan bir atılım ortaya koymuştur.
Bu avantajın elbette bazı riskleri de vardır ama bu risklerle birlikte geleceğin dünyasına hazırlık anlamında, bilim ve teknoloji alanında, üniversite-eğitimi ihracatı alanında çok önemli bir aşama kaydetmiştir.
Kuşkusuz üniversitenin daha önemli bir aşaması, üniversite öğrencisinin bazı insani değerler noktasında da yeterince duyarlı, değerli ve felsefeli bir kalite ortaya koymasıdır. Gazze konusu bizi çok zorlu bir imtihana çağırmıştır. Bu imtihana ABD ve Avrupa üniversitelerinin verdiği cevap üniversitenin anlamı hususunda çok umut verici ve üniversitenin anlamı hususunda da çok önemli ufuklar ortaya koymuştur. Ancak yönetimlerinin bu konuda ortaya koyduğu Siyonist performans da üniversitenin nasıl görünmez sınırlar ve baskılar altında iş gördüklerini ortaya koymaktadır.
Gazze orada basitçe bir kurban olarak durmuyor ve direnişiyle sadece “
kendisine barbarca zulmeden
” bir zalimi işaret etmiyor. Bütün dünyayı haraca bağlamış olan, dünyanın gözünü boyayan, gerçekleri insanlardan gizleyen, yalan üzerine kurduğu düzenle, öldüren, yalan söyleyen, sömüren, aldatan, nesli ve ürünü bozan bir küresel haydut düzenini işaret ediyor. Bu küresel haydut düzeni içinde işgal edilmemiş bir yer yok, özgürlüğünü şu veya bu şekilde, şu veya bu ölçüde kaybetmemiş kimse yok.
Belki bu yıkıcı düzene karşı özgür kalabilmiş tek halk Gazze halkı, tek yer de Gazze. O yüzden Gazze bütün dünyanın kilit taşı olarak herkese özgürlük ışığını tutuyor.
Üniversitenin Gazze’nin ve onun açtığı yolda Suriye’de yaşanan devrimin ortaya koyduğu bu ufuk karşısında bir çok meseleyi, işgali, kolonyalizmi, özgürlüğü, bağımsızlığı, dünya sisteminin ve bilimin maruz kaldığı bütün baskıları, sınırları ve aşağılayıcı durumları ortaya koymak için önünde çok geniş bir alan var.
Tabi en önemlisi üniversite öğrencilerinin Gazze, Siyonist ırkçılık, soykırım, haksızlık karşısında maruz olduğu imtihanı hissetmesi ve bu imtihana doru cevabı vermeye çalışması çok önemlidir.
#Gazze
#Suriye
#Yasin Aktay