Kıbrıs ve Doğu Akdeniz politikamız bağlamında örgütlü müdahaleler

04:0022/07/2019, Pazartesi
G: 22/07/2019, Pazartesi
Selçuk Türkyılmaz

1970’lerden itibaren MSP’nin öncülük ettiği siyasî değişim, İslamî siyasî fikrin yeniden sorumluluk almaya başlaması manasına geliyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda bütün gücünü tüketen ve geriye çekilen bir siyaset tarzı, uzun yıllar MSP geleneğini sürdüren partiler tarafından temsil edildi. 28 Şubat dönemine kadar yaklaşık otuz yıl devam eden süreçte İslamî siyasî fikrin temsilcisi olan bir parti, FETÖ gibi bazı dinî gruplar tarafında desteklenmemiştir. Bu durumun 28 Şubat sürecinde mutlak bir karşıtlık

1970’lerden itibaren MSP’nin öncülük ettiği siyasî değişim, İslamî siyasî fikrin yeniden sorumluluk almaya başlaması manasına geliyordu. Birinci Dünya Savaşı’nda bütün gücünü tüketen ve geriye çekilen bir siyaset tarzı, uzun yıllar MSP geleneğini sürdüren partiler tarafından temsil edildi. 28 Şubat dönemine kadar yaklaşık otuz yıl devam eden süreçte İslamî siyasî fikrin temsilcisi olan bir parti, FETÖ gibi bazı dinî gruplar tarafında desteklenmemiştir. Bu durumun 28 Şubat sürecinde mutlak bir karşıtlık olduğu anlaşıldı.



Necmettin Erbakan, 1974’te büyük bir kararlılık göstererek hem Türkiye’nin millî menfaatlerinin korunmasında hem de Kıbrıs’ta yaşayan Müslüman Türk unsurlarına yönelik baskıların durdurulmasında önemli bir rol oynadı. Bugün Doğu Akdeniz’de Türkiye büyük bir aktördür. Fakat 1977 seçimleri MSP’nin büyük oy kaybıyla neticelendi. Kıbrıs çıkarmasından sonra Erbakan’a yönelik büyük saldırı dikkat çekiciydi. CHP ile MSP ittifakına tepki genel bir eğilimin sonucu ortaya çıkmamıştı, bilakis örgütlü bir karşıtlık söz konusuydu. Belirli grupların MSP’den kopmasıyla Türkiye’nin çatışma ortamına sürüklenmesi arasında doğrudan bir ilişki vardı.

Farklı dinî grupların İslamî siyasî fikri temsil eden siyasî partilere karşı mesafeli bir duruş sergilemesi önemli bir göstergedir. Bu mesafenin karşıtlığa dönüştüğü zamanlar, Türkiye’nin siyasî tarihinde kırılmaların yaşandığı dönemlere tekabül eder. MSP’nin CHP ile ittifakı NATO’nun Türkiye tasarımı ile uyuşmuyor ve acil müdahale gerektiriyordu. Erbakan’a yönelik yıpratıcı kampanyalar da bu dönemde hız kazandı. Bugün FETÖ elebaşının NATO çerçevesinde oluşturulan bir ağ içinde yer alması, sıradan bir iddia olmanın çok ötesindedir. CIA’nın FETÖ’nün oluşumundaki ve Türkiye’yi içeriden ele geçirme sürecindeki etkisi tam olarak bilinmemektedir fakat örgüt elemanlarının beyanları da dâhil olmak üzere Amerika’nın örgüt üzerindeki etkisini gösteren birçok işaret vardır. Bu bakımdan Erbakan’ın yeşil komünistlikle suçlanması anlamlıdır. Malum grupların aynı anda komünizme ve İslamcı gruplara düşman kesilmesi doğal karşıtlık ile izah edilemez.

Kıbrıs çıkarmasından sonra Türkiye hızlı bir şekilde içeriden kuşatıldı. Muazzam bir çatışma ortamı oluşturuldu. Askerî darbeye kadar geçen sürede çatışma ortamı pekiştirildi. İdeolojik gruplar bu dönemdeki faaliyetleriyle kendi kendilerini tasfiye etmiş oldular. “Yeşil kuşak” projesi hâlâ anlaşılmış değildir. Dönemleri genel geçer ifadelerle tanımlama alışkanlığımız var. Belirli çevreler bütün dinî grupları yeşil kuşak projesine dâhil etmekten hoşlanır. FETÖ, dinî çevreler için bir utanç vesilesidir. Bu utanca ortak olmamak için FETÖ’yü katı laikçi uygulamalara indirgeyenler var. Her iki yaklaşım baştan aşağıya yanlıştır. Ne bütün dinî gruplar yeşil kuşak projesine dâhildir ne de FETÖ, katı laikçi uygulamaların ürünüdür.

Yeşil kuşak projesini geliştirenler İslamî siyasî fikrin temsilcisi olan siyasî partileri saf dışına itmek ya da etkisizleştirmek için her yolu denedi. Amerikalı elçilerin 1990’larda Erbakan’a karşı gösterdikleri çirkin tavırları hatırlayabiliriz. FETÖ’nün başından itibaren Erbakan’ın karşısındaki siyasî partilere destek verdiği de malumdur. Seksenli yıllarda ise diğer dinî gruplara karşı mutlak bir yok sayma dönemi yaşanmıştı. Dolayısıyla yeşil kuşak genellemesi fikrî körlüğü yansıtmaktan başka bir anlam içermez. Benzer bir şekilde FETÖ’yü katı laikçi uygulamaların sonucu olarak göstermek de fikrî körlüğü yansıtmaktan başka bir anlam içermez. Örgütlü bir müdahale var fakat bu, görülmüyor.

2013’ten sonra yaşadığımız büyük sarsıntıları da örgütlü bir müdahale olarak izah etmek gerekir. Erdoğan ve onun tarafından temsil edilen siyasî fikir, Türkiye’nin belirli bir düzeye çıkmasında çok önemli bir rol oynadı. Bugün artık Türkiye’ye rağmen bizim coğrafyada adım atmak çok kolay değil. Doğu Akdeniz bağlamındaki gelişmeler Türkiye’nin ne kadar büyük bir aktör olduğunu gösterdi. Erdoğan da Kıbrıs eksenli gelişmelerde Türkiye’nin dik duruşunun devam edeceğini söylüyor. 2013’ten sonra sürekli artış gösteren muhalefetin, birbirinden oldukça farklı siyasî geçmişe sahip parti, örgüt ve kişiler tarafından sürdürülüyor olması örgütlü müdahalelerin varlığına delalet eder. Bu müdahaleyi fikrî bir körlük olarak tanımlamak ise doğru değildir.

Türkiye’nin Amerika’nın ve Batı’nın baskısından kurtulma mücadelesinin heyecan, hoşa gitme, duyguları okşama gibi kavramlarla tanımlanması da örgütlü müdahalenin bir parçasıdır.

#MSP
#FETÖ
#Necmettin Erbakan
#CHP
#NATO
#CIA