Yazdığını kerametinden bil ama onu kendinden menkul bilme

04:0022/08/2024, Perşembe
G: 22/08/2024, Perşembe
Ömer Lekesiz

Yazı araçları (gören göz, kalem, mürekkep, klavye vb.) yönünden halk, düşünen kalp ile zihinden kâğıda aktarılması yönünden ise emir âlemindendir. Bu ifade ya da ifade ediş tarzı failini, yazıyı ve yazma araçlarını Allah’ın yaratmasında toplar ki, bu aynı zamanda yazarlık ve yazma eylemi hakkında Batı nazariyatı (théorie) ile İslam nazariyatı (nazara’dan -görme ve murakabeden: nazariyât) arasındaki derin farka işaret eder. Zira, Batıda théorie “Muhakemenin ve tecrübî tenkidin murakabesine tabi kılındıktan


Yazı araçları (gören göz, kalem, mürekkep, klavye vb.) yönünden halk, düşünen kalp ile zihinden kâğıda aktarılması yönünden ise emir âlemindendir.

Bu ifade ya da ifade ediş tarzı failini, yazıyı ve yazma araçlarını Allah’ın yaratmasında toplar ki, bu aynı zamanda yazarlık ve yazma eylemi hakkında Batı nazariyatı (théorie) ile İslam nazariyatı (nazara’dan -görme ve murakabeden: nazariyât) arasındaki derin farka işaret eder.

Zira, Batıda théorie “Muhakemenin ve tecrübî tenkidin murakabesine tabi kılındıktan sonra tahkik olunmuş faraziye” olarak açıklanırken (Cloude Bernard’tan nakl.: Mustafa Namık Çankı, Büyük Felsefe Lûgatı), İslam düşüncesinde nazariyat “insana fıtrat ve yaratılıştan hazır olarak verilmeyen, sonradan öğrenilen” (Gazzâlî, Mi’yâru’l-ilm) “zarurî bilginin mukabili, kesbî ve araştırmaya konu olan şey” olarak açıklanır (Tehânevî, Keşşâf).

Bu yanıyla nazariyenin karşılığı doğrudan amel kelimesidir ki, ona denk düşen ilk ilim (diğer ilimleri de bünyesinde toplayan) felsefedir.

Bu açıklamanın ilkinde akıl, ikincisinde ise şeriat(ın kaynakları: Kitap ve sünnet) merkeze alınır. Dolayısıyla iki açıklama ya da bakış arasındaki fark da rasyonellikle koşullanmış realite (gerçeklik) ile muvahhitlikte ortaya çıkar.

Bunu edebiyat nazariyatı üzerinden düşünürsek, Batı anlayışında yazar, yazı yazmanın ve dolayısıyla ulvî ve süflî düşünmenin otoritesi (authority) olarak ilahlaştırılır;
geveze
dili
mutlak
dile (doğanın ve Tanrı’nın dilsiz diline) götürecek bir ara dilin yani edebiyat dilinin öznesi ve dolayısıyla fiilin kendisi nedeniyle a priori bir seçkin olarak –kelimenin Batılı anlamıyla– kutsanır. (Bkz.: Michel Foucault, Büyük Yabancı – Dil, Delilik ve Edebiyat Üstüne Konuşmalar, trc.: Savaş Kılıç).
İslam’da ise, örneğin
Gazzâlî
tefekküründe ise yazar vehmin, zannın ve hayalin akılda sebep olduğu çarpıtmaları, yanılgıları ve sürçmeleri bilerek bunlardan Allah’a sığınan (tevekkül), doğruyu Allah’tan talep eden ve başarıyı O’ndan isteyen (tevfik) faillerden bir faildir.
El-Me’ârifu’l-Aklıyye
adlı risalesinde sanatları ilmî sanatlar ve amelî sanatlar olarak ikiye ayıran Gazzâli, amelî sanatların dış alet ve organlarla, ilave araç-gereçlerle ve bir çok hazırlıkla yapılabileceğini belirterek, her sanatkârın sanatında şu yedi şeyi gerekli görür: Hareket; zaman; mekan; malzeme ve ham madde; araç-gereç; sağlık ile iş gören bir organ. Bu yedi şeyden birinin eksik olması halinde sanattan beklenen faydanın ortadan kalkacağını söyler.
İlmî sanatları ise, nesneleri oldukları gibi bilmek, onların hakikatlerini
tasavvur
etmek ve biçimlerini algılamak olarak tanımlayan Gazzâlî, bu tasavvuru doğrudan öğrenmeye tabi kılar. Ona göre “Öğrenme, nefsin yetkinliğini istemek, aklî biçimlerle onu bezemek, bedensel kötülük ve düşüklüklerden onu uzak tutmaktır. Öğrenme, öğretme, alma ve vermenin yolu, sözle ve dinlemekle olur. Söz dillerden çıkar; dinleme kulaklarla olur. Ancak, bilgeler demişlerdir ki: ‘Söz latif bir yazıdır yazı kesif bir sözdür.’
Kimyâ-yı Saâdet
’inde sözün dilden kaleme intikâl etme sürecini yürekle değil kalp ile ilişkilendiren Gazzâlî, yazma arzusunu da
irade
ile ilişkilendirir. Onun irade kelimesine yüklediği mana ayrıca ele alınmayı gerektirdiği için ilgili görüşlerini El-Me’ârif’i üzerinden takip ettiğimizde o, söz konusu süreçte görmenin işitmenin yerine geçeceğini, işitmenin söylenene, görmenin de yazılana özgü olduğunu belirterek, sözü söyleşmeye (hitap) kalemi yazmaya (ketebe) tabi kılmak suretiyle onlardan hasıl olan maksadı da yazının insanlar arasında elden ele dolaşması sayesinde anlamların belirlenmesiyle ve nefislerin olgunlaşmasıyla açıklamıştır.

Tam burada anlamların belirlenmesini bilgi olarak alıp, her bilginin de kendisine mahsus bir dili olduğunu düşünürsek, Gazzâlî, dillerin tam olarak birbirlerine çevrilmeyeceğini söyleyen Foucault’dan (bkz.: Kelimeler ve Şeyler- İnsan Bilimlerinin Bir Arkeolojisi) yaklaşık sekiz yüz yıl önce, isteklilerine rağmen tüm dillerin istenilen her anlamı söze dökmeyeceğini, bu nedenle öğretimin boşa çıkacağını, öğrencinin zâyi olacağını söylemiş ve dillerin yani bilgilerin “Allah(ın) yapıcısı ve isteyicisi olduğu işi bitirinceye kadar” dolaşımda bulunmasını, edebiyatçıları da içine alan çok değerli bir yorumda toplamıştır.

Buradan devam edelim inşallah.

Okuma önerisi:

-İmam Gazâlî, el-Me’ârifu’l-Akliyye – Düşünme Konuşma ve Söz Üzerine, trc.: Ahmet Kamil Cihan, İnsan, İstanbul 2022

-İmam Gazâlî, Kimyâ-yı Saâdet – Mutluluğun Hazinesi, trc.: A. Fikri Yavuz, Çelik, İstanbul 2024

#Aktüel
#Edebiyat
#Ömer Lekesiz