İştikâk ne yana düşer hüsnihat ne yana…

04:0018/01/2025, Cumartesi
G: 18/01/2025, Cumartesi
Ömer Lekesiz

Hattatın manaların zarfı olan ilâhî kelimeleri, lafızları… inzal edildiği şekilde tekrar geldiği kata yükseltme fiilini hüsnihattın sebebi olarak belirlemiş ve dolayısıyla hattatın hat eylemini Kur’an’a tabi kılarak, yazma tutumunu da manayı ap-açık olarak iletme yani ilk bakışta okunma şartına bağlamıştık. Hangi tarzda şekillendiriliyor olurlarsa olsunlar harflerin tekil olarak ilk hallerindeki açıklık yani okunurluk söz konusu şartı tahkim etmektedir. Nitekim harflerin “Elif çubuk gibi, mim çomak

Hattatın manaların zarfı olan
ilâhî kelimeleri,
lafızları… inzal edildiği şekilde
tekrar
geldiği kata yükseltme fiilini
hüsnihattın
sebebi olarak belirlemiş ve dolayısıyla hattatın hat eylemini Kur’an’a tabi kılarak, yazma tutumunu da manayı ap-açık olarak iletme yani ilk bakışta okunma şartına bağlamıştık.

Hangi tarzda şekillendiriliyor olurlarsa olsunlar harflerin tekil olarak ilk hallerindeki açıklık yani okunurluk söz konusu şartı tahkim etmektedir. Nitekim harflerin “Elif çubuk gibi, mim çomak gibi…” vb. tekrarlarla bir çocuğun zihnine nakşedilmesi de evvel emirde tekil görünümün hemen fark edilmesine ve ardından okunurluğun teminine yöneliktir.

Son tahlilde hatta sadelik vurgusuna bağlanan bu yönelimin hüsnihat adı altında form/biçim olarak yeni bir düzeye taşınması, ilk açık hattın güzel nitelemesini hak edecek şekilde özel bir kabiliyete, marifete, hünere ya da sanata konu olmasıyladır.

Bu konu oluş, en-Nedim’in, Mekkî ve Medenî yazıyı acem tarzına esas olarak nîm (yarım), müselles, müdevver, kûfî, basrî, meşk, tecâvid, satvatî, masnu’, münabiz (mâil), mürâsaf (birbiri üzerine yatık), isfehanî, sicillî, firamuz, nâsırî, müdevver (yuvarlak), te’im (bir karında iki çocuk)… adlarıyla; aklâm-ı erbaa ve sülüseyn ile sülüs adı altında on iki ayrı adla çeşitlendirmesinden anlaşılacağı gibi (bkz.: el-Fihrist, trc.: Ramazan Şeşen, YEK Başkanlığı), Mahmud Bedreddin Yazır’ın ma’kılî ile kûfîyi başa alarak,
aklâm-ı sitte
yi kûfî çıkışlı muhakkak, reyhânî, sülüs, tevkî’, nesih ve rıka’ adlarıyla çeşitlendirmesinden de anlaşılacaktır. (Bkz.: Kalem Güzeli, Ketebe)

Öyle görünüyor ki bu çeşitlik ve nihayetindeki uzlaşma (aklâm-ı sitte), yukarıda zikrettiğimiz hüsnihattın özel / ferdî kabiliyete, marifete, hünere ya da sanata konu olması nedeniyledir. Zira uygulama uygulayanın niyet, maksat ve zevkine bağlıdır ve dolayısıyla uygulayanın -burada hattatın- hayali, istidadı, ibda’ mahareti, başkalarından farklı olma çabası… belirleyicidir. Ki biz buna bir hattat için hadde tabi olmayan hususlar olarak önceki yazımızda işaret etmiştik. Uğur Derman Hocamız da “Câhiliye devrinde ‘cezm’ ve ‘meşk’ diye adlandırıldığı rivayet olunan bu yazılar, İslâmiyet’ten sonra hicreti takip eden bir asır içinde büyük gelişmeler kaydetmiş ve tedrîcen güzelleşerek sanat yazısı seviyesine yükselmiştir.” kaydıyla buna işaret etmiştir. (Bkz.: TDV, İA)

Ancak elibası değiştirilmiş, Kur’an’ı öğrenmesi ve okuması yıllarca yasaklanmış bir kuşağın evlatları olarak bugün kastedilen tedrici güzelleştirmenin çok uzağında olduğumuz, buna rağmen hüsnihat geleneğini toplum olarak yaşama ve yaşatma cehdi taşıdığımız malumdur ki, bu cehdin hattatlardan bugün itibariyle sanatsallık arayışını değil, hüsnihat vasıtasıyla Kur’anî bilgi ile
doğrudan
bağ kurabilmeyi (okunurluğu) talep ettiği ortadadır.
Kelimenin kökünü, etimolojisini araştırma anlamında
iştikâk’tan
mahrum bırakıldığımız gibi, sülâsî (üç aslî harfli) esaslı kalb (yer değiştirme) bilgisinden de mahrumuz olduğumuz şu zamanda hüsnihatta okunurluk konusun önemini
İmam er-Râzî
’nin Mefâtihü’l-Gayb’ında
k-l-m
(kelime) köküyle ilgili olarak verdiği şu bilgiden çıkarabiliriz:
“Kaf - Lâm ve mim harfleri, mümkün olan altı değişik dizilişe göre, kuvvet ve şiddet ifade ederler. Bu kalıplardan beşi mevcut olup biri mevcut değildir.
Bir
incisi
kaf-lam-mim
dizilişidir ki
kelâm
kelimesi bundan çıkmıştır. Zira ‘kelâm’, kulağa çarpar ve orada tesir meydana getirir. Yine ‘kelâm’, manayı ifade yoluyla zihinde de tesir yapar.
Yaralamak
manasındaki
kelm
kelimesi de böyledir. Bu kelimede ‘şiddet’ manası vardır. Sert toprağa da ‘kelâm’ denir. (…)
İki
nci diziliş
kaf-mim-lam
’dır. Çünkü
kâmil
olan nâkıs (eksik) olandan daha güçlüdür.
Üç
üncü diziliş
lam-kaf-mim
’dir.
Lekm
(yumruklamak) kelimesindeki ‘şiddet’ manası açıktır.
Dörd
üncü diziliş
mim-kaf-lam
’dır. Bir kuyuya, suyu azaldığında
Bikru’n-mekûlün
(Suyu az kuyu) denilmesi bu manayadır. (…)
Beş
inci diziliş
mim-lam-kaf
’dır. Hamuru iyice yoğurup da hamur iyice pekiştiğinde ‘Hamurun hakkından geldin’ denilir. Mülki’l-insanî (insanın mülkü) ifadesi de bu kabildendir. Çünkü
mülk
de bir çeşit güçtür.”
İmam er-Razî’nin verdiği bu bilgiyi izleyerek, TDV İslam Ansikolpedisi’nde fotoğrafına yer verilen
Çırçırlı Ali Efend
i’nin celî sülüs yazı kalıbına da bakıp, içinde ‘kelime’nin geçtiği benzer bir ibareyi düşünelim. Kelime’nin sanatsallık planındaki dizilişinde o hattatın hangi yazı kalıbını (istifini) esas aldığını bilmediğimiz sürece ‘kelime’ kelimesini kelm, lekm, mekul, mülk… şeklinde okumamız işten bile değildir. Bu durumda hattatın form/biçim/sanat aşkıyla ‘biz cahillere’ zulmetmesinden ve manayı bozmamızı sağlamasından başka bir sonuç çıkmaz.
#Aktüel
#Hayat
#Ömer Lekesiz