Ah Kudüs vah Kudüs!

04:0022/01/2019, Salı
G: 22/01/2019, Salı
Ömer Lekesiz

Müslümanların hakimiyetinde olsaydı Kudüs (Mescid-i Aksâ) için, biri kozmolojik diğeri zamansal olmak üzere iki tarihten söz edebilirdik.Zira, Sezai Karakoç’un dilimize pelesenk ettiğimiz “Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir” dizesinde “özet-lenmiş” olarak dile getirdiği Kudüs’ün yaratılış hakikati, başta İbn Haldun olmak üzere (Mukaddime), Na’îmî (Fezâ’il’i Kuds) ve Muhammed el-Yemenî (Tuhfetü’l Âşıkîn Fezâil-i Mekke ve’l-Medine ve’l Kudüs) vd. tarafından kozmolojik ve zamansal tarih

Müslümanların hakimiyetinde olsaydı Kudüs (Mescid-i Aksâ) için, biri kozmolojik diğeri zamansal olmak üzere iki tarihten söz edebilirdik.



Zira, Sezai Karakoç’un dilimize pelesenk ettiğimiz “Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir” dizesinde “özet-lenmiş” olarak dile getirdiği Kudüs’ün yaratılış hakikati, başta İbn Haldun olmak üzere (Mukaddime), Na’îmî (Fezâ’il’i Kuds) ve Muhammed el-Yemenî (Tuhfetü’l Âşıkîn Fezâil-i Mekke ve’l-Medine ve’l Kudüs) vd. tarafından kozmolojik ve zamansal tarih boyutuyla anlatılmıştır.

Buna göre Kudüs, Peygamber efendimizin bir hadisine de konu olduğu şekliyle Mescid-i Haram’dan (Beytullah’tan) kırk yıl sonra (Hz. Adem’den iki bin yıl önce) yaratılmış, kimi rivayetlere göre her iki Beyt de, Hz. Adem tarafından Rabbimizin emri ve tarifiyle bizzat inşa edilmiştir.

1917’de İngiliz hakimiyetine geçmesinden sonra ise, Irgun - Lehi adlı İsrail terör örgütlerinin çocuk, kadın, genç, yaşlı demeden 254 Filistinliyi, ani bir baskınla hunharca katlettikleri 9 Nisan 1948 tarihli Deir Yasin acısından itibaren kullanılan en-Nakba’yı (Felâket Günü’nü) son yüz yılın tamamına teşmil ederek baktığımızda, Kudüs’ün “Filistin Sorunu”nu tek başına temsil ettiğini görüyoruz.

Dolayısıyla kozmolojik ve zamansal tarihine göre, siyasi durumunun en somut resmi olarak en-Nakba devri, kendi zamanımızın gerçekleri ve bizim Kudüs ile sorumlu ve sorunlu ilişkimizin hikayesi olması bakımından birinci sıraya yerleşmektedir.

Sorumlu ve sorunlu ilişkimizden kastımın bir yönü de, Peygamber Efendimizin emri olarak Kudüs’ü ziyaretimizin maksadını tayin etmekle alakalıdır.

Kudüs’ün kozmolojik tarihi inanç ile mukayyet ve ancak hâl ile müdrik olunabilecek bir tarihtir.

Tavaf ehli olarak, Beytullah’ta kalbini Hacerü’l-Esved’e raptedip, kendi zamanının saatini tersinden kat ederek, kendisinin henüz Allah’ın bilgisinde varolduğu zamana dönmeyi (diğer bir söyleyişle, zamansızlığa erişmeyi) tecrübe edebilen bir mümin, bunu Kudüs’te, taşlara işleyen o tarihi fiili olarak okumak suretiyle gerçekleştirir.

Zira attığı her adım bir nebinin hatırasına, döndüğü her yön Hakk’a dair zahirî ve batınî bilginin nikahlanmasına çıkar. Bu hakikatleri -belirttiğimiz bağlamda- hiç bir dil (lisan) kuşatamaz (ve anlatamaz), bunlar ancak Beytullah’ta ve Kudüs’te ferden-ferdâ yaşanarak, kendi şimdiki zamanımızın içinde yorumlanabilir.

Bu yoruma bağlı olarak, söz konusu hakikatler, kaynakları belirsiz rivayetlerle hormonlanma özelliğine de sahip olduklarından, muhtelif mitleştirmelere, efsaneleştirmelere açık durur ki, Peygamber Efendimizin ilgili hadisleriyle bizzat kendisinin kayıt altına aldığı ve dolayısıyla bilgisini bizzat kendisinin çerçevelediği isra (gece yürüyüşü) ve miracı da mezkur yakıştırmalardan kendisini kurtaramaz.

Kudüs rehberlerinden, tanıklığına ve sözüne güvendiğim bir dostumun naklettiği şu hususu buna örnek verebilirim:

FETÖ artığı bir rehber, Hacerü’l-Müşerrefe mağarasında, küçük mihrabın yanıbaşındaki bir girintiyi göstererek, dinleyenlerine şunları söylüyor:

“Bu girintinin sebebine gelince: Peygamberimiz, miracı için geldiklerinde, iki rekat namaz kılmak üzere bu mağaraya iniyorlar. Olacak ya, namazını kılarken, secde aralığını dar tuttuğundan, mübarek başı kayaya değecek gibi olunca, kaya haşyetle kendisini geriye çekiyor ki, mübarek başı ona değmesin. İşte bu girinti o zamanda meydana gelmiş girintidir.”

Zamansal tarih açısından da durum, belirttiğimiz manada çok farklı değildir. Zira burada da Hz. Musa’dan başlanılarak Hz. Süleyman’da ve giderek Hz. Ömer ile Selahaddin Eyyübi’de zirvesine ulaşan bir efsaneler silsilesine girilir.

Dolayısıyla Kudüs’ü ziyarette, son yüz yılın gerçekliği olan en-Nakba devri, şimdiki zamanın ziyaretçileri için en korunaklı sebep haline gelir ki, bu ziyaret mevcut işgalin ve istilanın boyutlarını tüm vahametiyle bizzat yerinde görme, bu manada yaşanan faciaya bizzat tanıklık etme imkanını beraberinde getirir.

Kudüs’e girmeleri yasaklanan tur rehberi arkadaşlarımızdan biliyoruz ki, bu, işgalci Yahudilerin hiç mi hiç hazzetmedikleri bir durumdur ve bu nedenle Kudüs’ün ziyaretçilerine orada kozmolojik ve zamansal tarihinin anlatılması, en-Nakba devrinin anlatılmasının kendiliğinden önüne geçmiştir.

Ne var ki, bu öne geçiş, belirttiğimiz uydurmalarla da bitiştirilerek, istismarcılığı din edinmiş kimi ahlaksızlara, şerefsizlere, namussuzlara, haysiyetsizlere.. bir zemin de oluşturabilmektedir.

Son günlerde, sosyal medyada yoğunca paylaşılan, “hüzün” vurgulu bir tur afişi bu konuda düşülebilecek zilletin son örneğidir.

Kudüs’ü esfanelerden arındırılmış olarak tanımak, fiili durumuyla birlikte anlamak için ziyaret asıldır.

Bunun dışındaki her ziyaret, Kudüs’ün hakikatine tecavüzde, Yahudi zihniyetine rahmet okutmak olacaktır.

#Kudüs
#Mescid-i Aksâ
#Sezai Karakoç