ABD-İsrail’in iddiaları yalan ama vahşeti gerçek

04:009/01/2024, Salı
G: 8/01/2024, Pazartesi
Ömer Lekesiz

ABD-İsrail’in, Gazze önde olarak Filistin’in tamamında sürdürdüğü vahşet saldırısının 95. günündeyiz. Bu saldırısının 92. gününde, Gazze’deki hükümetin basın ofisinden yapılan açıklamada, 10 bini çocuk, 7 bini kadın olmak üzere toplam 22 bin 722 kişinin öldüğü, 58 bin 166 kişinin de yaralandığı bildirildi. Tv ekranlarından akan kan artık saldırı zulüm, kıyım, cinayet vb. kelimelere sığmıyor; hayvanî bir gaddarlığın, vicdansızlığın adı olan vahşet kelimesi, vahşet-âver, vahşet-engiz vb. terkipleri

ABD-İsrail’in, Gazze önde olarak Filistin’in tamamında sürdürdüğü vahşet saldırısının 95. günündeyiz.

Bu saldırısının 92. gününde, Gazze’deki hükümetin basın ofisinden yapılan açıklamada, 10 bini çocuk, 7 bini kadın olmak üzere toplam 22 bin 722 kişinin öldüğü, 58 bin 166 kişinin de yaralandığı bildirildi.

Tv ekranlarından akan kan artık saldırı zulüm, kıyım, cinayet vb. kelimelere sığmıyor; hayvanî bir gaddarlığın, vicdansızlığın adı olan vahşet kelimesi, vahşet-âver, vahşet-engiz vb. terkipleri de bedenleri parçalanmış bebeklerin, kadınların, gençlerin… görüntülerinde soykırımın ulaştığı boyutları anlatmaya yetmiyor.

Başladığı günden bugüne en çok gazetecinin (102 kişi) öldürüldüğü ve dolayısıyla yoğun bir haber karartma gayretiyle de başı çeken ABD-İsrail vahşeti, anlatma sorumluluğu duyanların sadece belli bilgileri tekrarlamasını da beraberinde getiriyor. Zira, ABD-İsrail’in ilgili her türlü iddiaları belli yalanların tekrarlanmasından ibaret. Değişmeyen tek şey var o da vahşetin gerçekliği!

Gerçi, insan kelimesinin bir görüşe göre “unutma” anlamındaki “nisyan” kelimesiyle aynı kökten gelmesi sebebiyle tekrarda her zaman bir fayda gözetilmiştir. Konumuz esasında ilginç olan şudur ki, ABD-İsrail’in yalanları da bu duruma dayanmaktadır.

Daha dün ABD Dışişleri Bakanı -ki Yahudi olduğu herkesin malumdur- Blinken, Türkiye’den Yunanistan’a geçer geçmez, ilkin 7 Ekim’de söylediği şu cümleyi aynıyla tekrarlamıştır: “İsrail’in kendini savunma hakkı vardır.”

Bu cümle ABD-İsrail yetkililerinin Beyaz Saray ve Tel Aviv’de yaptıkları eşzamanlı ya da biri diğerini takip eden açıklamalarda ısrarla yaptıkları “saldırı” vurgusundan üretilmiş bir yalandır.

Bu yalanın kurgusunda, Filistin’de sanki salt kendi imkanlarıyla ve tüm kurumlarıyla bidayetten beri yerleşmiş bulunan bir İsrail devletinin varlığı peşinen -de fakto- kabul ve telkin edilmekte, HAMAS’ın 7 Ekim’de başlattığı ABD-İsrail ablukasını yarma harekatı da bu kabul ve telkine göre “saldırganlık” olarak nitelenmektedir.

Oysaki vuku bulan şey, Gazze özelinde HAMAS’ın, genelde işgalci terör devleti İsrail’e karşı Filistin direnişinin 76 yıldır belli takvimlerle süreklileşen harekatının bir yenisinden ibarettir.

Tutarsız bir kurgudan ibaret de olsa söz konusu yalanın kendi içindeki mantıktan baktığımızda, tersine çevrilen gerçek şudur:

İşgalci terör devleti İsrail, Filistin’i işgal saldırılarında haklı; onun işgalini kırmak üzere kıyam eden HAMAS mücahitleri ise haksızdır.

Dolayısıyla mezkûr mantığa göre Filistinlilerin kendi vatanlarını savunmak için işgalcilere karşı direnmeleri saldırganlık, işgalci saldırganın onlara karşı saldırıları ise savunmadır.

Böylece söz konusu mantığa tabi kurguda fail ile fiillerin yerleri değiştirilmiştir.

ABD-İsrail’in yalanları her şeyden önce buradan çürütülmedikçe tersine çevrilen gerçek tekrar doğru ayaları üstüne oturtulamayacaktır.

Öte yandan yukarıda da zikrettiğimiz üzere orada bir İsrail devletinin olmadığı en azından HAMAS’ın Gazze’deki direnişiyle sabit olmuştur.

Siyonist Haçlıların neredeyse tamamının desteğiyle başlayan ve süren ABD-İsrail saldırılarında, HAMAS tarafından bugüne kadar 6.000 işgalci askerin itilaf edildiği, 3.000’i kesin sakat kalan 5.000 askerin de yaralandığı malumdur.

İngiltere’nin Güney Kıbrıs’tan sürekli olarak transfer ettiği silah ve cephaneye, ABD’nin sınırsız bütçe yoluyla sevk ettiği cephane, uzman ve askerle yaptığı fiili desteğe, İspanya hariç AB ülkelerinin her türlü desteğine… rağmen gelinen bu sonuç, Filistinlilerin vatanlarını işgal etmeleri için dünyanın dört bir yerinden toplanmış Yahudi göçmenlerden oluşturulan sözüm ona ordunun kağıttan bir kaplan olduğudur.

Bununla ortaya çıkan gerçek ise 1917’den sonra İngiltere’nin, 1948’den sonra ise ABD’nin kendi denetimlerinde burada topladıkları işgalci Yahudi göçmenlerle asıl kendileri için tam da İslam dünyasının kalbine saplanmış bir bıçak hükmünde askeri bir üs kurduklarıdır.

Bu sebeple ille de bir İsrail devletinden söz edilecekse bu askeri üs ile kayıtlı olarak orada önce İngiltere-İsrail, sonra ABD-İsrail tanımlı bir devletten ancak söz edilebilir; tek başına müstakil bir İsrail devletinden asla söz edilemez.

Burada HAMAS’ın yöneticilerinden Aruri’nin, Beyrut’ta şehit edilmesinden hareketle müstakil ve çok etkili bir Yahudi gücünü bize hatırlatmak isteyenlere karşı söyleyebileceğimiz tek şey ise şudur:

ABD-İsrail, Filistin çevresindeki bu ve benzeri (yenileri de beklenilebilecek) saldırılarında düğüm politikasını işletmektedir.

Aruri’nin şehit edilmesindeki düğümün adı ise: İran ve Hizbullah’tır!


#HAMAS
#ABD
#Filistin
#Ömer Lekesiz