Cumhuriyetin kuruluşundan bugüne 100 yılı geride bıraktık. Türkiye’nin farklı üniversitelerinde akademik çalışmalara imza atan isimlere geçtiğimiz 100 yıldan hafızalarında kalan kitapların neler olduğunu sorduk. Akademi dünyasının verdiği cevaplarla son 100 yılın öne çıkan kitaplarından bir seçki hazırladık.
Birkaç ay önce Türkiye Cumhuriyeti’nin 100. yılını coşku içinde kutladık. Cumhuriyetin 100 yaşına girmesi, geçirdiğimiz yüz yılı belli başlı konularda tam tekmil şekilde değerlendirmemiz için bir imkân sağladı. Kültür, sanat, edebiyat da bu konuların başında geliyor... Peki rotamızı matbuat hayatına çevirirsek, bu 100 yılın üretimleri arasında öne çıkan hangi isimleri görürüz? Daha geniş biçimde söylemek gerekirse, geçtiğimiz yüz yıl boyunca neler yazıldı, neler okundu, neler kütüphanelerin değerli eserleri hâline geldi? Şüphesiz bu çok önemli bir soru olmakla beraber çok değişken cevapları da var. En nihayetinde kütüphanelerimizi dolduran önemli kitapların hepsini, eksiksizce bir dosya-haberinde anmak mümkün olmayabilir. Ancak belli başlı isimlere, değerlere işaret edebiliriz. Bu amaçla bu ay Yeni Şafak Kitap olarak Türkiye’nin farklı üniversitelerinde görev yapmış veya hâlihazırda görevinin başındaki akademisyenlerin kapısını çaldık ve onlara geçtiğimiz yüzyılda yazılmış ve geniş kitleler üzerinde etki bırakan kitaplardan bir seçki yapmalarını istedik. Derdimiz Cumhuriyetin ilanından bugüne fikir, düşünce, edebiyat, tarih, sosyoloji gibi pek çok alanda her kesimin ilgisini çeken kitapların neler olduğunu masaya yatırmaktı. Neler okunmuş, hangi yazarlar kuşaktan kuşağa hafızalarda yer etmişti? Akademisyenlerin verdikleri cevaplar aşağı yukarı ortak isimler etrafında öbeklendi. Daha sonra ise belli alanlardaki hocalarımızla listeyi biraz daha zenginleştirdik. Bazı hocalarımız belli yazarlara bazı hocalarımız da belli alanlara dikkat çekti. Kimisi kitap ismi vermek yerine edebiyatımızın yüz yılını yorumladı kimisi de sayıyı daha geniş tutarak matbuat tarihimize ışık tuttu. Son olarak da burada verilen cevaplardan bağımsız üç akademisyenle (İsmail Alper Kumsar, Erdem Dönmez ve Yakup Öztürk) geçen 100 yılın öne çıkan edebi ürünlerinden özellikle genç okurlarımız için bir seçki yaptık. Bu seçkiyi de dosyamızın sonunda okurların istifadesine sunuyoruz.
Şimdi sözü Abdullah Uçman, Arif Ay, Emine Gürsoy Naskali, Mehmet Narlı, Mehmet Samsakçı, Necmettin Turinay, Tûba Çavdar Karatepe, Turan Karataş, Turgay Anar, Mustafa S. Kaçalin, Âsım Cüneyd Köksal, İsmail Güleç, Mehlika Karagözoğlu, Yakup Öztürk, Erdem Dönmez ve İsmail Alper Kumsar’a bırakıyoruz.
***
İdraki geleceğe kalan yazarlarımızdan bir seçki
Soruşturmanızda şiir, öykü, roman, düşünce vs. türlerinde tek tek kitap isimleri istediniz; ama ben yine de yazarların, şairlerin tüm eserlerinin (külliyatının) okunmasından yanayım. Bu yüzden de külliyat olarak gelecek yüzyıla kalmasını arzu ediyorum. Önümüzdeki yüzyıla Necip Fazıl Kısakürek’in, Sezai Karakoç’un, Nuri Pakdil’in, Rasim Özdenören’in, M. Akif İnan’ın, Erdem Bayazıt’ın, Atasoy Müftüoğlu’nun, Alaeddin Özdenören’in, Cahit Zarifoğlu’nun tüm eserlerinin kalması gerektiğini düşünüyorum. Sebebi ise bu yazar ve şairlerin eserlerini bu yüzyıl insanının idraki kavramaya yetmedi. Kavransaydı bilinçsel bir dönüşüm başlardı. Avare kasnak gibi yüzüncü yıl teraneleri tekrarlanmazdı. Bu şair ve yazarların eserlerini kavramak belki de gelecek yüzyılın insanına nasip olacaktır. Ben yine de soruşturmanın kuralı gereği beş eser ismi vereceğim:
Nuri Pakdil’in inancını, öğretisini ilmik ilmik işlediği şiirlerdir. Kudüs, Peygamber Efendimizin Gök Yolculuğu’nun, Miraç’ın mekânıdır. Şimdilerde tutsak ve küffarın pis ayakları altındadır. Kudüs, Filistin, Gazze tüm Ortadoğu ve İslam coğrafyası özgürlüğüne kavuşuncaya değin bu şiirlerin bilincimizi bilemesi için okunması gerekmektedir.
İslam’ı insanların zihinlerinden, kalplerin silmek amacıyla yapılan devrimlerin ceberutluğu karşısında bin bir korku ve endişe yaşayan insanlarımızdan birinin anlatıldığı romanı, bu devrimlerle nasıl bir insan tipi çıkarılmaya çalışıldığının iyi anlaşılması için genç kuşakların okuması gerekir.
Düşüncesinin özgünlüğü yanında dil ve anlatım tekniğiyle Türk ve dünya edebiyatında örneğini olmayan estetiğin, inceliğin, devrimciliğin, klas duruşun ve bakışın zirve yaptığı kitaplar; direnişin dil düzeyinde kıvama ermiş biçimi. Genelde bütün kitaplar bilgi dolu hazineler olduğu halde, Nuri Pakdil’in kitapları bilginin ötesinde, aynı zamanda bilinç hazineleridir de. Onun kitapları, bilgi aktarmaktan çok bilinç aktarır. Bilinç açıcıdır, bilinç bileyicidir.
Üstad’ın “Bu yakın tarih ve hususî plân, İttihad ve Terakki ile başlayan, Cumhuriyetle yerleştiğini gördüğümüz İslâm nefretinin zeminini çizer ve o zemin üzerinde en kuduz zulüm kılıcıyla düşürülen masum başların hikâyelerini anlatır” dediği bu kitabı gelecek kuşaklar da okusun ki nasıl bir cehennemde yaşadıklarının bilincine varsınlar.
Çağımızda insanın Tanrı’dan gittikçe uzaklaştığı gerçeğinden hareketle, insanın gelecek zamana çıkarken, her şeyden önce bakış açısını değiştirmesine vurgu yapan Sezai Karakoç, bu dört ciltlik eserinde gelecek zamana çıkacak olan insana bir yol haritası sunar; tabiata, eşyaya, kendine ve Allah’a olan bakışını düzeltmek için.
***
Birbirinden önemli beş kitap
“Değişerek devam etmek, devam ederek değişmek!” cümlesini bütün eserleri için bir nevi düstur edinen Tanpınar’ın Huzur’u dolayısıyla, “Bir şairin romanı”, “Bir huzursuzluğun romanı”, “Türk edebiyatının en güzel aşk romanı”, “Tanpınar’ın başyapıtı” gibi nitelemeler yapılmış, hattâ Huzur Atlası adıyla bir tür okuma kılavuzu bile hazırlanmıştır. Kitap yayımlandığı sırada yapılan bir röportajda, “İnsan bütün kâinattan mesuldür!” diyen Tanpınar’ın bu romanda ele alıp tartıştığı Türkiye’nin dünkü meseleleri bugün hâlâ tartışılmakta olup bu yönüyle Huzur, güncelliğini hâlâ korumaktadır. Ancak Huzur, bir Çalıkuşu, bir Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ya da Yaban gibi bir olay romanı değildir; Huzur’u anlayabilmek ve tadına varabilmek için eski İstanbul’dan, Boğaziçi kültür ve medeniyetinden, şehrin cami, türbe, çeşme gibi belli başlı tarihî yapılarından, klasik Türk musikisinden, hat sanatından az çok anlamak gerekir; roman, böyle bir alt yapı olmadan okunursa okuyucuya fazla bir şey vermez. Huzur, aynı zamanda bir defa okunup rafa kaldırılacak bir roman değildir; defalarca bıkıp usanmadan okunabilen ve her okuyuşta farklı tadlar veren bir şaheserdir.
Halide Edib Mor Salkımlı Ev’de, Beşiktaş-Ihlamur’daki çocukluk günlerinden başlayıp sırayla Harem, Üsküdar Sultantepesi, Üsküdar Amerikan Koleji, matematik hocası Salih Zeki ile evlilik, yazarlığa ilk adım, 31 Mart Vak’ası, II. Meşrutiyet sonrası ve Millî Mücadele yıllarına kadar uzanan maceralarla dolu hayatını hikâye eder. Ancak benzerlerinden çok farklı olan bu kitap, Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı Fatma Aliye Hanım’ın bile yazılarının ve kitaplarının üstüne imzasını atamadığı bir devirde, bir genç kızın ne tür mücadeleler sonucu Halide Edib oluşunun hikâyesini anlatması bakımından günümüzde her genç kızın en az iki defa okuması gereken önemli bir eserdir.
Türkiye Cumhuriyeti, yıkılan Osmanlı Devleti’nin küllerinden doğmuştur. Özellikle Osmanlı İmparatorluğu’nun can çekiştiği XIX. yüzyıl, İlber Ortaylı’nın deyimiyle “İmparatorluğun En Uzun Yüzyılı”nı meydana getirmektedir. Gerçekten bu yüzyıl her türlü siyasî, iktisadî, sosyal ve kültürel olayların en yoğun bir şekilde yaşandığı bir zaman dilimidir. Dolayısıyla bütün bunları iyice bilmeden, Türkiye Cumhuriyeti’nin nasıl ve hangi şartlarda doğduğunu anlamak mümkün değildir. İşte Niyazi Berkes’in yıllarca çalışarak hazırlamış olduğu bu kitabı, bir yönüyle geleneksel devlet sisteminden laik bir yönetime geçişin bilimsel macerasını anlatmaktadır. Cumhuriyet’ten önce Türkiye’nin ne tür bir süreçten geçtiğini, ne tür bâdireler atlattığını anlamak için başvurulması gereken önemli eserlerden biridir.
İlk defa yayımlandığı 70’li yıllarda âdeta bir şiir kitabını okur gibi birçok cümsini ezberlemeye çalıştığımız Bu Ülke, muhtemelen, Cemil Meriç’in sağ okuyucu kitlesinin karşısına çıktığı ilk kitabı olması dolayısıyla, olağan dışı bir ilgi görmüştü. Günümüzde hâlâ tartışılan ve bir çözüme kavuşamayan Doğu-Batı, eski-yeni, sağ-sol, gelenek-yenilik, edebiyat ve siyaset gibi konuları Cemil Meriç’in kendi hayat macerası etrafında ele aldığı Bu Ülke, yayımlanışı üzerinden yarım asır geçmiş olmasına rağmen önemini hâlâ korumaktadır. Genç nesillerin, her paragrafı üzerinde düşünerek, Cemil Meriç’ten okuyacakları ilk eserlerden biri Bu Ülke’dir.
Sezai Karakoç, 1950 sonrası modern Türk şiirinin akla ilk gelen yüz akı isimlerinden biridir. Edebiyat tarihlerinde genellikle bir şair olarak yer alır ama, o aynı zamanda ülkesinin meseleleri üzerinde düşünen, kafa yoran, çözüm yolları arayan bir entelektüel, önde gelen bir fikir adamıdır. Adıyla özdeşleşen Diriliş kavramı, evrensel bir inancın, ahlâkın, bir kültür ve medeniyet tasavvurunun ve dünya görüşünün sembolüdür. O, şiirlerini, sırf “sanat yapmak” amacıyla yazmamıştır; onun şiirleri poésie pure (saf şiir) anlayışı doğrultusunda, ama her biri aynı zamanda birer mesaj da ihtiva eden birer âbide gibidir. Dolayısıyla, Sezai Karakoç’un yarım asırlık şiir serüvenini ihtiva eden Gün Doğmadan, bütün entellektüellerin mutlaka okuması gereken, yarınlara kalacak muhteşem bir sanat şaheseridir.
***
Bir dönemin hafızası hatıralarda
* Celal Bayar’ın Ben de Yazdım - Milli Mücadeleye Gidiş isimli anı ve tarih kitabı geride bıraktığımız yüzyıldan önümüzdeki yüzyıla taşınacak bir kitap olacak. Celal Bayar bu kitapta Kurtuluş Savaşı döneminde birebir yaşadıklarını ve dönemin siyasi olaylarını, vatanı düşman işgalinden kurtarmak için girişilen mücadeleyi ve fedakarlığı anlatmaktadır. Kitabın birçok bölümü roman akıcılığında sürükleyicidir. Diğer taraftan başka hiç bir kaynakta bulunmayan belgelere de kitapta yer verilmiştir. Yani tarihçiye birinci el kaynaktır. Celal Bayar birçok olayın öncüsü olmakla beraber hiç bir zaman kendini öne çıkarmadan, “ben” demeden bu fırtınalı yüzyılı belgeleriyle anlatmıştır. Askerî tarih kitaplarından farklı olarak insan unsuru ve siyaset unsuru ön plandadır. Kitabın ilk baskısı 8 cilt olarak basılmıştır. Son baskısı -kısaltma yapılmadan- 3 cilt halinde basılmıştır.
* Celal Bayar Kayseri Cezaevi Günlüğü isimli anı kitabında 27 Mayıs darbesi sonrası Yassıada’da kurulan darbe mahkemesini ve bunun akabinde üç yıla yakın bir süre kaldığı Kayseri Cezaevindeki günlerini anlatmaktadır. Kayseri cezaevi Demokrat Parti döneminde inşa edilmişti. Darbeciler Demokrat Partiyi tarihten silmek gayretiyle binanın giriş kapısındaki 1952 inşaat tarihini bile kazımışlar. Kitap insanı içine çeken ayrıntılar, hukuksuzluğa karşı dik başlı bir duruşu sergiliyor. Celal Bayar, cezaevinin avlusunu şöyle anlatıyor: “Vaktiyle bu avluda ağaçlar varmış. Zemin de toprakmış. Yassıada davaları başladıkları sırada hapishanenin tamir ve ıslahı ele alınmış, bir subay bu işle vazifelendirilmiş. Uzağı gören insanlar! Mahkemenin 450-500 kişiyi mahkûm ederek buraya göndereceklerini derin bir ferasetle daha o zaman anlamışlar! İşte bu tamir sırasında avludaki ağaçlar kesilmiş, toprak yere Erciyes›in ateş püskürdüğü devirden kalma siyah taşlar -arnavut kaldırımı tarzında- döşenmiş. Bu intizamsız kara taşlar üzerinde yürür, dört duvar arasında başımızı yukarıya kaldırır, mavi semadan temiz hava dilenirken, küçük bir ‹filiz› dikkatimizi çekti. Samet [Ağaoğlu] bu filizi himayesine aldı, korudu, büyümesi için ihtimam gösterdi. Filiz, kesilmiş bir ağacın kökünden sürmüştü. Ölçtüm, tam üç karış boylanmış, kışın kuruttuğu yaprakları dökülmüş, yerine yeşil tomurcuklar belirmiş. Bu hal bana dışarıda baharın başladığını hatırlattı. Düşündüm: İstanbul, baharının güzelliğiyle meşhur şehirlerimiz cennet olarak nazarımda canlandı. Odama döndüğüm zaman, Kayseri Hastanesi›nden muayeneden gelen Bahadır Dülger “bahar gelmiş, dışarısı yemyeşil” dedi. Ben de bu filizin beni aldatmadığını anladım.”
* Nutuk: Tabii ki Nutuk. Cumhuriyetin kurucu iradesinin tarihi olaları anlattığı bu söylev önümüzdeki yüzyıla mutlaka taşınacak bir kitap.
* Celal Bayar, Başvekilim Adnan Menderes: 1950’de Demokrat Partiyi iktidara taşıyan DP Genel Başkanı Celal Bayar, cumhurbaşkanı seçiliyor. Adnan Menderes kendisini görmeye geliyor. Menderes Köprülü için tavassut etmeye gelmiş. Fakat Bayar Menderes’i başbakan seçmiş. Adnan Menderes’e başbakanım sizsiniz diyor. Kitap Bayar ve Menderes’in siyasi hayatını anlatıyor. Bayar, 27 darbesinin darağacında astığı Menderes, Zorlu ve Polatkan’ın idam yıldönümlerinde matem tutmuştur.
* Namık Kemal, Vatan Mersiyesi: 93 Harbi (veya Osmanlı-Rus savaşı da diyebiliriz) yaşanan felaketi üzerine Namık Kemal ve Deli Hikmet’in yazdığı mersiyeyi pek çok kimse tarafından ezberlenmiş, özellikle “Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini Yoğimiş kurtaracak bahtı kara kaderini” beyti pek çok vekile ile dile getirilmiştir. Bu şiir bir dönemin hafızasıdır. Bir sonraki yüzyılda bu yüzyılın savaşları anlatılırken mutlaka bu şiir hatırlanacak ve söylenecektir.
***
Üç roman iki şiir kitabı
Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün hem bugün hem de gelecekte okunacak bir roman olarak görüyorum. Çükü Ahmet Hamdi Tanpınar’ın bu romanı, modernleşme bağlamındaki ironinin ve entelektüel eleştirinin kurum ve tipoloji üzerinden kurulduğu son derece etkili bir roman. Daha adıyla şaşırtmaya başlar roman ve sonuna kadar ciddi ile şaka içiçe geçmiş olarak devam eder. Onda modernlik, zaman ve iş arasındaki doğrusal ilişki görülebileceği gibi gecikmiş ve yozlaşmış bir modernleşme takıntısı da görülebilir. Romanın satır aralarındaki bilgi kuramsal bakış açısı ve modern Türkiye’nin epistemoloji yokluğu da romana kolay kapanmayacak bir yol açmıştır.
Oğuz Atay’ın Tutunmayanlar romanı, iç içe geçen kurguları, bilinç akışı, çok boyutlu ve çok biçimli metinlerarasılık, bilinç akışı gibi anlatım teknikleri ile yabancılaşma, birey, ideoloji kimlik gibi entelektüel düzlemde devam eden çatışmaları, akılcı ve aydınla(n-t)macı felsefelerin oluşturduğu bir bilinçlilik düzleminden çıkarması ile bilinçaltını, insanın derin ve örtülü gerçekliğinin nedensellik kaynağı olarak, bilinç akışını ise bilinçaltı labirentlerinin simgesel uyaranlarla dolu yollarında kişisel ve toplumsal varlığın bağlantılarını öyküleştirmesi ile öncü bir romandır. Bu öncülüğü bundan sonraki yıllarda da ortadan kalmayacaktır.
Bereketli Topraklar Üzerinde romanının da hem bugün hem gelecek yıllarda Türkiye’nin gündeminden çıkmayacağını düşünüyorum. Türkiye sosyoloji, kendi hayatını Türkiye’deki siyasî sosyal ve ekonomik değişmelere göndermeler yaparak işleyen, tarımdaki endüstrileşmeyi, Menderes dönemiyle başlayan demokratik siyasi uygulamaları, Türkiye kapitalizminin şafağı denilebilecek bir süreci anlatan Orhan Kemal’den ve Bereketli Topraklar Üzerinde romanından vazgeçemeyecektir.
Bana kalırsa bugün olduğu gibi yarında modern Türk şiirinin merkezinde Haşim, Haşim merkezinde de Piyale duracaktır. Çünkü Cumhuriyet öncesinde ve sonrasındaki birçok şiir hareketinin, poetik duruşun izler veya karşı çıkışlar düzlemlerinde Hâşim’le ilişkisi hep kurulacaktır. Hâşim, bu bakımdan modern şiirin, Piyale’de Haşim şiirinin mihenk taşıdır. mihenk taşıdır. Piyale, gerçekliğin muhayyilede kazandığı görünümleriyle, şiirin kendinde başlayan ve kendinde biten bir gerçeklik olduğunu ortaya koyması ile şiirden okura uzanan temel etkinin telkin olduğunu tespitiyle ve şiirde sembolik tahayyülü ve müzikal değeri merkeze alan duruşu ile Türk şiirinde bir hizaya çekme işlevini yerine getirmiştir
İsmet Özel, Türk şiirindeki özgün varlığını altmış yıldır koruduğu gibi, gelecek altmış yıllarda da koruyacaktır. Ve bana kalırsa İsmet Özel şiirinin merkezi yeri de Erbain üzerinden görülecek ve okunacaktır. Çünkü Erbain, İsmet Özel’in düşüncenin hareket kabiliyetini, eylemin düşünsel arka planını dile dönüştürdüğü, entelektüel bir dilden, ritmi, akışkanlığı ve söylemi özgün olan bir şiiri kurduğu bir kitaptır. Bu yüzden daima okunacak ve şairler, kendilerini hizalarını bulmak için Erbain’e ihtiyaç duyacaklardır.
***
Akif’den Sahafat, Yahya Kemal’den Kendi Gök Kubbemiz
Türk ve İslâm âleminin tarihi, aktüalitesi ve geleceği konusunda geliştirilmiş perspektifler, tespitler, tenkit ve tahlillerin, oturmuş bir dil ve hikmetli bir üslûpla dile getirmesi dolayısıyla.
Türk Medeniyetinin temel unsurlarını ve aksediş noktalarının (İstanbul, tarih, mimarî, musiki, hat vs.) ayrıca ferdî his ve fikirlerin, pürüzsüz bir Türkçeyle işlenmesi ve yorumlanması dolayısıyla.
Türk aydınının huzursuzluğunu, Türkiye’nin Doğu ve Batı medeniyetleri arasındaki sıkışmışlığı, ayrıca mazi ile nasıl buluşulacağı konusundaki tereddütleri harikulâlde bir İstanbul fonu ve aşk hadisesi arasında vermesi itibariyle.
Yazarın bazı angamanları dolayısıyla ihtiva ettiği kusurlarla beraber, Osmanlı Devleti’nin, küçücük bir aşiretten bir cihan imparatorluğuna tahavvülünü, destanı bir dille anlatma kabiliyeti dolayısıyla.
Teknik, form ve üslûp itibariyle yeni oluşu ve küçük burjuva ve yarı-aydınının çıkmazlarını ironik bir dille verme başarısı dolayısıyla.
***
Yüz yılın birikimi konusunda gerçekçi olmak lazım
* Bu tür soruşturmalar ziyadesiyle önemli. Çünkü sonuçta geride bıraktığımız yüzyılın birikimi ortaya konacak, ayrıca da seleksiyonu yapılmış olacak. Onun için mümkün olduğu kadar gerçekçi olmak gerekiyor. Fakat ben tercihimi romanlar ve düşünce eserleri ile sınırlı tutmak lüzumunu da hissediyorum. Şöyle ki:
* Türk romanı asıl zirvelerini, geride bıraktığımız yüzyılda yakaladı. Tanzimat’tan Servet-i Fünun’a, Milli Edebiyat döneminden erken Cumhuriyet yıllarına doğru kademe kademe evrilerek, 1940’larda asıl büyük meyvelerini verdi. Abdülhak Şinasi Hisar’ın Fahim Bey ve Biz’i (1941), Tanpınar’ın Huzur’u (1949) ve ardından Saatleri Ayarlama Enstitüsü(1962), Peyami Safa’nın Yalnızız’ı (1951) gibi! Türk romanı bu zirveye neden daha önce değil de, 1940’larda ulaşabildi? Çünkü Türk sanatı ve sanatçıları realist, gerçekçi edebiyatın bukağılarını ancak 1940’larda kırabildi. Kendilerini de ancak o tarihten sonra ortaya koyma imkânı bulabildiler.
* Ne var ki Türk romanı, 1960 sonrasında yeni bir hamle daha üretti. O hamlenin ardından da Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ı (1971) doğdu. Bu dört büyük eserin önümüzdeki yüzyılda da değerini muhafaza edeceğini, kendilerine tekrar tekrar başvurulmak ihtiyacı duyulacağını şimdiden söyleyebilirim. Bunlar kadar önemli birkaç düşünce eserini de bu listeye ilâve etmek isterim. Onlar da, Hilmi Ziya Ülken’in Türk Tefekkür Tarihi (1932) ve İslam Düşüncesi’den (1945) sonra kaleme aldığı Türkiye’de Çağdaş Düşünce Tarihi(1966), Nurettin Topçu rahmetlinin Yarınki Türkiye’si(1966), Peyami Safa’nın Doğu-Batı Sentezi(1963) ve Sabri Ülgener’in Zihniyetler Aydınlar ve İzmler’i olacak.
***
Özege’den Erünsal’a kütüphanemizdeki zenginlik
Hazırlandığı dönemin kütüphane, iletişim ve çalışma şartları da gözönüne alındığında, Özege’nin inanılmaz bir çaba, dikkat ve şahsî imkânlarıyla hazırlayarak bastırdığı, hatta dağıtımını sağladığı bu eser, ilgili dönemde çalışan herkesin ilk başvuru kitabıdır.
Hazırlandığı dönemin şartlarını yine dikkate alarak değerini bu çerçevede bir kat daha arttıran, Mücellidoğlu Ali Çankaya’nın resmi kayıtlar, danışma kaynakları, kitap ve süreli yayınlar yanında, kitapta yer alan kişiler veya yakınlarıyla yaptığı yazışmalarla sağladığı bilgileri kontrolden geçirerek, muhtemelen hiçbiryerde bulunamayacak kimi fotoğraf ve görsellerle de zenginleştirdiği aşılması zor bir eserdir. Bu iki kitabı, bibliyografik ve biyografik alanda hala en temel ve çok değerli başvuru kaynakları olması sebebiyle birbirinden ayıramayarak 1. seçimim olarak değerlendirmek istedim. Ayrıca, Ali Çankaya’nın eserinde de belirttiği gibi, hazırlanışı sırasında Seyfettin Özege’den aldığı desteği de işaret etmek isterim.
Prof.Dr. İsmail Erünsal’ın eserlerinden sadece bir tanesini işaret etmek tabii ki çok zor. Ancak taleb bu yönde olduğu için, Osmanlı kütüphane tarihinin tartışmasız tek eserini işaret edebildim. Birincil kaynakların tesbiti, değerlendirilmesi, daha önce yayınlanmış literatürün analizi, kütüphane tarihimize dair yanlış bilgi ve kanaatlerin delillendirilerek düzeltilmesi yanında genç araştırmacılara işaret ettiği yeni çalışma alanlarıyla ve özellikle, yeni ve genişletilmiş eserinin önsözünü, bütün sosyal bilimcilerin dikkatle okunması gerektiği kanaatindeyim.
Prof. Dr. Özer Soysal’ın titiz çalışma prensipleriyle, ilgili döneme dair analiz ve değerlendirmelerde kullanılabilecek her türlü kaynağı kullanarak, fotoğraf, çizim ve diğer görsellerle destekleyerek hazırladığı çok değerli eseridir.
Prof. Dr. İsmail Kara’nın uzun yıllardır çalıştığı, önceki yıllarda farklı yayınevlerinden çıkmış kitaplarını, makalelerini unutmamak kaydıyla, yeni baskıları işaret etmek istedim. Türkiye’nin siyaset ve fikir tarihi konusunda metinler, belgeler ve analizleri, şüphesiz alanın bütün çalışanları için çok değerli eserlerdir.
Yusuf Akçura hakkında birçok çalışma yapılmış, yayınlanmış olmasına rağmen, Prof. Dr. Ahmet Kanlıdere’nin bu eseri, daha önce çok az ele alınan hem Rusya’daki faaliyetlerini kapsamakta hem de şimdiye kadar hiç ulaşılmamış, kullanılmamış özel arşivlerden faydalanılarak, meşakkatli bir sürecin sonunda hazırlanmıştır. Kitapta, daha önce hiç yayınlanmamış, görülmemiş görsel malzeme yanında, yeni analizlerle bu konuda çalışanlara delillendirilmiş yeni bilgiler sunmaktadır.
***
Geleceğe kalacak şairimiz epey fazla
* Bir yüzyılda elli eser deseydiniz işim kolay olurdu. Yirmi bile değil. Bu durumda çok sevdiğim kitapları dışarıda bırakacağım. Şundan eminim ki, geçen asrın üç büyük Türk şairinin şiirleri gelecek yüzyıllarda da okunacak.
* Nâzım Hikmet’in; hasreti, tutkuyu, sevmeyi, acıyı, isyanı söylediği ve ideolojisine ırgat etmediği şiirleri yaşayacaktır. Tek tek kitap olarak değil de, bütün şiirleri içinde insanlık türküsünü çığıran eserleri daha asırlarca okunabilir.
* Necip Fazıl’ın Çile’si, sonraki yüzyılların kitaplıklarında yer alacak niteliktedir. Elbette şiirin edebî kıymetini bilen, tadına varan okurun kitaplığında, belki başucunda, elinin altında. Çünkü nereden bakarsanız bakın, o muazzam toplamda en az 10 şiir, bir benzeri söylenemeyecek biricikliktedir. “Beklenen”i bir daha kim söyleyebilir?
* Sezai Karakoç’un Gündoğmadan’daki büyük şiirlerinin bizden sonraki nice kuşaklarca okunacağından eminim. Bu yeni dil, bu yerli ve diri bakış; şiirlerin parıltısını, etki gücünü hep diri kılacaktır. Bu toprağın sesini ve medeniyetimizin asırlara yayılan yankısını taptaze imgelerle yansıtan bu şiirleri, sanattan anlayanların görmezden geleceğini düşünemiyorum.
* Roman ve hikâyede çok eser var, ama ancak ikisini söylemek zorundayım.
* İlki Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü. Bu romandaki çarpıcı şahıs karikatürlerini ve abesle iştigali her devrin insanı hep ilgiyle karşılayacaktır. Çünkü karikatür hem sevimli hem de gerçeğin biraz çarpıtılmış biçimidir. Hemen her çağda fakat bilhassa bizim toplumumuzda örneğine rastlayacağımız bu kadar renkli, ilginç ve “cins” insanı böyle bir harmoni içinde anlatan roman çok değildir. Abesle kurulan ve işleyen bir kurumun varlığı da. Hikâyesi, kişileri, hayran bırakan üslubu, gıpta edilesi dili, bu kitabı kolay kolay unutturmayacaktır.
* Oğuz Atay’ın bir avuç hikâyesini toplayan Korkuyu Beklerken’i de asırlara kalacak yapıtlardandır. Kitaptaki bilhassa “Beyaz Mantolu Adam”, “Unutulan”, kitaba adını veren 65 sayfalık o muhteşem anlatı, “Babama Mektup”; çağın insanından yansıyan dramı, ironiyi, hüznü ve acıyı anlatır. İnsan adım başı korkudadır, korkacaktır. Çünkü onu bekleyen akıbeti hiçbirimiz bilmiyoruz.
* Geleceğe kalacağına inandığım ama eserlerini söyleyemediğim şairlerden, yazarlardan af diliyorum. Yahya Kemal’den (Kendi Gök Kubbemiz), Haşim’den (Piyale), Cahit Sıtkı’dan (Otuz Beş Yaş), Dıranas’tan (Şiirler), Orhan Veli’den (Bütün Şiirler), Necatigil’den (Evler), Attila İlhan’dan (Tutuklunun Günlüğü), Turgut Uyar’dan (Büyük Saat), Cahit Zarifoğlu’ndan (Şiirler) ve İsmet Özel’den (Erbain); Memduh Şevket’ten (Otlakçı), Refik Halit’ten (Memleket ve Gurbet Hikâyeleri), Sabahattin Ali’den (Bütün Hikâyeleri), Peyami Safa’dan (Yalnızız), Saik Faik’ten (Alemdağ’da Var Bir Yılan vd.), Tarık Buğra’dan (Yağmur Beklerken), Tomris Uyar’dan (Bütün Öyküleri), Füruzan’dan (Gecenin Öteki Yüzü), Rasim Özdenören’den (Çarpılmışlar), Mustafa Kutlu’dan (Bu Böyledir) ve Orhan Pamuk’tan (Kara Kitap).
***
100 Yıllık birikimde öne çıkanlar
* Bir sınırsız edebi/sanatsal evrende insanın aslında bütün kitapları okuyup inceleyecek çok az bir vakti vardır. Bu sınır fikri doğal olarak bazı seçme/seçilme kriterleriyle süreyi daha da verimli kullanmaya imkân tanır. Fakat burada belki de daha başka ve daha büyük bir sorun çıkar ortaya: Bu eserleri kim seçti? Niye seçti? Ardında saplantılı bir ideolojik körlük var mı? Kimin değirmenine su taşıdığını merak eden bir bilinç, bunlarla ilgili niyetleri, kriterleri, şüpheleri de çeşitlendirebilir… Amacım Cumhuriyetimizin 100 yıllık birikimde edebî-estetik-epistemolojik amacı gözeten ve sadece kendi zevklerimi o plana çıkaran bir liste yapmak…
* En zorlu tercihim şiir alanında… Mehmet Âkif Ersoy-Safahat… Onun şiirlerini bir araya getirdiği Safahât isimli kitabı sadece devrinin sosyal manzaralarını aktaran bir şiir kitabı değil, zaman zaman “sessiz çığlıklarıyla” zamanın dramını en çarpıcı şekilde ortaya koyan bir “ayna”, bazen aykırı fikirleri en açık şekilde dile getiren bir “işaret fişeği”, bazen de karanlıktan aydınlığa çıkışı gösteren güvenli bir “patika” ve çoğu zaman da mütevekkil bir ruhla hakikati bütün acıtıcı yönlerine aldırmadan, dobra dobra haykıran bir “vicdan”… Unutmadan Mehmet Âkif’in 150. doğum yıldönümünü de kutlamak isterim.
* Türk romanları içinde en sağlam yer Tanpınar’a ait. Onun Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı, modernleşen Türkiye’nin birçok meselelerine temas etmesi yönüyle insan denilen bilmecenin ironik ve son derece de görsel bir tasvirini yapmasıyla değerli…
* Modern Türk öyküsünün en dikkat çekici kitabı ise Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken eseridir. Birçok anlatım ve teknik yeniliğin yanı sıra sıradışı ile sıradanı bir arada ahenkle veren, modern olan pek çok şeyle hesaplaşan, onun ardındaki anlam katmanlarını tarayan yönüyle mutlaka okunması gereken bir eser…
* Diğer alanlarda ise sadece eser ve isimleri sıralasam faydalı olabilir: Şerif Mardin, Türk Modernleşmesi; Ömer Lütfi Barkan, Kolonizatör Türk Dervişleri; Mehmet Genç, Osmanlı İmparatorluğu’nda Devlet ve Ekonomi; İdris Küçükömer, Düzenin Yabancılaşması; Fuat Sezgin, İslamda Bilim ve Teknik; İsmail Tunalı, Estetik; Hilmi Ziya Ülken, Türkiye Çağdaş Düşünce Tarihi; Halil İnalcık; Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ (1300-1600); Sezer Tansuğ, Çağdaş Türk Sanatı…
***
Bu yüzyılın mirası
* Bir kütüphaneciye sorulacak en zor sorulardan biri bu olsa gerek. Sonraki yüzyıllara miras denildiğinde cevap listesi biraz daralsa da izi kalacak olanları beşle sınırlamak çok zor. O sebeple ben birkaç temel nokta üzerinden cevap vermek isterim:
* Klasik diyebileceğimiz edebi eserlerimiz: Huzur, İnce Memed, Devlet Ana.
* Her dönemde varlığını koruyacak insana özgü duyguları özgün bir dille okura doğrudan aktaran eserler: Kürk Mantolu Madonna başta olmak üzere Sabahattin Ali’nin şiir ve romanları, Sait Faik ve Tarık Buğra’nın öyküleri, Attila İlhan’ın şiirleri, Tanpınar’ın Yaz Yağmuru hikâyesi.
* Geçmiş yüzyıllardan Cumhuriyet’in ilk yüzyılına hem medeniyet krizimizi hem de edebiyatımızın değişim serüvenini safha safha veren edebiyat tarihleri, başta Tanpınar, Köprülü ve Banarlı.
* Kitabın, kütüphanenin, okumanın bizdeki tarihini, yanlış bilgileri çürüterek doğru şekilde kavramamızı sağlayan İsmail Erünsal hocamızın eserleri.
* Sosyolojik tarihimizin fotoğrafını çeken eserler: Erol Güngör, Nurettin Topçu, Cemil Meriç ve Alev Alatlı’nın eserleri.
* Kadın duyarlılığı ile yazan isimlerin eserleri: Halide Edip, Samiha Ayverdi, Adalet Ağaoğlu ve Gülten Akın’ın eserleri.
***
Kütüphanelerin değerli eserleri
Elmalılı’nın Hak Dini Kur’an Dili isimli tefsiri İslâmî ilimlere dair Cumhuriyet döneminde kaleme alınmış eserlerin başında gelir. Bu tefsir tarih boyunca İslâm düşüncesi içerisinde ele alınmış, tartışılmış her büyük meseleye bir şekilde temas eder. İlgili âyetlerin yorumu münasebetiyle pek çok itikâdî, amelî, bilimsel ve felsefî meseleyi ele alır, bu meselelere âlim ve mütefekkir bir şahsiyetin bütüncül bakış açısıyla, çağdaş felsefî birikim ve metodolojiyi de kullanarak, geniş ölçüde orijinal düşünce ve çözümler ortaya koyar. Eser, bütün bir İslâmî geleneğe yaslanmak suretiyle farklı bilgi alanlarının arasındaki irtibatı kuran son tefsirdir. Hak Dini Kur’an Dili ayrıca Türkçenin de bir şahikasıdır.
Kur’an-ı Kerîm’den sonra en sahih kitap olarak kabul edilen Sahih-i Buhârî’nin muhtasarı olan Tecrîd-i Sarîh’in tercüme ve şerhi niteliğindeki bu eser, hadis ilimlerine dair cumhuriyet döneminde yapılmış en nitelikli çalışmadır. Bilhassa Babanzâde’nin 500 sayfalık hadis usulüne dair mukaddimesi bu alanda aşılamamış olup, onun tercüme ve şerh ettiği kısımlar da fevkalade büyük bir emeğin ve ince bir tetkikin mahsulüdür.
İslam hukukunun geleneksel usulle ve Türkçe olarak yazılmış son büyük eseridir. Ömer Nasuhi Bilmen’in derin bir ilmî birikime ve Osmanlı’dan Cumhuriyet’e devreden geniş kapsamlı tecrübesine dayanan bu eserde Hanefî mezhebi esas alınmakla birlikte diğer mezheplerin de görüşlerine mukayeseli olarak yer verilmiştir. Her bölümün başında o bölümle ilgili hukukî kavramların tanımlarını aktaran, İslâm hukukunun her bahsiyle ilgili hikmet ve amaçlara değinen, müellifin kendi vazife gördüğü zamanlara ait fetva ve resmi belgelere de yer vermesi itibariyle tarihî kıymeti de büyük olan zengin bir çalışmadır.
Türkçemizdeki en geniş siyer kitabıdır. Resûlullah’ın (s.a.v.) hayatı ve İslâm’ın doğuş tarihi en ince detaylarına kadar, geniş bir kaynakçaya dayalı olarak kaleme alınmış, daha önceki eserlerde yer alan çeşitli çelişik açıklama ve tarihî boşluklar adeta iğneyle kuyu kazarcasına bir çabayla aydınlatılmıştır. 1983 yılında Pakistan’da dünya sîret eserleri birinciliğini kazanan eserin (ki aynı sene Martin Lings’in eseri ikinci olmuştur) ikisi de müellifi tarafından hazırlanan 18 ve 8 ciltlik iki versiyonu vardır. 20 yüzyılın önde gelen İslâm âlimlerinden Mustafa Âsım Köksal bu esere ömrünü adamıştır.
Hz. Mevlânâ’nın Mesnevî’sinin Türkçe şerhleri arasında Konuk’un şerhinin ayrı bir yeri vardır. Bazı Mesnevî şerhlerinden farklı olarak eserin tamamının şerhi olmasının yanısıra Arapça ve Farsça geniş bir şerh literatürüne dayalı olarak kaleme alınmış, önceki Osmanlı şârihlerinin görmediği Hint kaynaklarını da kullanmıştır. Eserin önemli bir özelliği, daha önce Hz. Şârih ünvanlı İsmail Ankaravî gibi, Mevlânâ’nın eserini İbnü’l-Arabî’nin eserleriyle uyumlu bir şekilde açıklamasıdır.
***
Yedi önemli kitap
* Orhan Pamuk’un Benim Adım Kırmızı Masumiyet Müzesi ve Kara Kitap. Çok iyi kitaplar olduğu için değil, sadece Nobel alan tek Türk romancı olduğu için kalacağını düşünüyorum.
* Oğuz Atay, Tutunamayanlar. Modern Türk romanının kült isimlerinden biri olarak tarihteki yerini aldı ve her niteliklli edebiyat okuru mutlaka okumak isteyecektir.
* Sebahattin Ali: Kürk Mantolu Madonna. Edebi bakımdan belki çok önde gelen romanlardan değil ancak okuyan herkese dokunan bir tarafı olduğu için okunmaya devam edecek.
* Abbas Sayar, Yılkı Atı. Nedense hacimce küçük fakat söyledikleriyle çok büyük olan bu roman bizde yeterince okunmadı ve oktulmadı. Onun da keşfediliği gün Kürk Mantolu Madonna gibi çok okunacağını düşünüyorum. İnsanın yalnızlığını ve hayat karşısındaki mücadelesini ve hayata tutunma gayretini bu kadar güzel anlatan roman çok fazla yok maalesef edebiyatımızda.
* Şiir olarak Mehmet Akif, Yahya Kemal ve Sezai Karakoç’un okunmaya devam edeceğini düşünüyorum. Bu üç şairi birlikte zikretmemin nedeni şiirlerinde çok güçlü bir bağ görüyor olmam. Bu üç şairin şiirlerinde bu milletin özünü kusursuz bir biçimde ifade edildiğini görüyorum. Her ne kadar üslupları farklı olsa da ben onlarda Türkiye’ye ve milletimizi ayakta tutan ruhu görüyorum.
* Lütfi Filiz, Noktanın Sonsuzluğu. Onlarca tasavvufu anlatan kitap arasında ben Noktanın Sonsuzluğu’unu ayrı bir köşeye oturtuyorum. Tarihi ve biyografik bilgiye boğmadan herkesin anlayabileceği bir üslup ve dil ile en çetrefilli konuları rahatça anlatan müstesen bir kitap.
* Atilla Şentürk, Osmanlı Şiiri Kılavuzu. Klasik şiirimizi anlamak için mutlaka başvurmamız gereken bir eser. Bir ömür verilerek hazırlanan bu sözlük klasik şarkiyatçıların hazırladıkları sözlüklerden nasıl vazgeçemiyor ve kullanmaya devam ediyorsak bundan Osmanlı şiiri ve kültürü ile iştiğal edeceklerin mutlaka başvurmak zorunda oldukları bir eser.
***
Demirbaş olan sayısız eser kaleme alındı
* Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’an Dili Türkçe Tefsir, İstanbul 1935, 8 cilt. Bir dili konuşulduğu topraklara gitmeden öğrenmişliğin örneği. Türkçe telifin, Türkçe tefsirin, Türkçe düşünmenin ve döşenmenin Türkçe anlatabilmenin şahikası harikası zirvesi. Meselelerin gavamızı idrakte ve izahta on parmakta on hüner örneği. Enine boyuna uzun uzadıya bilgileri derleyip toparlayıp muhatabına anlatabilmenin benzeri az bulunanı. Yüzyılların birikimini on iki yıla ve sekiz cilde sığdırabilmek nasıl olurmuşun belgesi.
* Babanzade Ahmed Naim – Kâmil Miras, Sahîh-u Buhârî Muhtasarı Tercîd-i Sarih Tercemesi ve Şerhi, İstanbul 1928 - Ankara 1948, 12 cilt. Celaleyn tefsiri örneğinde gördüğümüz gibi yarım kalmış bir çalışmayı tamamlama kadir bilirliği örneği. Bağdad ve Afyonkarahisar doğumlu iki mütercimin tercümedeki rüsuh ve dirayet ve becerilerinin engiz denizi. Türkçesiyle, kendisinden öncekilere hürmetkârlığıyla ve tercümedeki isabetliliğiyle bir baş ucu kitabı.
* Yûsuf Hâs Hâcib, Kutadgu Bilig, Neşir: Reşid Rahmeti Arat, Ankara 1947. Bütünlüklü ilk dev eser. Birçok yerde düzeltmeye muhtaç olsa da zamanının yüz akı bir neşir harikası. Yanlışları bile tutarlı. Türkçeyi kaynağından öğrenmek için bütünlüklü bir metin. Eğitici, öğretici, Türkçenin eskisini yeniye taşıyıcı gür kaynak.
* Ömer Nasuhi Bilmen, Hukuk-u İslamiye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu, İstanbul 1949-1952. Tarifler konusunda süzülmüş bir eser. Aynı müellifin öbür sözlük ve sözlük içeren eserleri gibi erbabının veya ihtiyaç duyanının güveneceği baş ucu veya el altı kitabı.
* Ahmet Atillâ Şentürk, Osmanlı Şiiri Kılavuzu, İstanbul 2015-2022, 6 cilt bitmemiş. Bilinenleri tekrar etmek şöhretten pay kapmak iddiasından uzak, dağınık değerleri toplayan, lüzumsuz fazlalıkları ayıklayan, arayana aramadığını da sunan, zanna değil delile dayanan, bir ömrün toplamında ortaya çıkan bir değer. Bir heyetin yapacağını bir nefer olarak ortaya koyan demirbaş defteri.
***
Gelecekte kıymetini koruyacak eserler
* Bu sorunuza cevap vermek gerçekten çok güç bir iş. Bir anlamda şahsi düşünce, zevk ve birikimime göre Türkçemizin son yüz yılı içinde klasikleşme eğilimi içine girmiş eserlerini söylememi istiyorsunuz. Yazıldığı günden bu yana önemini muhafaza eden ve gelecekte de kıymetini koruyacak eser… İş epey zor olmakla birlikte zihnimde sıkı bir eleme yaparak dört-beş eser için bir gerekçelendirme yapmaya gayret edeyim.
* XX. yüzyıl başındaki var oluş mücadelemizi en iyi yansıtan eser olması bakımından şiir alanında Safahat’ı ilk sıraya alıyorum. Birinci Safahat’ın yayımlandığı 1911’den günümüze kadar tesirini devam ettiren bu eserin etki gücü şüphesiz öncelikli olarak yazarının hayatı ile söyledikleri arasında güçlü bir uyum bulunmasından kaynaklanıyor. Safahat’taki düşüncelerin somut ve net oluşu etki gücü ve kalıcılığını artıran bir başka unsur. Samimiyet, fikirde sadelik, yerlilik, manzum hikâye geleneğine yaslanma, mizah ve ironiye yoğun biçimde yer verme gibi unsurların yanına Safahat’ın dikkat çektiği problemlerin güncelliğini koruması da eseri anlamlı kılıyor. Bu bağlamda bidat ve hurafelere fazlasıyla düşkünlüğümüz, dini ölülere has bir ritüeller zinciri olarak algılamamız, tefrikaya düşmüş Müslümanların içler acısı hali, miskinlik ve tembelliğe alışmış bedenlerimiz her birimizi belli oranda Safahat’ın kahramanı haline getirmektedir. Bahsi geçen problemler var olduğu müddetçe Safahat ilgi çekici bir eser olmaya devam edecektir.
* Yahya Kemal Beyatlı’nın Kendi Gök Kubbemiz (1961) isimli eseri modern Türk şiirinin oluşumunda mühim bir aşama teşkil etmesi bakımından önemli. Eser medeniyetimize dair birçok kişi, kavram ve mekânı milli romantik bir duyuş tarzı ile ele alıyor. Yahya Kemal bu eseri ile tarihimizin önemli bir kırılma anında geçmişin dünyasını estetize ederek kendi dönemine taşımıştır. Kitaptaki şiirlerden “Süleymaniye’de Bayram Sabahı”nı bu dikkatle okuduğumuzda şairin varmak istediği yer daha iyi anlaşılacaktır. Mazi bir millet için var oluşunun anlamını ve derinliğini hissettiği çok kıymetli bir hazinedir. O halde Yahya Kemal’in güçlü bir estetik duyarlılıkla kurmaya çalıştığı mazi ve hâl bağına istikbalde de ihtiyacımız olacak.
* Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nü (1962) Türk modernleşmesini ironik bir dille anlatan öncü eserlerden olması bakımından kıymetli buluyorum. Roman kahramanları hayal ile gerçeğin sınırlarının kaybolduğu bir düzlemde kendi gerçeklerini yaşasa da onların hayatları bir medeniyet krizinin komik yansımalarından ibarettir. Bu detay romanı çok katmanlı bir metin haline getiriyor. Dolayısıyla edebiyat araştırmacılarını uzun yıllar meşgul etmesi de kaçınılmaz. Saatleri Ayarlama Enstitüsü sadece ele aldığı mesele bakımından değil meseleyi ele alış biçimi bakımından da öncü bir eserdir. Bu bağlamda kendinden sonraki birçok romanı/romancıyı da etkilemiştir. Tüm bunlara Ahmet Hamdi Tanpınar’ın o eşsiz üslubunu ve Türkçeye hâkimiyetini eklediğimizde Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nün daha uzun yıllar ilgiyle okunan bir eser olarak kalacağı sonucuna ulaşmak zor olmayacaktır.
* Oğuz Atay’ın Korkuyu Beklerken (1975) isimli küçük hacimli kitabındaki hikâyeler modernizmin meseleleri ile ülkemiz için erken sayılabilecek bir dönemde hesaplaşamaya başlamış metinler olmaları bakımından önemli. Eserde bahsi geçen problemler içtimai hayatımız üzerindeki etkilerini o günden bugüne daha fazla hissettirmeye başladı. Muhtemeldir ki gelecek on yıllarda bu meseleler daha can yakıcı bir hâl almaya başlayacak. Dolayısıyla hâlihazırda epey ilgi gören bu eserin gelecekte daha yoğun bir ilgi ile karşılaşması muhtemeldir.
* Sorunuza verdiğim cevabı bitirmeden Erbain’i, Gün Doğmadan’ı, Otuz Beş Yaş’ı; Sabahattin Ali’nin tüm hikâyelerini, Küçük Ağa’yı, Devlet Ana’yı, Huzur’u, Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nu, Yalnızız’ı, Bu Ülke’yi, Çalıkuşu’nu şuracığa iliştirivermemi hoş karşılarsınız sanırım.
***
Yaşasın Türk edebiyatı!
* Türk edebiyatının son yüzyılında görülen çeşitlilik, hareketlilik, yoğunluk, bin beş yüz yıl önce Orta Asya bozkırlarına diktiğimiz taşlardan bu yana görülen çeşitlilikten kat kat fazladır. Hatta batıyla ilk kültürel çarpışmanın yaşandığı, edebiyatta yeni türlerin ve anlayışların söz konusu olduğu 1850’lerden sonraki yeni Türk edebiyatında da, Cumhuriyet sonrasına nazaran büyük bir çeşitlilikten bahsedemeyiz. Türk romanının ilk numunelerinde, klasik biçimleri kullansa da muhtevayı yenileştirmeye çalışan Tanzimat şiirinde de temalar üçü beşi geçmez. Metne dayalı tiyatroda da temalar gelip politik kavramlara, doğru evliliğe, küçük aşk hikâyelerine dayanır. Tanrı inancı, tabiatın bir ruhu olduğu iddiası gibi birkaç metafizik muhasebe, Cumhuriyet öncesi Türk edebiyatını önceki yüzyıllara göre orijinal bir seyir içerisine dahil eder. Asıl büyük sıçrama, üretilen metinlerdeki edebî seviyenin serpilmesi, farklı anlayışların birbirini iterek ya da tetikleyerek genişlemesi son yüzyılın hikâyesidir. Çok eski zamanlardan kaldığını düşündüğümüz Tanzimat kuşağı şairlerinin, Meşrutiyet senelerini henüz çok genç yaşında bile dolduran romancıların Cumhuriyette hayatta olduklarını hatta üretmeye devam ettiklerini düşündüğümüzde bu yüzyılın manzarasını ortaya çıkarmak kolay olmayacaktır.
TURGUT UYAR TÜRKİYE’NİN ŞİİRİNİ YAZDI
* Milletlerin edebiyatını bir edebî türe yaslayacak olsak türk edebiyatı için şiirden başka bir türü sayamayız. Romanın, hikâyenin, tiyatronun Türk şiiri karşısında ne kadar acemi ve taze olduğunu söylemeye gerek yok. Cumhuriyetin ilk senelerinde yukarıdan beri bahsettiğim çeşitliliğin önce şiirde görünmesini bu açıdan garip karşılamıyorum. Bin yıllık Türk şiir tarihinde bir anlayışın yerini başka bir şiire bırakması için birkaç yüzyıl beklemek icap ediyordu. 1930’lardan sonra ise hemen her dönem birden fazla şiir anlayışının bir arada yürüdüğünü gördük. Ahmet Haşim’in şiirleri, hatta bu şiirin müdafaasını yapmak için kaleme aldığı poetikası bir yanda dururken Orhan Veli’nin Türk şiirinin temellerini nasıl kökten sarstığını hatırlayalım. Hemen bu yılların biraz sonrasında Nazım Hikmet’in, Marksist sanatın, Necip Fazıl’ın hidayete ermesiyle İslamcı şiirin, yeni dünya ve kentlileşme adımları atan yeni Türkiye’nin şiirini yazan Turgut Uyar ve kuşağının, Attila İlhan’ın, köy romanı, işçi romanı, darbe romanı, hiçbir yerli karşılığı olmayan feminist romanı, popüler kadın romanı, hidayet romanı gibi hepsi hemen aynı dönemlerde yazılmış onlarca roman anlayışından bahsetmek de Türk edebiyatının son yüzyıllık gerçeğidir. Bunca çeşitliliğin ortasında okunan kitapların da mahiyeti değişti. Türk edebiyatının politikadan bağımsız okunması, konuşulması hiçbir zaman mümkün olmamıştır. En soyut, en varoluşçu metinlerin bile Türkiye’deki politik atmosferin mahsulü olduğunu iddia edebiliriz. Hâliyle darbelerin cirit attığı memlekette bir dönem darbe romanlarının iştahla okunduğunu biliyoruz. Cumhuriyetin mekteplerinde yetişmiş, ekonomik seviyesi ortalamanın üstünde, Avrupa’ya seyahat eden, spor yapan, otomobille gezintiye çıkmayı öğrenmiş yeni kentli sınıfların genç kız ve erkeklerine odaklanan popüler romancıların da nasıl yeni kitapları ile beklendiğini biliyoruz. Cumhuriyet Halk Partisi döneminin bir defa başlı başına bir edebiyat meydana getirdiğini söyleyebiliriz. Kendi eliyle, kendi döneminde güdümlü bir edebiyat ortaya çıkarmasının yanında parti politikalarının tesiriyle bir karşı edebiyat da var olmuştur. Ardından gelen Demokrat Parti yılları, Türk edebiyatında Tarık Buğra ve Orhan Kemal gibi aynı dönemlere iki farklı gözle bakan romancıyı kazandırmıştır. Anadolu gerçekliği de son yüz yılın büyük hikâyesidir. Köy enstitülü romancıların gözünden Anadolu insanının anlatılması kimilerine göre ağır eleştiri sebebi olsa da son yüzyılda çokça okunan romanlar bu yazarlardan çıkmıştır. Türk edebiyatında her şeyin bir derleyip toparlayıcısı olduğu gibi enstitülü romancının köylüsünü, Anadolu insanını 1970’lerden sonra gelen Nurettin Topçu muhitinden hikayeci ve şairler yeniden yorumlamıştır. Onlar sadece köy insanını değil, köyden kopup nereye gittiğini tam olarak idrak edememiş yeni göçmen sınıfı da yazmışlardır. Mustafa Kutlu’nun bu açıdan yüz yıllık Cumhuriyet tarihinin son elli yılının kaydını tuttuğunu, edebiyat zevki yanında onun tarihî belge olarak da daima okunacağını biliyorum. Sözü epey uzattım. Aslında Türk edebiyatında son yüzyılda kimler, hangi kitaplar okundu sorusuna cevap vermem gerekiyordu. Dilimden düşürmediğim bu çeşitlilik beni sürekli tahrik edip gözümü korkuturken yazarlar ve eserler anmayı beceremedim. Fakat yine de şiir, roman, tiyatro gibi türlerden birer eser sayacağım. Bunlar, yayımlandıktan sonra kendilerinden öncesi ve sonrası diye bir milat kabul edilmişlerdir. Türk şiirinde Orhan Veli’nin Garip kitabı bunlardan biridir. Romanda Tanpınar’ın Saatleri Ayarlama Enstitüsü romanı, onun “Bizde Roman” yazılarındaki iddialarıyla kendisini sınadığı bir metindir ve Türk romanı oradan gelip Orhan Pamuk’u yetiştirmiş, Türk edebiyatı Nobel’i almıştır. Tiyatroyu Türk edebiyatçısı terk edeli çok oldu. 1950’lere, 60’lara kadar kalburüstü isimlerin hepsi en az bir tiyatro eseri verdikleri hâlde o günden bu yana tanıyıp okuduğumuz bir romancının, şairin tiyatro metni yazmaya tenezzül etmediğini görüyoruz. Sanırım bize çok az okuduğumuz tiyatro yazarlarını daha yakından tanımamız için fırsat, vakit bırakıyorlar. Güngör Dilmen’in Canlı Maymun Lokantası’nı, Türk tiyatrosu için hâlâ erken bir adım olarak görüyorum. Ne kadar okunduğunu bu eser için düşünmedim. Okunması gerektiği düşüncesi bana yetiyor sanırım. Bir edebiyat tarihi söz konusu olduğunda hatrımıza gelmemesi gereken, çünkü böyle edebiyat tarihi olmaz, Tanpınar’ın On Dokuzuncu Asır Türk Tarihi’ni deneme türünde yüz yılın şaheseri kabul ediyorum. Bu kitabı bir edebiyat tarihi olarak okumak epey noksan bırakır bizi. İsimlerini saymaktan yorulacağım onlarca sanatçıyla akrabalığım var. Bugünden geriye yüz yıllık Türk edebiyatında Selim İleri, Mustafa Kutlu, Latife Tekin, Behçet Necatigil, Tarık Buğra, Kemal Tahir, Turgut Uyar, Orhan Kemal, Samiha Ayverdi, Attila İlhan, İsmet Özel, Ali Ayçil, Şeref Bilsel, Atakan Yavuz, Ömer Erdem, Süleyman Çobanoğlu gibi bana sen onu nasıl unuttun diyecek dostlarımın sesini duyarak birkaç isim vermiş olayım. Yaşasın Türkçe, yaşasın Türk edebiyatı!
***
Yüz yılın kurmacasının köşe taşları
* Edebiyat tarihinin dönemleştirilmesi, tarih yazıcılığının standartlarından farklı gerçekleşir. Edebi eser her ne kadar bir yazarın kaleminden çıkıyor, onun algı ve duygu dünyasını yansıtıyor olsa da bu yazarın ait olduğu toplumun kolektif bilincini yansıtan pek çok ayrıntıyı haizdir. Meseleyi modern Türk edebiyatı bağlamında ele alırsak bu durum daha dikkat çekici bir boyuta ulaşır. Gazete aracılığıyla yaygınlık kazanan nesir diliyle demokratikleşme faaliyetlerini, gündelik hayattaki Batılı yaşam tarzıyla yeni edebi türleri aynı süreçte tanıyan Türk toplumunun modern koşullarda gelişen edebiyatının pek çok meseleyi bir arada sıkıştırılmış biçimde içermesi beklenen bir gelişmedir. Diğer taraftan Tanzimat’tan itibaren kısa aralıklarla pek çok kırılmanın yaşanması da söz konusu iç içeliğin önemli gerekçelerindendir. Türk modernleşmesinin 1839’da ilan edilen Tanzimat’la başlatılmasını kabul edersek, bu süreç tarihsel bağlamda çok da uzun sayılmayacak 80 yıllık bir zaman diliminin sonunda Cumhuriyet rejiminin ilanıyla sonuçlanmıştır. Dolayısıyla bu kısa zaman dilimi içerisinde yaşananları ve üretilen eserlerin eğilimlerini birbirinden kesin çizgilerle ayırmak pek mümkün görünemez. Cumhuriyet’in ilanı sonrasında da kültürel bellek bağlamında aynı şartların sürdürüldüğü söylenebilir. Pek çoğu Osmanlı’nın son dönemine şahitlik eden erken dönem Cumhuriyet neslinin ürettiği edebi ürünlerin Cumhuriyet sonrasında, önceki dönemin şekil ve muhteva özelliklerini taşıdığı da kolaylıkla gözlemlenebilir.
* Aradan yüz yıl geçtikten sonra geriye dönüp bakıldığında belli başlı eserlerin köşe taşı olarak değerlendirilmesi mümkündür. Bu bağlamda her ne kadar Cumhuriyet’in son yüz yıllık tarihinden önce kaleme alınmış olsa da Türk romanının gelişiminde esaslı bir kırılma olarak niteleyebileceğimiz Amak-ı Hayal (1910), Cumhuriyet’e giden yolda önemli bir köşe taşı olarak anılabilir. Cumhuriyet’e giden sürecin II. Meşrutiyet’le başladığı görüşünü dikkate alırsak Amak-ı Hayal’i son yüz yıllık sürece dahil etmek de mümkündür. Şehbenderzade Filibeli Ahmet Hilmi’nin eseri olan Amak-ı Hayal, bu dönemde yükselişe geçen pozitivizme eleştirel yaklaşımıyla dikkat çeker. Eserde tasavvuf ve Doğu mistisizminin alternatif olarak öne sürülmesi, modernleşmeye karşı geliştirilen bilinçli bir tepki olarak okunabilir. Amak-ı Hayal’i roman türü için önemli kılansa yerliliğidir. Türk romanı doğuş yıllarından itibaren gelenekle barışma, onu modern koşullarda uygulama amacındadır. Şehbenderzade’nin Amak-ı Hayal’deki başarısı bu bağlamda öne çıkar. O, Doğu coğrafyasının değerlerini, anlam ve anlatım dünyasını modern bir biçim olan romanla bir araya getirerek Türk edebiyatında idealize edilen romanın ilk örneğini vermiş kabul edilebilir. Cumhuriyet’in yüz yılı içerisinde yine bir köşe taşı olarak niteleyebileceğimiz Huzur’un kurgu biçiminin geleneksel aşık-maşuk-rakip üçgenine dayandığını dikkate alırsak, Amak-ı Hayal’le 1910’da neyin başarıldığı daha açık şekilde anlaşılabilir. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın Huzur’unu yüz yıllık periyotta değerli kılan pek çok hususiyetten bahsetmek mümkünse de kanaatimce bu romanın bir devri kapatması, en önemli özelliğidir. Türk romancısının ilk dönemden itibaren sentez arayışında olduğu bilinmekte, söz konusu arayışın idealize edilen karakterler üzerinden gerçekleştirilmeye çalışıldığı görülmektedir. Tanpınar, her ne kadar “devam ederek değişmek, değişerek devam etmek” fikrini düşünce düzeyinde benimsemiş görünse de Huzur’da Mümtaz ile Nuran’ın kavuşamaması, Türk modernleşmesinin sentez arayışının imkânsız bir çaba olduğunu imler. 1950’lerle beraber Türk romanında yeni arayışlar devrinin başladığını dikkate alırsak, Huzur’un bu anlamda bir devrin kurmaca tarzını sonlandırdığı söylenebilir.
* Yüz yıllık edebiyat tarihimizde Huzur’la kapanan anlatım tarzına mukabil yeni bir ses olarak Sait Faik’in Alemdağ’da Var Bir Yılan’ı öne çıkar. Esasında genelde Türk edebiyatı özelde Türk öykücülüğü için büyük bir “şans” olarak nitelenebilecek olan Sait Faik, ilk eserlerinden itibaren Türk edebiyatının gelişim sürecinde beklenmeyen bir adam olarak değerlendirilebilir. Nitekim henüz kent olgusuna kavuşamamış bir hikâyede modern bir “flaneur” olarak nitelenebilecek olan Sait Faik, özetle Türk edebiyatı için sert bir yükseliştir. O, özellikle Alemdağ’da Var Bir Yılan’da modern bireyin hikâyesini klasikten uzaklaşmış özgün bir dille anlatır. “Bir insanı sevmekle başlar her şey” ifadesinde de görüleceği üzere insanı sadece insan olduğu için öyküsünün merkezine koyan Sait Faik, kentli bireyin yalnızlığını, düşkünlüğünü, modern hayat karşısındaki yabancılığını, zamansal ve mekânsal kırılmalarla, iç ve dış dünyanın ani geçişlerle sağlanan birlikteliğiyle alışılageldik anlatım tarzlarından farklı biçimde ele alır. “Yazar hikâyesine ne kadar dahildir?” sorusuna verilecek cevapların imkânlarını zorlayan Sait Faik, Türk edebiyatında “1950 Kuşağı” olarak adlandırılan neslin öncüsü olur.
* Sait Faik’in açtığı yolun uzandığı noktada Tutunamayanlar, yeni biçim önerisi olarak tarihe geçer. Yazıldığı dönemde büyük bir ilgisizliğe mahkûm olan romanın avangart çıkışı, çok sonraları anlaşılır ve 2000’lerden itibaren hak ettiği alakayı görür. Oğuz Atay, Tutunamayanlar’da yeni bir dil yaratma peşindedir. Bu yeni dilin kurgusu ise dıştan çok içe yöneliktir. Dolayısıyla pek çok oyunla, muğlaklıkla ve sırla kurgulanan bu “anlatı ormanı”na temas eden okur, alışık olmadığı bir dünyanın içine girer. Selim Işık ve Turgut Özben’in somut gerçeklikten uzaklaşmaya çalıştıkları trajik sürecini oyuna dönüşen bir anlatımla kurgulayan, kurmacayı hayatın önüne koyan Oğuz Atay, Türk edebiyatında postmodernizme açılan kapıyı aralar ve romana kendine dönük yeni bir istikamet verir.
* Türlerin kendi gelişim çizgisini belirlemek, edebiyat tarihi yazımı yöntemlerinden biridir. Türk edebiyatının Batı’dan örneklediği modern kurmacanın gelişimini kendi gelişim süreci üzerinden okumak, türlerin daha bütünlüklü ve edebiyat merkezli bir bakışla değerlendirilmesine imkân sağlar. Bu yazı çerçevesinde köşe taşı olarak belirlenen kurmaca metinler, en genel perspektiften izlenen kırılmaları temsil eder. Bakış açısının konumunun değişmesi, elbette pek çok eserin farklı niteliklerini ön plana çıkaracak, hatta örgün eğitimde gözden kaçan roman ve öykülerin yeniden değerlenmesini sağlayacaktır.