Yunus Emre yalnızca medeniyetimizin değil insanlık tarihinin en büyük değerlerinden biridir. Mütevazı bir kimse olmasına rağmen onu yüce ve değerli kılan pek çok özelliğe sahiptir. İnsanlığa sevmeyi ve bilmeyi öğretmesi, her işi usulünce yapmayı telkin etmesi, yaşadığı çağın insanına yeni değerler sunması, mesajlarına kanal olarak ana dilini tercih etmesi onu farklı ve değerli kılan başlıca amillerdir.
Hayatı, düşünce dünyası, şahsiyeti ve eserleriyle bugüne kadar çok sayıda çalışmaya hayat veren Yunus Emre, araştırmacılara ilham kaynağı olmaya devam ediyor. 20. asrın başlarında Filibeli Ahmed Hilmi’yle başlayan, Mehmet Fuat Köprülü’nün kült eseri Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar ile devam eden süreçte Anadolu’nun bu manevi mimarına dair çok şey yazılıp söylenmiştir. Mamafih Yunus, keşfedilen yahut ortaya çıkarılmayı bekleyen yönleriyle daima bilim ve sanat çevrelerinin odağında olmuştur. Bu ilgi, şairin adıyla taçlandırılan 2021 yılında zirveye çıkmış; vefatının 700. sene-i devriyesine rastlayan o yıl, düzenlenen etkinlikler ve yayımlanan kitaplarla dolu dolu geçmiştir.
Orhan Kemâl Tavukçu, Türkoloji’de klasik Türk edebiyatı vadisindeki çalışmalarıyla öne çıkan bir akademisyendir. Genel olarak Türk dili ve edebiyatı, tarih, halk bilimi üst başlıklarında çalışmalar yapmakla birlikte asıl ilgilendiği alan klasik Türk edebiyatıdır. Araştırmacının özel olarak eğildiği konulardan biri de Yunus Emre’dir. Bu konudaki son çalışması Yûnus Emre ve Dîvân’ı (Vakıfbank Yayınları, 541 s.) adını taşıyor. Bu “son” nitelemesini “şimdilik” kaydıyla verdiğimizi belirtelim. Zira araştırmacının epeydir üzerinde emek verdiği Yunus Emre muhtevalı başka bir çalışması yakında okurla buluşacak.
2022 yılının son günlerinde yayımlanan kitap iki bölümden oluşuyor. Araştırmacı birinci bölümü Yunus’un çağına, hayatına, çevresine, yol(culuk)larına ayırmış. Şairin hayat hikâyesi için birtakım tarihî kaynaklar ve menakıpnamelerden yararlanan yazar, bölümün başında da “felaketler çağı” olarak adlandırdığı dönemin panoramasını çizmiş. Bu tavır, hem Yunus’un hayatta olduğu dönemin anlaşılması hem de onu yetiştiren siyasi ve sosyokültürel ortamın bilinmesi bakımından isabetli olmuştur. Burada dikkatleri çeken bir diğer husus, Tavukçu’nun Yunus şiirleri üzerine stilistik inceleme yapmış olmasıdır. Bu çalışmasının detaylarını “Yunus Şiirlerinin Ayırt Edici Özellikleri” (s. 91-103) başlıklı alt bölümde veren araştırmacı, hazırladığı divanı “en eski beş nüsha ve 1485 tarihli bir mecmuada kayıtlı şiirleri” karşılaştırarak oluşturmuştur. Yazarın bu bahiste sarf ettiği şu sözler, çalışmanın amacını, yöntemini ve yazarın sonraki hedefini göstermesi bakımından önemlidir:
“Elinizdeki çalışmaya, Dîvân’ın bilinen en eski yazmalarında varyantlar hâlinde bulunan ve gerek söyleyiş gerekse içerik itibariyle Yunus üslubunu yansıtan manzumeler alınmıştır. Karşılaştırmaya başka sağlam nüshaların da eklenmesiyle manzume sayısının artacağına şüphe yoktur. Ancak üslubun kılavuzluğunda yürütülmesi gereken bu çalışma, daha geniş bir zaman diliminde ele alınacaktır.” (s. 10)
İkinci bölüm Dîvân adını taşıyor. Araştırmacı burada önce 22 beyitlik mesneviye yer vermiş, ardından şiirleri listelemiştir. Divanda bu mesneviyle birlikte 304 şiir yer alıyor. Kitabın sonunda şiirlerin ilk dizesinin son harfine göre düzenlenen “Dizin” ile zengin bir kaynakça listesi bulunuyor. Kitap, Kütahya Vahitpaşa ve Berlin nüshalarından verilen örnek varaklarla bitiyor.
Tavukçu’nun çalışması bazı yönleriyle dikkat çekicidir. Bunların başında divanı beş nüsha ve bir mecmuadaki şiirleri karşılaştırarak hazırlamış olması geliyor. Tek nüshaya dayalı (filolojik) neşirlerin yaygınlaştığı son yıllarda yazarın böyle karşılaştırmalı bir çalışmaya cesaret etmesi önemlidir. Dikkati celbeden bir diğer husus şiir sayısıdır. Son zamanlarda mecmualarda bulunan manzumelerle birlikte Yunus’a ait olduğu düşünülen şiirlerin sayısı 400’ü aşmıştı. Eldeki yayını diğerlerinden ayıran asıl özellikse divana alınan şiirlerin stilistik incelemeyle belirlenmiş olmasıdır. Yazar burada “bilinen nüshaları karşılaştırarak müellif nüshasına en yakın nüshaya ulaşma çabası” olarak ifade edilen klasik metodu değil üslubu önceleyen bir yaklaşımı esas almıştır. Ancak nüshaların hangisi olduğu ve 1485 tarihli mecmuanın özellikleri hakkında bilgi vermemiştir. Fakat uyguladığı yöntemle Yunus’un dilinden çıkan şiirlerin neler olduğu konusunda sağlam bir adım atmıştır.
Yunus Emre araştırmalarında yeni bir dönemin habercisi olarak gördüğümüz bu hacimli çalışmanın “nazarlık” kabilinden bazı kusurları ve eksikleri vardır. Hiç kuşkusuz, böyle eserlerde kitabı eline alan okurun arayacağı ilk şeylerden biri sözlük olacaktır. Bugün için arkaik özelliği sergileyen Türkçe kelimelerle bazı alıntı sözcükler için bir sözlükçe ihtiyacının olduğu muhakkaktır. Araştırmacının ayet ve hadisler için izlediği yolu, belli başlı kelimeler ve bugün kullanılmayan bazı ekleri almış kelimeler için de denemesi yararlı olurdu. Burada dile getirilmesi gereken bir başka husus, divan teşkilinde yararlanılan nüshaların belirtilmemiş olmasıdır. Çalışmanın tenkitli metin ortaya koyma amacıyla yapılmamış olması haklı bir gerekçe olabilir. Fakat böyle çok nüshalı metinlerde müracaat edilen yazmaların belirtilmesinde fayda vardır. Şiirlerin ilk dizeye ve kafiyeye göre sıralandığı bölümde birkaç yerde sayfa numarası bilgisinin yanlış yazıldığı görülmektedir. Bu kusurların ve eksiklerin bundan sonraki baskılarda düzeltilmesi yararlı olacaktır.
Hayatının yirmi senesini Yunus’a ayıran Orhan Kemâl Tavukçu, bu eserle hem Yunus Emre araştırmalarına yeni bir soluk getirmiş hem de “üslubun kılavuzluğunda” yapacağı sonraki çalışmasının müjdesini vermiştir.