Yeni etik ikilemlerle karşı karşıyayız

Semiha Kavak
04:005/01/2025, Pazar
G: 4/01/2025, Cumartesi
Yeni Şafak
Dr. Soner Tauscher
Dr. Soner Tauscher

Günümüzde biyoteknolojinin insan varoluşunu yeniden tanımlayan genetik modifikasyon, klonlama ve nöroteknolojilerle daha da karmaşık hale geldiğini söyleyen Dr. Soner Tauscher, “Gelinen süreçte hümanizm tartışması devam ederken, artık insanın teknolojiyle anatomik olarak da bütünleştiği transhümanizm ve insanın bugünkü varoluşunun da aşılacağı duruma referans veren posthümanizmi de tartışmak durumundayız” açıklamasını yapıyor. Tauscher, bilim ve teknolojinin hızla ilerlemesinin bireylerin ve toplumların yeni etik ikilemlerle karşı karşıya kalmalarına neden olduğunun altını çiziyor.

Lisans ve yüksek lisans eğitimini Münih Ludwig-Maximilian Üniversitesi’nde tamamlayan Soner Tauscher, 2020 yılında Sakarya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünden doktora derecesini almış. Halen Sakarya Üniversitesi Uluslararası İlişkiler Bölümü’nde öğretim üyesi olarak çalışıyor ve Diaspora Araştırmaları Merkezi’nde müdürlük görevini yürütüyor. İnsan hakları, biyoetik ve biyopolitika, uluslararası göç, aşırı sağ, diaspora ve İslamofobi gibi konular araştırma alanları arasında yer alıyor ve bu konular üzerine birçok makale, kitap, bildiri ve köşe yazısı bulunuyor. Biyoteknolojilerin insan yaşam döngüsünde ortaya çıkardığı biyoetik sorunlara odaklanan Farklı Bir Biyoetiğin İmkanı: Doğa, İnsan, Devlet kitabını kısa bir süre önce okuyucuyla buluşturan Soner Tauscher ile giderek ivme kazanan biyoteknolojiye dair merak edilenleri konuştuk.

Biyoteknoloji gün geçtikçe gelişiyor. Süreç içerisinde gelinen noktayı özetler misiniz?

Biyoteknoloji, özellikle son 70 yılda büyük bir ivme kazanmıştır. İlk tüp bebek uygulamaları, genetik mühendisliği ve kök hücre araştırmaları gibi gelişmeler, insan varoluşu ve toplum üzerinde olumlu ve olumsuz önemli etkiler yaratmıştır. Biyoteknoloji sadece tıbbi alanlarda değil, aynı zamanda tarım, çevre ve endüstride de köklü değişimler meydana getirmiştir. Günümüzde biyoteknoloji, insan varoluşunu yeniden tanımlayan genetik modifikasyon, klonlama ve nöroteknolojilerle daha da karmaşık hale gelmiştir​. Gelinen süreçte hümanizm tartışması devam ederken, artık insanın teknolojiyle anatomik olarak da bütünleştiği transhümanizm ve insanın bugünkü varoluşunun da aşılacağı duruma referans veren posthümanizmi de tartışmak durumundayız. Bilim ve teknolojinin hızla ilerlemesi, bireylerin ve toplumların yeni etik ikilemlerle karşı karşıya kalmasına neden olmuştur.

Geleneksel dönemde yeni bir olgu ortaya çıktığı vakit önce ciddi istişarelerle ahlaki/dini yorum belirginleşir, akabinde hukuka yansır, böylece yeni politikalar geliştirilirdi (Ahlak-> Hukuk-> Siyaset). Modernite ile birlikte teknolojiler insanı ve toplumu o kadar hızlı etkilemektedir ki bu süreç tersine işlemektedir. Artık gündelik hale gelen teknolojik yenilikler bireyi ve toplumu etkilemekte, siyaset ortaya çıkan beklenmedik durumu düzenleyebilmek için hızlıca karar almak zorunda kalarak hukuku belirlemekte, ardından ahlaki tartışmalar başlayabilmektedir (Ahlak<-Hukuk<-Siyaset). Böylece teknolojik yenilik birey ve toplum tarafından sindirilemeden hayatı belirlemekte, ertesi gün yeni bir yeniliğe uyanmak durumunda kalınmaktadır.

İnsanlık sonrası yeni bir çağ

Biyoteknolojinin hızla gelişmesi başta etik sorunlar olmak üzere beraberinde birçok sorunu da getiriyor. Hızlı gelişmeler adeta toplumlara kabuller dayatıyor. Sizce bunun sonu nereye varır? Bu doğrultuda toplumları hangi tehlikeler bekliyor?

İnsanın bireysel sağlığını ve yeteneklerini arttıracak olan “insani iyileştirmeler” bireyin yaratıcılığını ve kişisel gelişimini destekleyecek teknolojiler olarak kabul edilir. Teknoloji, insanın yaşam kalitesini arttırmada kullanılması, çevre ile mücadelesi için geliştirdiği araç ve gereçlerin tümünü içermesi bakımından insanlık tarihi kadar eskidir. Gözlerinin daha iyi görmesini sağlayan gözlüklerden, iletişimi daha verimli hale getiren cep telefonlarına kadar tüm teknolojiler insani iyileştirmeleri kapsamaktadır. Burada ayırt edici unsur, iyileştirmenin, gözlük, cep telefonu, araba vb. materyaller aracılığıyla insanın bedensel ve ruhsal ontolojisine müdahale edilmeden dışsal olarak mı uygulandığı yoksa sporcuların aldığı doping gibi ilaç ya da estetik gibi insan bedenine cerrahi müdahale veya gen terapisi gibi biyoteknolojik müdahalelerle içsel bir şekilde yapılıp yapılmadığıdır. İnsanların spor yaparken daha verimli olmalarını, çalışırken odaklanmalarını sağlayan ilaçların yanında yaşlanmayı önleyici ve insan yeteneklerini arttırıcı biyoteknolojik müdahalelere kadar “insani iyileştirmeleri” genişletmek mümkündür. Biyoteknik müdahaleler, doğum öncesinde istenmeyen özelliklere sahip embriyoların ayırt edilmesi (screening out), istenen özelliktekilerin seçilmesi (choosing in) veya istenen özelliktekilerin üretilmesine (fixing up) yönelik olabilmektedir. Biyoteknolojiler bu tarz müdahaleleri imkânlı hale getirmekte, yakın gelecek hedefleri arasında yaşlanma ve ölüm gibi “arızalara” sahip bedene “hapsolmuş” insan bilincinin makineye aktarılarak insan varoluşunun yeni bir aşaması olan post-insana ulaşma gibi -şu an için bilim kurgu gibi gözüken- düşünceler de vardır. Artık insanın kendi varoluşunu eline aldığı, “eski versiyon” insanın biyoteknolojilerle “iyileştirilerek” bedenin sınırları ötesinde “insanlık sonrası yeni bir çağ” gelmektedir. Böylece sınırları zaten geçişken olan insani iyileştirme yaklaşımından transhümanizme ve posthümanizme geçilmektedir.

Teknolojik açıdan hayal edilenle ulaşılabilenler her zaman farklı olmuştur. Ancak bilim kurgusal taraf bir yana bırakılacak olsa dahi günümüzde mümkün halde bulunan embriyoların performansa göre seçilimi, olası hastalıkların önceden tahmin edilmesi, taşıyıcı anneliğin geldiği boyut, klonlama ve insan/hayvan melezi üretme çalışmaları günümüz toplumları için önemli sorunları barındırmaktadır. Embriyonik “performansa” göre laboratuvar ortamında “dizayn edilen” / seçilen insanlar ile “doğal” yoldan dünyaya gelenler arasında toplumsal ve vatandaşlık açısından bir fark oluşacak mı? Üzerinde iyileştirmeler yapılmış insan ile “sıradan” insanlar demokratik haklar bakımından halen eşit olacaklar mı? Taşıyıcı anne ile çocuk ve biyolojik ebeveyni arasında nasıl bir ilişki kurulacaktır? Tüm bu sorular çoğaltılabilmekle beraber asıl sorun hangi teknolojilerin ahlaki/yasal olup olmayacağından ziyade bizlerin yakın gelecekte nasıl bir toplumsallıkta yaşamayı arzu ettiğimizle ilgilidir.

Etiğe yerel katkılar sunmak mümkün

Her ne kadar küreselleşmeyle birlikte toplumlar tek tipleştirilmeye çalışılsa da çok kültürlü bir dünya varlığını sürdürecek. Biyoteknolojiye bu çokkültürlülüğü dikkate alabilen bir çerçeve çizmek mümkün olabilir mi?

Batı literatürünün özellikle modernist yorumlarına bakıldığı zaman etik değerlerin insan ortak aklının ulaştığı hakikatin tezahürleri olduğu düşünülmektedir. Akli çıkarımların sadece insana ait olmasından dolayı da bu tezahürler evrenselleştirilerek tüm insanlığın uyması gereken normlara dönüşmektedir. Ancak iddia edilen ortak akla yakından bakıldığı zaman bileşenlerinin doğrudan Hristiyan-Yahudi dinine, Batı toplumlarının sosyokültürel ve ekonomik temellerine dayanan Batı düşünce dünyasından müteşekkil olduğu anlaşılmaktadır. Evrensel olduğu düşünülen etik içerisinde Batı-dışı toplumlara ait değerlere rastlamak oldukça güçtür. Batının üretmiş olduğu etik nasıl ki Avrupa ve Kuzey Amerika’nın yerel örfünün gelişimiyle kurulmuşsa pekâlâ Batı-dışı toplumlardan da etiğe yerel katkılar sunmak mümkündür. Böylece gerçek manada bir evrensellikten söz etmek imkânı doğacaktır.

Müslüman toplumların sınır tanımayan biyoteknolojik gelişmelerin oluşturduğu veya oluşturacağı toplumsal yapılara karşı itirazlarının olması kaçınılmaz. Sizce bu sorunlar nasıl aşılabilir?

Biyoteknolojiler sadece sorun alanları yaratmamakta aynı zamanda insanlığa yararlı olma potansiyelini de taşımaktadır. İnsanlığa ve doğaya sunduğu yararların önü kapatılmadan, fakat insan onurunun korunması ve insanın araçsallaştırılmasının engelleneceği şekilde politik düzenlemeler her zaman için gerekli olacaktır. Peki bu düzenlemeler “evrensel” ilkeler adı altında Batı merkezli bir etik anlayışla mı yoksa toplumların yerel tefekkürlerinin de dahil edildiği bir yöntemle mi gerçekleşmelidir? Bu bakımdan sadece biyoetik alanında değil etiğin her alanında İslam düşünce dünyasının felsefe, antropoloji, sosyoloji ve siyaset bilimine sunacağı muazzam katkılar bulunmaktadır. Hele ki etik düşüncenin Batı düşünce dünyasının Kilise dogmasından “aklın” dogmasına hapsolduğu bu dönemde İslam hukuk ve düşünce geleneği içerisinde yer alan ilahi gaye (Makasıd) dikkate alınarak maslahatın (Mesalih-i Mürsele) gözetilmesine yönelik çalışmalar küresel anlamda yeni açılımlar sunabilir. Buna göre oluşturulacak etik yaklaşımlar amaçlar istikametinde, insan ile topluma fayda sağlayacak işler üzere eylemde bulunmaktır. İslam düşüncesinde eylem, niyet ile amelin bir bütünü olarak var olmaktadır. Bu durumda niyet, eylemle, fikri ve psikolojik bir bütün olmak durumundadır. İslam düşüncesinin doğru eylem üzerine mülahazası ne faydacı etikte olduğu gibi sonuç ne de deontolojik etikte olduğu gibi sonuçlardan bağımsız niyetlere bağlıdır. İnsan, günlük yaşamdaki eylemesini, iyilik/fayda merkezli bir şekilde niyet ve sonucun uyumlu bütünlüğünü gözeterek yapmalıdır. Böylece salt bireysel çıkarlara ya da toplumsal kazanımların toplamına odaklanmaktan ziyade sorunun kökeni, hedef kitlesi, zamanın ve mekânın özelliklerinin de rol oynadığı bütüncül bir yaklaşıma ulaşılabilir.

Biyoteknolojik gelişmelerin kaynağı Batı

İslam Dünyasının, biyoteknolojinin dayatacağı değişimlere karşı şimdiden alması gerektiği tedbirler, atması gerektiği adımlar neler?

Biyoteknolojik gelişmelerin kaynağı çoğu zaman Batı toplumları olmakta, doğal olarak da ortaya çıkan sorunlar da ilk olarak kendi düşünce dünyaları ölçeğinde tartışılmaktadır. Ancak bu teknolojilerin uygulayıcısı olan Batı-dışı toplumlar teknolojiyi ithal ettikleri gibi fikirleri de ithal edebilmektedir. Teknoloji gibi fikrin ithali de Batı’nın bu toplumlar üzerindeki tahakkümünü devam ettirici nitelikte olabilmektedir. Ayrıca Batı’nın tarihsel gelişimden kaynaklı kaygılardan doğan sınırlandırmalar ile özgürlükler her zaman Batı-dışı toplumların ihtiyacına cevap veremeyebilmektedir. Küresel ölçekte kurulmuş olan Biyoetik İhtisas Komiteleri ve imzalanan birçok uluslararası sözleşmenin doğrudan Batılı etik anlayışın ithalatına yol açtığı düşünüldüğünde çeşitli uzmanlık alanlarını içeren yerel ve uluslararası komisyonların kurulması gerekmektedir. Var olan komisyonların bir taraftan sadece genetikçiler, tıpçılar ve tıp etikçilerinden diğer tarafta sadece İslami ilimlerden gelen uzmanlarca oluşturulması konunun bütünlüklü ele alınmasını engellemektedir. Teknolojik gelişmelerin hızı ve birey ile toplumu etkileme gücü göz önünde bulundurulduğunda, modern dönemin özelliklerini göz önünde tutarak insanın var oluşuna, insanlar arası ilişkilerin mahiyetine, insan ve çevre birlikteliğine, birey-toplum ve birey-devlet etkileşimine, yaşam ve ölüme, ailenin mahiyetine dair konuları biyoetik perspektifle kuramsal çalışmalar yürütecek İslami ilimler uzmanı, tarihçi, sosyolog, psikolog ve antropologlara ihtiyaç duyulmaktadır. Böylece evrensel etiğe yerelden katkı sunulabilmesi için filozoflara ve siyaset bilimcilere temel teşkil edecek eserler meydana gelebilecektir.



#Soner Tauscher
#Aktüel
#Hayat