Irak’ta da tuhaf şeyler oluyordu. Ramadi, Felluce ve Anbar başta olmak üzere Sünni aşiretlerin yoğunlukta olduğu pek çok bölgede beliren yüzü maskeli direnişçiler, yaşadıkları yerlerde yönetimin artık kendilerinde olduğunu söylüyorlardı. İran güdümündeki Irak Başbakanı Nuri el-Maliki’ye tepki olarak ortaya çıktığı iddia edilen bu hareket, çok geçmeden IŞİD/DEAŞ’ın altyapısını oluşturacaktı. Suriye’de ise savaşın başladığı 2011 yılından beri muhaliflere silah-cephane desteği veren ABD, bu yardımı kademeli olarak kesti. Çünkü Pentagon, muhaliflerin en önemli gruplarını El Kaide yanlısı olmakla suçluyor ve direnişin öncelikle Esed’e karşı değil, El Kaide’ye karşı yapılmasını istiyordu. İhanete uğradıklarını düşünen muhalif gruplar bu nedenle ABD’ye karşı her geçen gün Türkiye’ye daha fazla yaslandı. Batılı ülkeler Suriye’de çözümsüzlüğü derinleştirmekten başka bir işe yaramayacak Cenevre toplantılarını planlayadursun, trajedinin yaşandığı ülkede ölü sayısı çoktan 100 bini geçmişti. İlelebed Esed yönetimi altında yaşamak istemeyen Suriye halkının başlattığı devrim süreci, fillerin tepişmesiyle birlikte karanlık bir dehlize girdi. PKK/PYD kuzeyde muhaliflerle savaşıp Rasulayn ve Tel Abyad’ı ele geçirdi. Hakim olduğu yerde evvela tapu binalarını yıkıp içerideki kayıtları yok eden PKK’yı İranlı milislerin taklit etmesi dikkat çekiyordu. Çünkü İranlılar da Humus ve Hama’daki Sünni varlığını silmek için aynı şeyi yapıyordu. Lübnan Hizbullahı ise Halep’i çoktan kuşatmıştı bile.
Suriyeli Arap, Türkmen ve Kürt muhaliflerin giderek kan kaybettiği bir ortamda uzun yıllardır özenle hazırlanmış iki örgüt, sahipleri tarafından aktive edildi: FETÖ ve IŞİD. ABD-İsrail kontrolündeki Fetullahçı Terör Örgütü, Türkiye’de emniyet ve yargı içerisindeki uzantılarını kullanarak hükümete yönelik kumpasları ardı ardına devreye sokarken, bir yandan da MİT TIR’larına operasyon yapmak suretiyle Suriyeli muhaliflere yardım ulaştırılmasına mani oldu. Aynı tarihlerde, özenle tasarlanmış başka bir örgüt olan IŞİD sahnedeki yerini aldı. Tekfirciler, muhaliflerin rejimden kan dökerek aldığı topraklarda önce camilere yerleşiyor, ardından ‘mürted’ ilan ettiği ÖSO’cular hakkında ‘katli vacip’ fetvası veriyor, daha sonra zaten cephane bakımından zor durumdaki muhalifleri gelişmiş teçhizatlarıyla katlederek hazıra konuyorlardı. Örgütün lideri, ABD’nin Irak işgali sonrasında kurduğu hapishanelerden biri olan Bukka Kampı’nda özel olarak yetiştirilmiş Ebubekir el-Bağdadi idi. Seçtiği semboller, Holywood kurgulu kafa kesme klipleri ve katliam seanslarıyla ‘Müslümanların terörist gibi gösterilmesi projesi’nde en başarılı(!) rolü oynayan IŞİD, 2014’ten 2016 yılına dek kendisine verilen görevi harfiyen uyguladı. Büyük kısmı yabancılardan oluşan örgüt, Fas’tan Mısır’a, Yemen’den Sudan’a, Afganistan’dan Türkistan’a, İngiltere’den Fransa’ya kadar her coğrafyadan militanı içerisinde barındırdı. Binlerce muhalifi katleden ve Suriye-Irak hattındaki geniş bir alanda hakimiyet kuran terör örgütü, küresel güçlerin kitle iletişim araçlarıyla yürüttüğü yaygın propagandanın da etkisiyle hem Esed’i hem de ona direnen yerli muhalifleri tüm dünyaya unutturdu. Artık insanların gündemindeki yegâne öncelik, özenle seçilmiş Peygamber mühürlü siyah bayrak taşıyan IŞİD’i geriletmek, bunun için ABD öncülüğündeki ‘koalisyon’a destek vermek ve sözde ‘cihatçılara’ karşı savaşan ‘seküler’ PKK/PYD’yi kutsamaktı. Esed’in gidip gitmemesi artık o kadar da önemli değildi. Coğrafyayı Müslümanlardan temizlemek ve kadınlarla çocukları bile özgürce öldürebilmek için bulunmuş dahice bir fikirdi IŞİD. Nitekim böyle de oldu. Amerikan uçakları Musul’u, Felluce’yi, Rakka’yı, Deyrizor’u; Rus uçakları da İdlib’i, Halep’i, Bayır Bucak’ı gece gündüz bombaladı. Mevzubahis IŞİD’i temizlemek ise kaç bin kişinin öldürüldüğü önemli değildi. Kadim şehirler, camiler, türbeler bu süreçte yok oldu.
Direnişe yön veren muhalif grupların karizmatik liderleri de suikastlerle ardı ardına şehid edildi. İslam Ordusu Komutanı Zehran Alluş, Ahrar’uş Şam lideri Hasan Abud ile Halid el-Suri, Liva Tevhid Komutanı Abdulkadir Salih ve Türkmen komutan Muhammed Süleyman gibi 80’e yakın kişi bertaraf edildi. Savaşın başında Amerika’dan, İngiltere’den ya da Birleşik Arap Emirlikleri’nden gelen uydu telefonlarla yerleri tespit edilen bu kişiler, çoğunlukla lazer güdümlü füze atışlarıyla öldürüldü. IŞİD sahada soykırım yürütürken, geride kalan yapıları ise uçaklar vuruyordu. Terör örgütünün işgali öncesi 2,5 milyon insanın yaşadığı Musul’da nüfus 100 bine kadar düştü. 550 bin kişilik Tel Afer’de sadece 15 bin insan kalırken, 850 binlik Rakka işgal sonrası 30 bine, 600 bin nüfuslu Deyrizor 65 bine indi. Bazı bölgeleri IŞİD’in ‘temizleyip’ daha sonra PKK’ya devrettiği Suriye kuzey hattında da en az 550 bin kişi, yaşadıkları diyarı terk ederek Türkiye’ye sığındı. Muhaliflerin uzun direnişinin ardından 2016’da rejim ve İranlılar tarafından teslim alınacak Halep’te de durum farklı değildi. Savaş öncesi 5,5 milyon nüfusun barındığı masal diyarı, şimdi her enkazın altında şehid naaşlarının bulunduğu bir harabe halinde. Nüfus ise 100 binlere kadar düştü.