İstiklâl Marşı’nı yazmak ancak böyle bir şahsiyete nasip olurdu. Hayatı bizim için örnek alınacak davranışlarla dolu olan vatan şairini biraz daha iyi tanıyabilmek için torunu Selma Argon Ersoy’la konuştuk. Herkesin başka bir Mehmet Âkif’i olduğunu söyleyen Ersoy, “Ben dedemin samimiyetini, verdiği sözde durmasını, sapasağlam duruşunu, Allah’tan başka hiç kimseden korkmamasını sevdim” diyerek anlatıyor dedesini.
Sonunda yeni bir İstiklâl Marşı Yarışması açılma kararı çıktı. Dedemin “Allah bir daha bu millete İstiklâl Marşı yazdırmasın” duası kabul oluyor ve bir şekilde yazılmıyor bir daha. İstiklâl Marşı başlı başına ültimatomdur. Yani insanlara bir ders verir, bizi bir arada tutar ve bizim geçirdiğimiz günleri anlatır. Dedem, içinde yaşatarak yazmış bu marşı. Anlaşılmayacak bir yer yoktur İstiklâl Marşı’nda ve asla üstünde konuşulmamalıdır.
Aynen öyle, Rabbimiz ona göstermese, o sahneleri yazamazdı. Kuşçubaşı Eşref Bey verir Çanakkale’nin zafer haberini. Haberi alır almaz önce donar kalır, sonra küçücük ahır gibi bir yere girmiş. Sabaha kadar şükür namazı kılmış orada. “Sesini işitiyordum” diyor Kuşçubaşı, “Bir ara yavaşça kapıdan dinledim, ‘Bu destanı yazmadan canımı alma’ diye Allah’a yalvarıyordu. Sabah gün aydınlanırken yüzü gözü kum içinde dışarı çıktı. Birkaç kağıt uzattı bana, kendisi de yüzünü yıkamaya gitti. İlk okuma şerefi benim oldu. Okurken tüylerim diken diken oldu” diye anlatıyor.
Açılışına yetişemedim, ama geçen gün gezdim, anılarımı tazeledim. Tabii ki dedemin orada vefat etmesi, orada 6 ay yaşaması başka bir ruh veriyor mekana. Mısır Apartmanı’nın önemi çok, dedem orada vefat ediyor. Abbas Halim Paşa’nın yaptırdığı bir yerdi, Türk dostudur ve dedemin hamisidir. “Her zaman bir Abbas Halim bulunur ama ben bir daha Mehmet Âkif bulamam” diyecek kadar seviyor dedemi. Dedem de onu ikinci bir baba gibi sevmiş.