Organik tarım, hiçbir kimyasal gübre ya da ilaç kullanmadan üretim yapmayı amaçlar. Her şeyin yüzde yüz doğal olduğu iddiası kulağa hoş gelse de teknik olarak bu koşulları sağlamak son derece zor ve maliyetli. Bugün pek çok üretici, bu zorluklarla başa çıkamadığı için organik tarımdan kaçınıyor ya da organik olmayan ürünleri “organik” adı altında pazarlama yolunu seçebiliyor. İşte bu yüzden, özellikle fiyatları göz önüne alındığında, organik etiketli ürünlere kolayca güvenemiyorum.
Organik tarım, teknik olarak düşündüğümüzden çok daha kapsamlı ve titizlikle yürütülmesi gereken bir süreç. Üretim aşamasında kimyasal gübre ya da pestisit kullanımı tamamen yasak; toprağın doğal gübrelerle beslenmesi ve hormon gibi katkı maddelerinden uzak durulması şart. Ancak, tüm bunlar yeterli değil. Üretim yapılacak arazinin de çevresel kirlilikten etkilenmeyen, temiz bir bölgede olması gerekiyor. Otoyol kenarında veya sanayi tesislerinin yakınında bulunan bir çevrede yetiştirilen ineklerin sütü, kimyasal gübre kullanılmamasına rağmen organik sayılmıyor mesela. Veya sanayi tesislerinin kirlettiği su kaynaklarıyla sulanan tarlalarda yetiştirilen meyve sebzelerin organik olma ihtimali de imkânsız. Ayrıca, bir tarlanın organik üretim yapabilmesi için yedi yıl boyunca kimyasallardan arındırılmış olması gerekiyor. Çevredeki diğer tarlaların da kimyasal maddelerden uzak olması şart. Tüm bu koşullar organik sertifikalı üretimi oldukça zahmetli ve maliyetli hale getiriyor. Bu yüzden de ancak belirli büyüklükteki çiftlikler veya yeterli finansal imkana sahip üreticiler bu süreci tam anlamıyla uygulayabiliyor. Sertifikasyon sürecini tamamlayabilen üreticiler, ürünlerini “Tarım Bakanlığı onaylı organik sertifikası” ile pazara sunabiliyor. Ancak bu sertifikaya sahip olmayan ürünlerin gerçekten organik olup olmadığını anlamak tüketici için neredeyse imkânsız. Son yıllarda dünya genelinde yaygınlaşan “greenwashing” ya da “yeşil pazarlama” gibi stratejiler de organik etikete dair şüpheleri artırıyor. Firmalar, doğaya duyarlı ve sağlıklı olduğu algısını oluşturmak için ürünlerine “yeşil”, “doğal”, “eko” gibi etiketler yapıştırarak aslında çoğu zaman çok da farklı olmayan ürünleri yüksek fiyatlarla satabiliyorlar. Harvard Üniversitesi’nin 2023 yılında yaptığı bir araştırmaya göre, ABD’de tüketicilerin %70’i artık organik etiketlere güvenini yitirmiş durumda. Ülkemizde de bu durum farklı değil; birçok insan yüksek bedeller ödeyerek aldıkları ürünlerin gerçekten bu etiketi hak edip etmediğinden emin olamıyor. Bu noktada, daha uygulanabilir ve sürdürülebilir bir seçenek olarak “temiz tarım” kavramı karşımıza çıkıyor. Temiz tarım, kimyasal gübre ve pestisit kullanımını en aza indiren, geleneksel yöntemlere dayanan bir tarım anlayışı. Aslında, bu yöntem bize hiç de yabancı değil; anneannelerimizin, dedelerimizin bahçelerinde, tarlalarında gördüğümüz, atalarımızdan miras kalan tarım yöntemimiz. Bu yöntemde toprak, ihtiyaç duyulduğu kadar işleniyor, doğal yollarla beslenip güçlendiriliyor, atalık tohumlar kullanılıyor ve kimyasal kalıntı riski minimuma indiriliyor. En önemlisi, her şey mevsiminde yetiştiriliyor.
Bugün temiz tarım gastronomi dünyasında, en iyi restoranlardan sıradan mutfaklara kadar uzanan bir trend haline geldi. Bazı restoranlar ve butik oteller, kendi bahçelerinde bu yöntemle yetiştirdikleri meyve ve sebzelerle yemekler hazırlıyor ya da bu ürünleri temiz tarım yapan yerel çiftliklerden tedarik ediyor. Bu yaklaşım, sadece sağlıklı ve güvenilir ürünlere erişimi sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda köylünün, çiftçinin, küçük ölçekli üreticinin ayakta kalmasını ve güçlenmesini de sağlıyor. Tüketiciler, yerel üreticilere destek vererek hem sağlıklı besleniyor hem de yerel üreticinin ekonomik ve sosyal olarak gelişimine katkı sağlıyor. Bu sayede, geleneksel tarım yöntemlerimizin değeri de yeniden ortaya çıkıyor. Gastronomide temiz tarım ürünlerine olan ilgi, aslında mutfak kültürümüzün doğal ve mevsimine uygun beslenme geleneğine duyulan özlemin bir göstergesi. Sonuç olarak, “organik tarım mı temiz tarım mı?” sorusuna yanıt aradığımızda, temiz tarımın daha gerçekçi ve sürdürülebilir bir yol olduğunu düşünüyorum. Geleneksel yöntemlere dayalı, bilinçli ve sağlıklı bir üretimin temiz tarımla mümkün olduğuna inanıyorum. Temiz tarımın desteklenmesi, kırsal kalkınmaya ivme kazandırarak Anadolu’da üretim yapan, zor şartlarda ayakta kalmaya çalışan çiftçilerimize geçim kaynağı sunacaktır. Bu sayede kalkınan, para kazanan köy halkı yerinde yurdunda yaşamaya devam edecek, köyden kente göçün önüne geçilecektir. Üstelik bu yaklaşım, ülke ekonomisine de güçlü ve kalıcı katkılar sunacaktır.
l100 gr kuru çiçek bamyası l100 gr kuşbaşı et (dana veya kuzu) l1 adet orta boy kuru soğan l1,5 yemek kaşığı tatlı biber salçası l1 yemek kaşığı pul biber l1 tatlı kaşığı tuz l1 çay kaşığı limon tuzu l2 litre su l1 yemek kaşığı tereyağı
1. Bamyaların üzerindeki dikenli kısımları bir havlu yardımıyla ovalayarak temizleyin. 2. Bamyaları kaynayan suya atarak 10 dakika haşlayın ve süzün. 3. Kuşbaşı eti küp şeker büyüklüğünde, soğanı ise ince doğrayın. 4. Tereyağını tencerede eritip eti ekleyin ve 2-3 dakika kavurun. Ardından soğanı ekleyip kavurmaya devam edin. 5. Pul biber ve biber salçasını ekleyerek 2-3 dakika daha kavurun. 6. Su ekleyip kaynamaya bırakın. Kaynadıktan sonra tuz, limon tuzu ve haşlanmış bamyayı ilave ederek kısık ateşte 20 dakika pişirin. Afiyet şifa olsun.