Deneme okumayı severim. Deneme öyle bir tür ki belleğin kapısını içeriden açar. Yazarın içinden dışına, dışından içine aktığı gibi akar okura doğru. İyi denemelerde böyle özellik hep vardır. Onlar beraberinde getirdikleri her tür sürprizle zihni genişleten bir bakış açısına sahiptirler. Denemelerde yazma sanatının tekdüzeliği aşan cilveler olmasaydı ne denli keyifli bir tür olduğunu gösteremezdi bize. Son zamanlarda şairlerden/ yazarlardan düşünme biçimlerine dair okuduğum deneme kitapları tema çeşitliliği, dil ustalığı, anlatım zenginliği ve bakış açılarıyla göz doldurur nitelikte. Hepsi insan zihninin gösterisine dönüşerek ayrı bir pırıltıyı yansıtıyor.
Bu açıklamalardan sonra diyebilirim ki her insan yeteneğinin taşıyıcısıdır. Kaderini yürüyen bir varlıktır. Dilden veya sözden yana yeteneğini geliştirenler sanatçıdır, şairdir, yazardır. Mustafa Kutlu Sel Gider Kum Kalır kitabındaki Zorbe ve Solak Boksör yazılarında “…bana göre şiire şanslı başlayanlardan. Yani bir nevi “şair-i mader-zad” denilen cinsten. Onu bir bakıma Cahit Zarifoğlu’na benzetiyorum. Şiir varlığına dolup taşıyor sanki.” ve “… daha ilk mısralardan itibaren sarsmaya başlar sizi. Nakavt eder. İki seksen uzatır.” dediği Türk şiirinin has şairlerinden Hüseyin Atlansoy’dur. Nicedir şiirimizde ağırlığı olan şairlerden o. Ama bu kez şiirle değil farklı bir türle günlük hayata, değişen sosyolojiye, edebiyata, şairlere, yazarlara, dergilere, anılara ve belleğe odaklanan düzyazılarıyla okuru selamlıyor. Yürüyüşünü şiirden sonra denemeye açıyor. Rengârenk ve Ritmik adıyla Ketebe Yayınları arasında yayımlanan deneme kitabı Rengârenk Yazılar ve Ritmik Saymalar diye iki bölümden oluşuyor. İlk bölümde on beş, ikinci bölümdeyse kırk deneme yer alıyor. Atlansoy, bu denemelerde daha çok monografik, sosyolojik ve poetik bilgilerle Tolstoy, Dostoyevski ve Juan Rulfo’dan roman okumalarını/ çözümlemelerini harmanlıyor. Bir çeşit suskunluk konuşmalarıdır bunlar. Kitaplar her şeyin açıklandığı yer değildir. O, bu yazılarda sanki sadece buzdağının görünen yüzü. Zihninin arkasında çalışanları bilmiyoruz. Bahis açamıyoruz onlardan.
İlk denemesi ön söz ve yazma poetikası niteliğinde. Çünkü kendince yazmanın bahanelerini unutulmak, kendinde olmak, kaçamamak, hayreti çoğaltmak, tedbirsizlikten, teklifsizlikten, an için kalem yazmak, buğday düşmek zorundadır, diye sıralar. Sonraki denemeler ise yedilerin/ renklerin anlatısından anların, günlüklerin, anıların rengine, birçok kişiye ve ilginç bilgilere evriliyor. Anlatıların sıkıntısının ilkinde “gerçek” ya da “gerçeklik”in yeniden kurgulanmasından ama kurgunun da modernliğin bir sonucu olmasından bahseder. İkincisindeyse mahremiyetleri ifşa etmemeye özen göstererek ‘söz’ karşısında bir ‘Doğu’lu tavırla konuşacağını açıklar. Gerekçesinde de: Batılı konuşarak susar, ben susarak konuşacağım, der. Geçmişten içsel sesler, aynı çevrede/ ortamlarda bulunduğu kişiler, şairlerden dizeler, onların çağrışımları, belleğinden ve anılardan dökülenler anlatılarına karışır. Özellikle Rengârenk Yazılar başlıklı seri denemelerde renklerin anlam katmanları zihin, bellek ve anlardan hareketle hayat, yazarın hayatından kesitler, hayatına dokunan şiirler, romanlar ve diğer birçok alanlardaki kitaplardan alıntılar, onlara göndermeler, açıklamalar kısa, eksiltilmiş, çarpıcı, ironik ve düşündürücü cümlelerle yorumlanır. “Batıda Kan Var” adlı ilk şiirini yazması, adını bir filmden koyması ve bu şiirini Nabi Avcı’ya götürmesinden sonra Moby Dick’in hayatındaki yerini, şu an birçoğumuzun bildiği isimlerle ilk tanışma anları ve onlara dair anekdotlarla “İntihar İlacı”nda hüzün sözcüğüne neden yer vermediğini açıklar. Eskişehir’den İstanbul’a gelişi bir masal havasında. Ama mekanlar ve kahramanları gerçek kişiler. İstanbul için evet ama İzmir için daima ve asla der. “Ya Sinek Sekiz Ya Buhurumeryem” şiirinin kahramanından söz eder, dünya ile yeryüzünün farklılığı gibi.
Hüseyin Atlansoy, şiirlerindeki gibi kasırgası eksizsiz kelime avcısı tavrıyla her denemesine inanılmaz merak katıyor. Elma ve Buğday. Bu iki sözcüğün edebiyat, mitoloji ve ilahiyattaki sembolik anlamlarını Batı ve Doğu medeniyetinin özellikleriyle birlikte ele alır. O, denemelerini, sosyoloji eğitimi almış bir şair, bir yazar olarak bilgi ve bilgelik edasıyla yazıyor. Denemelerine hayatından izlenimler, anlar ve anılarla okuduklarının bıraktığı izleri, onlara dair duygu, düşünce ve yorumlarını paylaşıyor. Aslında yazar, otantikliğinin farkında, ilk bakışta sıradan gibi gözükse de, halbuki şiirde olduğu gibi özgünlüğünü ve biricikliğini gösteriye dönüştürüyor. Çünkü Atlansoy’u okurken, düşünen, gözlemleyen, geçmişe dönen, geleceğe bakan, bilgi ve kültür birikimiyle çözümleyen okurla sohbet eden bir içtenlikte buluyoruz.
Özellikle ikinci bölümdeki denemelerde hayat ya da an olsun, saflık ya da zekâ olsun, roman kahramanı ya da eşya olsun, aylaklık ya da fikir olsun, kaplan sıçrayışı ya da kartal uçuşu olsun şarkılar ya da sinema olsun hep insan özneye dair bir neşeyi veya enerjiyi yüksek tutuyor. Hani Salâh Birsel’in “yazının tadı çıkarılarak yazılan bir türdür, belki de tek türdür” dediği türden denemelerin tadını çıkararak yazıyor. İlk bölümde anılar anlatılar üzerinden akarken bu bölümde bizi kimi yazılar yüz yüzsüzlük, dil, soluk, göz, duruş, delilik üzerinden antropolojik hatta ontolojik denemelerle buluşturuyor. Hayatını denemeleriyle örtüştürüyor.
Netice olarak Rengârenk ve Ritmik’te zihni, düşünüş biçimi, ufuk açıcı üslubu, ince mizahı ve renkli diliyle Atlansoy, okuru çekici, çarpıcı ve sıra dışı bir düşünce dünyasının yollarına düşürüyor. Açmak isteyene açılacak kapılar gösteriyor.