Mehmet Aycı’nın “Dağ Aşma Bilgisi” ne şiirlerden birinin adı ne de bu üç kelime herhangi bir şiirde geçiyor. Demek ki şair, kitabına bu adı verirken şiirlerin tümünü temsil etmesini murad etmiş. “Dağ aşma bilgisi”, bana doğrudan doğruya Yunus Emre’nin o atasözü değeri kazanmış olan dizesini hatırlattı: “Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşar.”
Mehmet Aycı’nın şiir kitabı Dağ Aşma Bilgisi, Kayıp Kayıt Kitap tarafından yayımlandı. 62 sayfalık kitapta 35 şiir var. Kitabın başına Edirneli Nazmî’nin bir beyti konmuş. Fakat nasıl olduysa beytin yazımında bir yanlışlık olmuş. Doğrusu şöyle:
Kûh-ı Kaf etmez tahammül etseler tahmîl eger
Şol kadar bâr-ı girandır fi’l-hakîka bâr-ı aşk
(Aşk yükü -gerçekten- öylesine ağır bir yüktür ki onu Kaf dağına yükleseler taşıyamaz.)
Seçilen bu beyit, kitabın adıyla olduğu kadar emanetin göklere, yere ve dağlara arz edildiğini ve fakat onların emaneti yüklenmeye yanaşmadıklarını haber veren ayetle de ilişkili: Ahzab: 72.
DAĞLARI AŞMA ARASINDAKİ FARK
“Dağ Aşma Bilgisi” ne şiirlerden birinin adı, ne de bu üç kelime herhangi bir şiirde geçiyor. Demek ki şair, kitabına bu adı verirken şiirlerin tümünü temsil etmesini murad etmiş. “Dağ aşma bilgisi”, bana doğrudan doğruya Yunus Emre’nin o atasözü değeri kazanmış olan dizesini hatırlattı: “Dağ ne kadar yüksek ise yol onun üstünden aşar.”
Sezai Karakoç, yazılarından birinde bu cümleden hareketle doğuluların dağları yollarla aştığını, batılılarınsa tünel açmayı tercih ettiğini belirtmiş ve aradaki önemli farka dikkati çekmişti. Mehmet Aycı da şiirlerinde güncel küresel sorunlara uygarlık ve yaklaşım farkını hesaba katarak bakıyor. İlk şiirin adı: “Yakınlığından başka”. Yeri gelmişken belirteyim: Mehmet Aycı’nın şiirlerine seçtiği bazı adları anlamak ve şiirle ilişkilendirmek özel bir çaba istiyor.
Andığım şiir, şu soruyla başlıyor: “Kim rahatsız olabilir suyun sesinden / İçimizde bir kuduz dolanmadıkça”. Herhâlde sizin de zihninize kuduz hastalığına ilişkin çağrışımlar hücum etmiştir. Şair “Hollywood” ile “NASA”yı aynı dizede anarak bunları aynı düzlem içinde algılamamız gerektiğine işaret ediyor (s. 11). Şiirin dördüncü ve son dörtlüğü, teknolojik başarılarıyla bütün sınırları çiğneyip geçeceğini sanan modern dünyanın çıkmazını basit görünen canlı bir tablo hâlinde resmediyor:
Kuş üzümü üreten bir makinaya
Nasıl inanabiliriz dünya durdukça
Vurulduğunda son kuş, son asma
Kuruduğunda hatta… (s. 12).
“Vurulduğunda son kuş” ifadesini okurken Sait Faik’i ve “Son Kuşlar” öyküsünü hatırlayabilirsiniz.
İkinci şiir, “Kimsenin kimseden bir yalnızlığı”, bireylerin ölüm karşısında çaresizliklerine ve güçsüzlüklerine işaret eden, kimi dizeleri aforizma değeri taşıyan bir metin: “Bir gün ölüveriyor anne dediğin”, “Yaşadığın kadar dilinle bağın” (s. 13).
Üçüncü şiir “Deterjan” da çağımızın ve teknolojinin tabiata ettiği haksızlık ve zulümlerin karşılığını giderek artan bir şiddet ve yoğunlukla görmekte olduğumuzu resmediyor. İlk bölüm, “Bak ırmak köpürüyor bunda bir iş var” dizesiyle bitmişken ikinci bölüm, “Bak ırmak kararıyor bunda bir iş var” dizesiyle bitiyor (s. 14). Şiirin finali, meş’um bir kehanetten ziyade uyarıcı bir öngörüyü andırıyor:
Daha günbatımı kızıl daha gökyüzü mavi
Daha kıyamet değil deneyleriniz
Daha sarmadı batıyı çölleşme, açlık
Bir üç yedi kırk
Bak ırmak çekiliyor bunda bir iş var
Ruhunuz kan lekesi, temizlemiyor
Ruhunuzun ellerini hiçbir deterjan (s. 15).
“Okra” adlı şiir de yine çevre felaketlerinin yol açabileceği tuhaflıklara ironik bir dille işaret ediyor: “Nasılsa yapayını iyi yapar Çinliler/Kalbinizi de tasarlar belki bir iç mimar/Yeni bir ilişki için dekor, tefrişat/Cümlesi pazarda var…” (s. 16).
Şiirlerin her biri üzerinde tek tek durmak uzun sürer, bazı tespitlerle yetineyim: Kitaptaki 35 şiirden 26’sı tek sayfaya sığmış kısa şiirler. Bunlardan en kısası iki dize yahut bir beyit. Adı: “Batkın”.
Sende soğuyan külün ateşi bende taze
Taşıyorum baktıkça derin dinginliğine (s. 46).
Burada suçlama veya kınama şöyle dursun serzeniş bile yok. Sadece bir durum tespiti yapılıyor. “Taşıyorum” sözcüğünü hem yükleniyorum anlamında hem de kabıma sığamıyorum anlamında algılayabilirsiniz; söz iki algıya da elverişli. Şiire adını veren “batkın” ile “taşıyorum”un taşkınlığı hoş bir çatışkı oluşturuyor.
MARİLYN MONROE TÜRK ŞİİRİNDE
Kitapta iki sayfaya yerleştirilmiş sekiz şiir var. Kitabın en uzun şiiri “Migren”, tam 9 sayfa (s. 29-37). Şiirin başında “O.W.S. için” ithafı yer alıyor. “Bu Oswald Spengler mi acaba?” dedim. Ne de olsa Birinci Dünya Savaşından sonra Batının Çöküşü’nü o yazdı.
“Migren” baş ağrısından çok kafa ağrılarından söz ediyor: “Güneşi yarattığında Tanrı/ Kafanın içinde yarattı/Güneşi döndürdüğünde Tanrı/Kafanın içinde döndürdü / O kadar hızlı o kadar hızlı o kadar hızlı/Hayal meyal seçilen ekin tarlaları/Hayal meyal seçilen elma ağacı”. Şiirin burasında durup “Kafanın içinde değiliz artık, ekin tarlaları, elma ağacı kafanın dışında, doğada” diyecekken “Hayal meyal seçil yılan ıslığı renginde” dizesinde sözün çarpıldığını görünce “kafanın içi” yeniden devreye giriyor sanki…
“Kuruyan denizleri kaybolan kıtaları/ Nuh’un tufanını bile Tanrı, Tanrımız/Kafanın içinde yarattı önce/Hatta Ağrı’yı bile/İnsan ağrılara sarılıyor bilince!” (s. 29).
Mehmet Aycı’nın Tanrı ile arasının iyi olduğunu söyleyebiliriz. “Kapalı Şarkı Havası” şiirinde gökyüzünde bulutları biçimden biçime sokanın Tanrı olduğunun farkında biri olarak “Senin gökyüzü nasılsa!” nakaratını tam dört kez söyler (s. 42-43).
Şairin bazı şiirlerde Tanpınar ile selamlaşması çok hoş. Fakat ben “Marilyn Monroe’nun Benleri”ni okurken Arif Nihat Asya’yı hatırlamadan edemedim. 5 Ağustos 1962’de 36 yaşında intihar eden Sarışın Bomba’nın ardından Arif Nihat Asya, 9 Ağustos 1962 tarihli Yeni İstanbul gazetesinde “Çekirdek” başlıklı köşesinde âdeta bir ağıt yayımlamıştı: “Sarışın Bomba” derlerdi .. sarışınlığı boyalara, bombalığı bir toprak yığınına kaldı. Artık, ne 8’ler çizen yürüyüşü, ne gözlerle yenen vücudu var!” cümlesiyle başlayıp “Kızlar, burda dünyanın, vücut ölçüleriyle uğraşmaktan, bir kalbi olabileceğini düşünmediği bedbaht Marilin Abla yatar.” cümlesiyle bitiyordu o yazı (Çekirdek I, s. 43-46, Ötüken Y., 1975). Sonra bir de şiir yazdı. İlk dörtlüğü şöyle: “Burda korolar, sololar/ Çınlar Marilin Marilin.. /Orda orglar, piyanolar, /Çanlar Marilin Marilin!” (Bir Bayrak Rüzgâr Bekliyor, 7. Bs., s. 105-106, Ötüken Y.1996)
Doğrusu, Mehmet Aycı’nın Marilyn’i Arif Nihat Asya’nınkinden çok daha derin, çok daha anlamlı. Okuyunca bana hak vereceksiniz (s. 28).