Günümüzde farklı isimler tarafından hazırlanmış farklı yayınevlerinden basılmış Şeyh Galip Divanı’nı karşılaştırdığımızda pek çok hatanın bu eserlerde tekrar ettiğini ya da yeni hatalarla basıldığını görüyoruz.
Sezai Karakoç, bütün şiirlerini topladığı Gün Doğmadan adlı kitabının “Yedinci Sağnak” bölümünü 1969-1970 yılında yazdığı şiirlere ayırmıştır. Gül Muştusu adlı destansı şiirle başlayan yedinci sağnak, “Ses”, “Masal” ve “Sepet” ile sürer. Bölümün son şiiri “Fecir Devleti”dir.
Mustafa Kirenci’den öğrendiğimize göre Sezai Karakoç, “Masal” şiirinde “direniş”i, “Fecir Devleti”nde “diriliş”i anlatmıştır. (“Günlükler, Hatıralar (1983-2010)”, Türk Dili, Ağustos 2023, s. 29)
Fecir Devleti, şöyle başlar:
Çağırdığım fecirde yoğrulacak bir yapı
Dumanlar içinde
Alevler içinde bir Şeyh Galib’dir ustası
Şiirin ilerleyen bölümlerinde Şeyh Galib tekrar tekrar anılacaktır:
Horoz üç kere ötmeden şafakta
Ve şeyh Galib, yeniden iş başında şafakta
Yeni dünyanın ilk ustalarından
Benim dünyamın muştucularından
Alev duman kan ve gül içinde
Leylâk, kadından düşen şafak
Ve kadın, anneden çocuğa akan
Bir şelâle belki, dünya kayalıklarından
Ta… Cennet’e dökülecek
Fecir Devleti’ni kuracak, yeşertecek kahramanın özellikleri arasında şunlar da vardır:
Usta mimar yani Şeyh Galib’in öğrencisi
Şafağı öğleyi sabahı akşamı
Yatsıyı
Ve hele ikindiyi tam yerinde kullanan (…)
YENİDEN FETİH ÜZERİNE YOĞUNLAŞMAK
Tarihi boyunca “fetih” ile “bozgun” duygularını yaşayan ulus/halk, “Bozgunda bir fetih düşü” olarak Yahya Kemal ile karşılaşmıştır ama sokaklarda didik didik edilmektedir. Fakat şairin yüreği her şeye rağmen umut doludur:
Hayır. Hayır. Bu madenî sis
Bu kömür tabakası üfürülecek
Gül bahçelerinden gelen
Şeyh Galib işi
Bir şafakla
Savruluyorum kaybolan bir ses gibi o yana
Ne altın başaklar harmanı bu
Babamın biçtiği
Güneşin sıcaklığından rengini alan buğday
Şair, köleliğe ve sömürüye karşı zamanı ve insanı dirilten Kur’an aydınlığının, peygamber duasının peşindedir. “Alev duman ve kan içinde” belirecek “şafak yapısı”, “Şeyh Galib’in divânı gibi” “yeni bir fecrin devleti” olarak yükselecektir.
Sezai Karakoç’un fecir devletine giden yolda bir öncü, bir usta olarak gördüğü Şeyh Galib (1757-1799), Ahmet Hamdi Tanpınar’ın gözünde de önemli ve büyük bir şairdir. Beş Şehir’in Konya bölümünde Tanpınar, Galib’in o ünlü beytini anar:
Hoşça bak zâtına kim zübde-i âlemsin sen
Merdüm-i dîde-i ekvân olan âdemsin sen
“… Mevlevî selâmı Galib’in bu beytindedir.” diyen Tanpınar’a göre, Mevlevî selâmında “İnsan insanda Allah’ı görür ve onu tebcil eder.” Tekkelerin kapatılmasından biraz önce kadir gecesinde Konya’da izlediği bir Mevlevî âyini Tanpınar’ı çok etkilemiştir.
KONYA’DA ŞEYH GALİB’i DÜŞÜNMEK
Konya’da bulunduğu yıllarda Şeyh Galib’in, kendisini “sık sık meşgul” ettiğini belirten yazar, Galib’in bir müseddesinden dört bendi “mevlevî âyininin bütün sembollerini, mevlevî macerasının kendisiyle beraber ver”diğini belirterek nakleder. Aslı dokuz bend olan müseddesin Beş Şehir’e alınan bentlerinde gördüğüm bazı okuma yazma farklılıkları beni hem düşündürdü hem üzdü. Ahmet Hamdi Tanpınar’ın değer verip iktibas ettiği bir metni doğru okuyup doğru yazmayı -aradan bunca yıl geçmişken- becerememiş olmak gerçekten üzücü bir durum. Okuma yanlışının bir sebebi de Tanpınar’ın metni yeni Türk harfleri yerine eski Türk harfleriyle yazmış olması ihtimalidir. Eski edebiyatı ve onun kavramlarını bilmeyen bir dizgici metni yanlış okuyabilir. Yayına nezaret eden öteki ilgili ve sorumlular da işlerini ciddiyetle yapmazsa Şeyh Galib’e ve onu sevenlere yakışmayacak tuhaflıklar ortaya çıkar.
Millî Eğitim Bakanlığı tarafından 1969 yılında başlatılan 1000 Temel Eser dizisinin 5. kitabı olarak yayımlanmış olan Beş Şehir’in 102. sayfasında “Gözüm dûş oldu gördüm bir gürûhî hep külâhîler / Aceb heybet aceb şevket aceb tarz-ı ilâhîler” mütekerrir beytinde “gürûhî” kelimesi “gürûhu” olmalıydı. Bu kelimenin “gördüm” yükleminin nesnesi olduğunu fark etmemek çok tuhaf. Daha tuhaf bir durum Prof. Dr. Naci Okçu’nun hazırladığı Şeyh Galip Divanında karşıma çıktı: “Gözüm dûş oldu gördüm bir gürûhu hep hep külâhîler”. Nedense, ölçüyü bozmak pahasına gereksiz bir “hep” eklenmiş. “Rumûz” kelimesi “Rûmûz” şeklinde yazılırken de ölçü çiğnenmiş. Kimi kelimelere gereksiz uzatma işareti konmuş (istîgrâk, âbdâl Monlâ’yâ)), kiminde işaret yanlış harfin üzerine konmuş (kanaât), kimi kelimede uzatma işareti ihmal edilmiş; tamlama bulunmayan ibareler tamlama varmış gibi yazılırken tamlama olan ibare tamlama yokmuş gibi yazılmış (https://ekitap.ktb.gov.tr/Eklenti/10654,metinpdf.pdf?0).
Mevlevî ayinini tasvir eden şu üç mısrayı okuyalım:
Melekler reşk eder bir tavr u âdâb u rüsûmu var
Melikler mâlik olmaz deff ü ney tabl u kudûmu var
Semâ meydânının hem mihr ü meh çarh u nücûmu var
YANLIŞ BASILAN KELİMELER
Millî Eğitim Bakanlığı’nın yayımladığı Beş Şehir’de de, Dergâh Yayınları’nın çıkardığı Beş Şehir’de de maalesef ikinci dizenin başındaki “Melikler” kelimesi, “Melekler” biçiminde yanlış basılmıştır. Def, ney, davul, kudüm gibi çalgı aletlerinin meleklerden çok meliklere yakıştığı fark edilmeliydi. Bakanlık ve Dergâh baskılarında “çarh u nücum” kelimeleri “çarh-ı nücum” şeklinde, “yıldızlar çarkı” anlamına gelecek biçimde yazılmış.
Kelâm-ı samtı deryâlar gibi pür-cûş söylerler
Mahabbet râzını birbirine hâmûş söylerler
Be-her-dem hûş der-dem sırrını bî-hûş söylerler
Rumûz-ı aşkı cümle bî-zebân ü gûş söylerler
Bu mısralar maalesef ne Beş Şehir’de ne Diyanet İşleri Başkanlığının yayımladığı Şeyh Gâlib Dîvânı’nda doğru yazılmıştır. Beş Şehir’de “hûş der-dem” “hûş-i derdim” biçiminde yazılmıştır. Şairin “benim derdim” demekten sakınacağı düşünülmemiştir. Naci Okçu neşrinde anlaşılmaz bir yola başvurulmuş ve “Rûmûz-ı aşk-ı cümle” gibi tuhaf bir tamlama yapılmıştır. Diyanet neşrinde “Rûmûz” tuhaflığı düzeltilmiş ama tamlama yanlışı düzeltilmemiştir.
Dr. Muhsin Kalkışım’ın hazırladığı ve 1994 yılında yayımlanan Şeyh Galib Dîvânı’nda da maalesef birtakım tuhaflıklar görmüştüm. 217 numaralı gazelin altıncı beytini ben olsam şöyle yazardım:
Şîvenin şiveye tebdil ederdi Ya’kûb
Görse âğûş-ı Zelîhâ’daki beyt-i hazenim
Muhsin Bey, “beyt-i hüznüm” yazmış; “benim, dehenim, vatanım, sühanım, vb.” kelimeleriyle uyumu gözden çıkarmış.