Biz kaşık kültürüne ait bir medeniyetiz. Çatalın Anadolu topraklarına 19. yüzyılda geldiği düşünülürse, kaşığın bu topraklardaki kökleri çok daha derinlere uzanır. Anadolu’da çok eski zamanlardan beri kullanılan ve aynı zamanda ağaç malzemeyle ehil ellerde can bulan tahta kaşıklar, kaşık ustalarının zevk ve becerileri sayesinde birer sanat eserine dönüşmüş ve zamanla eşsiz bir kültürel mirasın temsilcisi haline gelmiştir.
Kaşık, insanoğlunun pişmiş aşı ağıza aktarma amacıyla ağaç kabuğundan, yapraktan, hayvani ürünlerden, midye kabuğundan, ahşaptan, kemikten, kimi zaman da pişmiş topraktan yaptığı bir araçtır. Bu basit ama önemli buluş, Neolitik Dönem’de Anadolu topraklarında buğdayın keşfiyle birlikte, besinleri pişirerek yemeye başlayan atalarımız tarafından geliştirilmiştir. Çanak çömlek teknolojisinin ortaya çıkması ve yemek kültürünün oluşmasıyla, tahıl ve bitkilerin evcilleştirilmesi, yumuşak ve sulu yemeklerin kaşıkla yenmesini zorunlu kılmıştır. Anadolu, bu anlamda oldukça zengindir. Neolitik yerleşim alanlarının görüldüğü hemen her yerde, başka hiçbir yerde benzerlerine rastlanmayan eşsiz tasarımlara rastlanır.
Kaşığı yapan, kullanan ve dünyaya öğreten Türkler
Kaşık kelimesi, “kaşımak” fiilinden türemiş olup, kaşıyarak aşındırmak, oymak, yontmak anlamlarına gelir. Eski Türkçe’de “kaşuk” olarak bilinen bu kelime, Türklerin kaşığı ilk yapan ve kullanan medeniyetlerden biri olduğunu gösterir. Dîvânu Lugâti’t-Türk’te Kaşgarlı Mahmud, kaşıktan “gışuk” olarak bahseder. “Boş laf kulağa, boş gışuk ağıza yakışmaz.” Bir başka yerde “kamıç” ismiyle bahseder: “Ol münüg kamıçladı.” (O, çorbayı kaşıkladı.) Bu ifadeler, Türklerin kaşık kullanımındaki köklü geçmişini ortaya koyar.
Kaşık medeniyeti ve şimşir kaşık
Bizim medeniyetimiz kaşık medeniyetidir. Çatal, Anadolu topraklarına 19. yüzyılda gelmiştir. O döneme kadar herkesin kendine ait kaşığı bulunur ve bu kaşıklar bellerindeki kuşaklarda taşınırdı. Genelde şimşirden yapılan tahta kaşıklar, sağlıklı, hafif ve taşınabilir olmaları nedeniyle tercih edilirdi. Tahta kaşık yapımı, estetik ve incelik isteyen bir sanattır. Anadolu’da çok eski zamanlardan beri kullanılan ve aynı zamanda ağaç malzemeyle ehil ellerde can bulan tahta kaşıklar, kaşık ustalarının zevk ve becerileri sayesinde birer sanat eserine dönüştü. Ağacı nakkaş gibi işleyen kaşıkçı ustaları, her bir kaşığı adeta bir sanat eseri gibi şekillendirdi.
Yeniçeriler ve kaşık kardeşliği
Yeniçeri Ocakları’nda askerlerin sırma işlemeli börklerinde gümüşten veya başka bir madenden kaşıklıkları olurdu. Yeniçeriler için kaşık, aynı zamanda dayanışmanın ve birliğin simgesiydi. “Kaşık kardeşliği” tabiri, aynı sofrayı paylaşan aynı sofrayı paylaşan dostlar arasındaki güçlü bağı ifade ederdi. Merasimlerde kaşıklığa yeniçerilerin rütbelerine göre turna telleri, balıkçıl telleri, düz sorguçlar ve süpürge sorguçları takılırdı.
Osmanlı sofrasında kaşık zarafeti
Yemeklerin üç parmakla yendiği Osmanlı sofrasında kullanılan tek araç kaşıktı. Şimşir, abanoz, sedef, sakız, Hindistan cevizi, sandal, zeytin, bağa, fildişi, şir-i mâhî, kemik gibi pek çok çeşidi bulunan kaşığın sapları mercan, gümüş, sedefle işlenir, kimi kaşıklar değerli taşlarla süslenir, kimilerinin üzerine yazılar yazılırdı. Kaşık, aynı zamanda hanenin ekonomik durumunun da göstergesiydi. Her evde sofra kaşığı bulunurken ekabirin sofrasında her yiyeceğin kaşığı ayrıydı. Çorba, hoşaf, paluze, keşkül kaşıkları ayrı ayrı servis edilirdi. Ağıza değmesi haram sayıldığı için altın ve gümüş kaşıklar kullanılmazdı. Ancak bu gelenek, 19. yüzyılda Avrupa etkisiyle değişime uğradı. Yabancı ülkelerden gelen hediyeler ve elçilere verilen ziyafetler nedeniyle İstanbul sofralarında tahta kaşıklar yerini, altın ve gümüş kaşıklara bırakmaya başladı.
Sembolik kullanımlar ve kaşık iletişimi
Anadolu’nun çeşitli yerlerinde genç erkek ve kızların evlenme taleplerini babalarına doğrudan söylemeleri genellikle ayıp sayıldığından, gençler isteklerini pilava kaşık saplamak gibi dolaylı yolla anlatmışlardır. Bazı yörelerde ise evlenmek isteyen erkeğin sofraya bir kaşık fazla, kızın ise bir kaşık eksik koyarak evlilik taleplerini ifade etmeleri, bilinen geleneklerdendir. Kaşık, aynı zamanda önemli bir sembol olup, ölçü birimi olarak kullanılır ve süs eşyası olarak evlere asılır. Silifke’den Antalya’ya, Kastamonu’dan Konya’ya, Anadolu’nun birçok bölgesinde kaşık, müzik ve eğlencenin vazgeçilmez bir parçasıdır.
Kaybolmaya yüz tutan kaşıkçılık sanatına sahip çıkılmalı
Bugün geleneksel el sanatlarımızdan biri olan tahta kaşıkçılık sanatının ve kaşık ustalarının kaybolmaya yüz tuttuğu, kaşıkların genellikle turistik hatıra eşyası olarak alındığını üzülerek gözlemliyorum. Adapazarı’nın Taraklı, Çanakkale’nin Çan, Trabzon’un Sürmene, Kütahya’nın Tavşanlı, Antalya’nın Akseki ilçeleriyle Kastamonu ve Konya gibi şehirler, ahşap kaşık üretiminde önemli merkezlerdir. Ancak bu illerde de kaşıkçılık sanatı giderek kaybolmaktadır. Teknolojiye direnen son ustalar, tahta kaşıkların yeterince değer görmediğinden ve yeni nesillerin bu mesleğe ilgi duymadığından yakınıyor. Anadolu’nun binlerce yıllık tarihine tanıklık eden kaşıkçılık sanatı, bir kültür mirasıdır. Kaşık kültürümüzü korumak ve yaşatmak adına, bu sanata devlet aklıyla sahip çıkmak ve genç nesillere aktarmak, hepimizin görevi olmalıdır. Pilavdan dönenin kaşığı kırılsın, çünkü kaşığımız, medeniyetimizin bir simgesidir.
TAZE SARIMSAK KEBABI
1 adet yuvarlak tepsi
500 gr taze sarımsak
600 gr orta yağlı et / kıyma (kuzu-dana karışık)
1 adet domates
3 adet sivri biber
2 yemek kaşığı nar ekşisi
Parça etleri zırhta ince ince çekelim. (Zırhınız yoksa kasabınızdan kıyma şeklinde temin edebilirsiniz.) Çekilen ete tuz ve karabiber ilave edelim. Taze sarımsakları kabuklarıyla birlikte ikiye bölelim. Aralarına ortalama 40 gr kıyma yerleştirelim ve yuvarlak pişirme tepsisine dizelim. Üzerine dörde böldüğümüz domatesleri ekleyelim. 250 derecede ısıtılmış fırında yaklaşık 50 dakika pişirelim. Pişirmenin son 10 dakikasında sivri biberleri ilave edelim. Pişen kebabın üzerine nar ekşisi gezdirelim. 10 dakika dinlendirip lavaş ile servis edelim. Afiyet şifa olsun.