ÖTEYE MEKTUPLAR - 5 Büyük sevdaların adamına

04:002/11/2019, Cumartesi
G: 1/11/2019, Cuma
Yeni Şafak
Nuri Pakdil
Nuri Pakdil

“Sevgili Ağabeyim, dün sizi ahiret yurduna uğurladık. Hacı Bayram-ı Veli Camii öyle kalabalıktı ki... Mescid-i Aksa’da omzunuza aldığınız Filistinlilerin direniş sembolü poşuyu (Kufiyye) tabutunuzun başucuna koyduk. Rasim Özdenören, Hikmet Kuşcu ve Hasan Seyithanoğlu yanı başınızdaydı. Tabii, İdris Hamza’yı söylememe gerek yok. Yardımcınız Ayşe Hanım’ın gözyaşları dünden beri hiç dinmedi.”

ARİF AY
Sevgili Ağabeyim,

Gün doğdu, gün döndü, gün battı; gece oldu: Ne güzeldi seninle karanlığı yara yara yürümek… Ekmeği bölüşmek, öfkeyi bilemek, konuşmak ve susmak: Hepsi seninle güzel, seninle anlamlıydı. Seyahatlere çıktık, yollarda, bulvarlarda yürüdük. Öfkeniz de güzeldi, gönül almanız da… Bahar oldu, yaz oldu, kış oldu: Kimi zaman bir derviş; Mevlana’dan, Hacı Bektaş-ı Veli’den, Hacı Bayram-ı Veli’den, Yunus’tan bir nişanla, kimi zaman bir militan ve partizan olarak altıncı asırda durdunuz hep. Zamanı, mekânı ve hakikati içselleştiren bir devrimciydiniz mütemadiyen. Sizinle kırk yedi yıl süren bu dünyadaki birlikteliğimiz dün sona erdi. Ahiret birlikteliğimizi de bana nasip etmesini Yüce Rabbimizden niyaz ediyorum ve size sonsuz rahmet diliyorum.

Canım Ağabeyim,

Acımın tazeliğiyle ve bu acının verdiği buruk duygularla yazıyorum bu mektubu. Acımı da sizinle paylaşmak istiyorum. Yalnızlık duygusunun yakıcı ateşini ruhumda hissediyorum ve yazarak bastırmaya çalışıyorum bu duyguyu. Siz mektup yazmayı ve mektup almayı çok severdiniz. Hatta, aynı şehirde oturmamıza karşın, bizden kendinize mektup yazmamızı ister ve sık sık dile getirirdiniz mektup yazma işini. Çünkü yazının, sözden daha etkili olduğuna vurgu yapardınız hep. Üç cilt halinde kitaplaşan mektuplarınızın başında: “Her yere serptiğim tohumlar: mektuplarım.” demiştiniz.

Sevgili Ağabeyim,

Dün sizi ahiret yurduna uğurladık. Hacı Bayram-ı Veli Camii öyle kalabalıktı ki… Mescid-i Aksa’da omzunuza aldığınız Filistinlilerin direniş sembolü poşuyu (Kufiyye) tabutunuzun başucuna koyduk. Rasim Özdenören, Hikmet Kuşcu ve Hasan Seyithanoğlu yanı başınızdaydı. Tabii, İdris Hamza’yı söylememe gerek yok. Yardımcınız Ayşe Hanım’ın gözyaşları dünden beri hiç dinmedi. Siyasi zevatı saymıyorum. Sahi, onlar niye gelir ki… Hayatlarında bir kez olsun davamıza bir milim omuz vermemiş, kitaplarınızdan bir satır okumamış bu zevat, onlarca korumalarıyla tabutunuzu öyle bir kuşattılar ki onlar yüzünden sizi gerçekten sevenler, yanınıza yaklaşamadılar. Şunu da söyleyeyim: Herkesin elinde cep telefonu, şimdiye kadar sosyal medya fenomeni yaptıkları yetmiyormuş gibi hâlâ aynı yanlışı sürdürmenin ve cenazenizden bile parsa toplamanın çabasında bir sürü insan vardı ortalıkta. Namazınızı çok sevdiğiniz Mehmet Görmez Hoca kıldırdı. Güzel bir konuşma da yaptı. Sonra, bir anda arka saflarda bir genç yüksek sesle rahmetli M. Akif İnan’ın “Mescid-i Aksa” şiirini okumaya başladı ve cemaati yara yara yanınıza kadar geldi. Bir yandan şiir okuyor, bir yandan ağlıyordu İdris Hamza’ya sarılarak. Yoğun bir duygu bulutu yükseldi gökyüzüne. O bulut sizden bir veda selamı olarak Kudüs’ün göğünü de kaplamıştır inşallah. Taş atan Filistinli çocukların elleri yükseldi Allahuekber nidalarıyla tüm semaya.

Mescid-i Aksa’yı gördüm düşümde
Götür Müslümana selam diyordu
Dayanamıyorum bu ayrılığa
Kucaklasın beni İslam diyordu

Hacı Bayram-ı Veli Camii avlusu birden o resmi atmosferden çıktı ve tam da size özgü devrimci bir atmosfere bürünüverdi.

TACEDDİN DERGÂHI’NIN AVLUSU

Sevgili Ustam,

“Hacıbayram’ı aradan çekerseniz, Ankara’yı gece de gündüz de bir karanlık basar. Çünkü Ankara, soyut bir gudubettir; yanar dört mevsim.” derdiniz ve Ankara’yı hiç mi hiç sevmezdiniz. Ne ki, ebedi istiratgâhınız yine Ankara oldu. Sizi Taceddin Dergâhı’nın avlusuna tevdi ettik. Günün beş vaktinde okunan ezanlarla birlikte, özellikle sabahın sessizliğinde namaza gelen samimi müminlerin ayak seslerinin size ulaşacağından hiç kuşkum yok.

Canım Ağabeyim,

Mezarınıza kırmızı güller diktik. Kimi açmış, kimi tomurcuk halinde. “Kanayan Güldür Kalbimde Ortadoğu.” derdiniz ya, işte o güller… “Aşka azmettirici çiçeklerin başını çeker/n/ gül/ler.” Üstelik ömrün gülle, kurşunla korunduğunu da söylersiniz:

PAROLA
Ve gülle kurşunla korunur ömür
Ve izini Kitabın hiç durma sür
Güle ayrı bir önem atfederdiniz. Çünkü, bizim medeniyetimiz gül medeniyetidir:
Gül alırlar gül satarlar
Gülden terazi tutarlar
Gülü gül ile tartarlar
Çarşı pazar güldür gül
Demez mi Ümmi Sinan’ımız.

Hafız’ın kabri olan bahçedeki gül gibi, senin kabrinde de bu güller her daim açar inşallah.

Yahya Kemal’in dediği gibi:
Ölüm âsûde bahar ülkesidir bir rinde
Gönlü her yerde buhurdan gibi yıllarca tüter
Ve senin serviler altında kalan kabrinde
Her sabah bir gül açar her gece bir bülbül öter
Sevgili Ağabeyim,

Bu yüzyılın insanı sizi anlamadı. Daha doğrusu, anlamak istemedi. Çünkü, sizi anlamak makamı, mevkii, malı mülkü ayaklar altına almak demektir. Rahattan, konfordan mahrum olmak demektir. Rahatsız olmak demektir. Çile çekmek demektir. Kimse bunları göze almak istemedi. Oysa siz, her şeyi yalın bir dille yazdınız, anlattınız. “Kirli mülkiyet” dediniz. Çünkü faizle işleyen bir ekonomiden elde edilen mülkiyet kirlidir de ondan. “Kara siyasa” dediniz. “Servetim ve mirasım eylemimdir.” dediniz. “İnsan! Seni savunuyorum; sana karşı!” dediniz. Sayayım daha: “Mirac, ırkçılığa indirilmiş kesin bir darbedir.”

“İnsanın, Allah’a doğru koşusunu engelleyen barikatların kaldırılmasını istiyorum.”

“Dünyada kötülüklerin, çürüyüşün nedeni Tanrı’dan uzaklaşmaktır.”

“Şirke teslim olmamış vicdanlarla yürümek istiyorum.”

“Yalnız camilerde savunulur alın teri, emek ve tüm ezilmişlerin hakları.”

“Hayaline baş konulan büyük sevdalardır hayatı yaşanır kılan.”

Bu cümlelerin neresi anlaşılmaz Allah aşkına! Ey, büyük sevdalara baş koyan yalnız adam! Mekânın cennet olsun.

Sizi çok arayacağız, çok özleyeceğiz.

#Nuri Pakdil