Dr. Seyfullah Aslan, Avrupa’nın Volga’dan sonraki en uzun ikinci nehri olan Tuna’nın Osmanlı İmparatorluğu’ndaki macerasına arşiv belgelerinden yola çıkarak ışık tutuyor.
Denizlerin ve nehirlerin kontrol edilmesi ülkelerin siyasi ve askeri çıkarları kadar ekonomik menfaatleri için de önemlidir. Osmanlılar Doğu Akdeniz’de hâkimiyet kurmuşlar, Karadeniz’i bir Türk gölü haline getirmişler, Kızıldeniz ve Basra üzerinden Hind Okyanusu'na uzanmışlardı.
Bununla birlikte Osmanlıların ilgisi sadece denizlerle sınırlı kalmamış, imparatorluk içindeki büyük nehirler üzerinde tersaneler kurulmuş ve filolar oluşturulmuştu. Başta ağır toplar ve mühimmat olmak üzere ordunun ağırlıklarının deniz veya nehir yoluyla gemilerle taşınması Osmanlılara büyük bir avantaj sağlamaktaydı. Osmanlı orduları bu sayede rakiplerine göre savaş alanına çok daha hızlı bir şekilde ulaşabilmekte ve önemli bir ateş gücünü konuşlandırabilmekteydiler.
Seyfullah Aslan’ın “İmparatorluğun Tuna Donanması: Teşkilât ve Faaliyetler (1683-1718)” isimli kitabı tam da bu konuya mercek tutuyor ve Avrupa’da II. Viyana Kuşatması ile başlayan tarihi gelişmelerin yaşandığı dönemi ve Osmanlı İmparatorluğu’nun Tuna nehri üzerindeki faaliyetlerini ele alıyor.
OSMANLILARIN YOĞUN İLGİSİ
Seyfullah Aslan’ın kitabına bir takdim yazan Türk denizcilik tarihi çalışmalarının önde gelen ismi Prof. Dr. İdris Bostan, Akdeniz merkezli Osmanlı topraklarının Karadeniz ve Hind Okyanusu kıyılarına kadar uzandığına vurgu yaparak bu genişlemenin ancak güçlü bir donanma ile mümkün olabileceğini ifade ediyor. Buna ek olarak, Osmanlıların bu geniş coğrafyada güven ve huzur ortamını sağlayarak deniz ticaretinin gelişmesine olanak sağlamalarının hem denizlerde hem de nehirlerde faaliyet gösteren Osmanlı gemilerine ve leventlerine bağlı olduğunu vurguluyor.
Bostan, Osmanlıların Tersâne-i Âmire ile Basra ve Süveyş gibi bölgesel tersanelerde inşa ettikleri filoları çeşitli deniz üsleri ve liman-kale ağı ile desteklediklerine dikkat çekiyor ve bu bağlamda, Tuna nehri üzerinde de inşa edilen tersanelerin birer üs olarak önemine değiniyor. Yine Osmanlıların gösterdiği yoğun ilgi sebebiyle Tuna nehrinin en azından bir bölümünün “Osmanlı Tuna’sı” olarak anılmayı hak ettiği tespitini yapıyor.
Osmanlılar önemli bir kısmı kendi topraklarından geçen Tuna nehri ile hem askeri hem de sosyo-ekonomik olarak derin bağlar kurmuş ve zaman içinde detaylı bir teşkilat oluşturmuşlardı.
15. YÜZYILDAN 17. YÜZYILA
İmparatorluğun Tuna Donanması’nda tarih boyunca Tuna nehrinin etrafındaki bütün toplumlar, devletler ve imparatorluklara farklı amaçlarla hizmet ettiğine dikkat çekilerek Tuna nehrinin hem bir sınır ve engel hem de bir fırsat olduğunun altı çiziliyor. Tabii bu fırsat, ancak Tuna Nehri’ne donanmayla hükmedip nehrin iki kıyısını da kontrol edebilen devletler için geçerliydi.
Roma’dan Osmanlı’ya kadar parçalı bir denetim altında olan Tuna nehrinin Karadeniz’den Budapeşte’ye kadar olan çok önemli bir kısmını Osmanlılar tek güç olarak kontrol etmişlerdi. Osmanlıların Tuna kıyılarına 15. yüzyıl başlarından itibaren ilgi gösterdiğine değinen yazar, ilk dönemlerde yerel kapudanlıklar ve filolar ile Osmanlı İmparatorluğu’nun Tuna üzerinde faaliyetlerine başladığını söylüyor.
Zaman içinde Osmanlıların imparatorluk reflekslerinin bir yansıması olarak Tuna nehri için de bir teşkilât kurulmuş ve 17. yüzyıl sonları itibariyle Tuna Kapudanlığı oluşturulmuştu. Böylece hem mali hususlar hem de gemi inşa organizasyonundaki parçalı idari yapı birleştirilmiş ve çok daha verimli bir sistem ortaya çıkmıştı.
SAVAŞLAR, GEMİLER, KAPTANLAR
Kitap giriş ve sonuç kısımlarına ek olarak dört bölümden oluşuyor: “Tuna Donanması’nın İdari Yapısı” başlıklı ilk bölümde teşkilâtın Osmanlıların ve merkezi donanmanın bilgi birikimi, bürokratik eğilimleri ve insan kaynağı ile şekillendiği vurgulanıyor. Tuna nehrinin coğrafi özellikleri de bu nehre özgü görevliler tayin edildiği ve nehre uygun gemiler inşa edildiği ifade ediliyor. “Tuna Donanması’nın Mali Yapısı” başlığını taşıyan ikinci bölüm Tuna donanmasına ayrılan mali kaynaklar ve Tuna kapudanlarının gelirlerini inceliyor.
“Gemi İnşa Faaliyetleri ve Malzemenin Temini” başlıklı üçüncü bölümde gemi türleri hakkında detaylı bilgi verilerek, Osmanlıların Tuna nehri üzerinde kurdukları tersanelerde nehre uygun alçak bordalı ve kürekli gemiler inşa ettikleri ifade ediliyor. Gemi inşası için gerekli malzemelerin temini meselesi de bu bölümde ele alınıyor. “Tuna Donanması’nın Faaliyetleri” başlıklı son bölümde ise Tuna donanmasının savaşlardaki rolü, Tuna nehrinin güvenliği için alınan tedbirler ve sefer lojistiğiyle ilgili konulara değiniliyor.
Yazar Tuna Donanması’nın teşkilat ve faaliyetlerine dair bilgilerin ortaya konabilmesi için kapsamlı bir arşiv çalışması gerçekleştirmiş ve Osmanlıların düzenli ve titiz mali bürokrasi kayıtlarından istifade etmiştir. Kitap, hem Osmanlıların Tuna donanmasını bir bütün olarak ele alış biçimi hem de dayandığı geniş arşiv malzemesi ile Türk tarihçiliğinde sahaya önemli bir katkı olarak öne çıkmakta ve çok önemli bir boşluğu doldurmaktadır. Temennimiz kitabın hızlı bir şekilde diğer dillere de çevrilerek başta Tuna Nehri’nin geçtiği ülkeler olmak üzere ilim âlemine faydalı olmasıdır.