Geçtiğimiz haftalarda Güney Afrika'nın en eski İslâm müzesi olan Bo-Kaap Müzesi açıldı. Türk bayrağı, Osmanlı arması ve Sultan Abdülhamid Han'ın fotoğrafının sergilendiği müze Osmanlı adına çalışan bir Türk İslam âliminin evi. Müzenin açılmasında büyük emeği olan ve uzun yıllardır Güney Afrika’da Osmanlı varlığı üzerine çalışan Cape Town Üniversitesi Afrika Çalışmaları Bölümü Araştırma Görevlisi Dr. Halim Gençoğlu, unutulmuş bir hazinenin kapısını aralamakla kalmayıp gün yüzüne çıkarıyor. Güney Afrika'daki Osmanlı izlerinin 1850’li yıllara kadar gittiğini söyleyen Gençoğlu, “Kendilerini Afrika'ya vakfeden Osmanlı ulemasının bölgedeki hizmetleri ve orada kalan çocuklarının faaliyetleri günümüze kadar Ümit Burnu'nda bir Osmanlı kültür mirasının oluşmasına vesile olmuştur. Bu mirasımız günümüze kadar ihmal edilse de halen tüm ihtişamıyla ayakta” dedi.
Cape Town Üniversitesi Afrika Çalışmaları bölümü araştırma görevlisi Dr. Halim Gençoğlu, uzun yıllardır Güney Afrika’da yürüttüğü çalışmalar ile Osmanlı varlığını gün yüzüne çıkarıyor. Türkiye'de çeşitli üniversitelerde Osmanlı devleti ve ekonomik tarihi üzerine ihtisasından sonra sömürge tarihi çalışmalarına yönelen Gençoğlu, 2009 yılından beri Güney Afrika'da yaşıyor.
"Afrika'da Osmanlı Varlığı" üzerindeki çalışmalarına ağırlık veren Gençoğlu, Müderris Ebubekir Efendi'nin Ümit Burnu'ndaki faaliyetleri konusunda çalıştı ve yüksek lisans tezini dereceyle tamamladı. Çalışmaları İngilizce, Türkçe, Afrikansca makale ve kitap olarak yayınlanan Gençoğlu’nun son olarak Afrika ve Türkiye’ye kazandırdığı çalışması ise Güney Afrika'nın en eski İslâm müzesini açmak oldu.
Bo-Kaap Müzesi Güney Afrika'nın en çok ziyaret edilen ikinci müzesi Müderris Ebubekir Efendi gibi Osmanlı adına çalışan Müderris Mahmud Efendi'nin evi. İçerisinde birçok doküman, Türk bayrağı, Osmanlı arması ve Sultan Abdülhamid Han'ın fotoğrafı sergilenmekte. Biz de bu vesileyle Gençoğlu ile Güney Afrika'daki çalışmalarını, Osmanlı izlerini, Türk âlimlerini konuştuk.
2009 yılında sömürge tarihinde uzmanlaşmak niyetiyle Güney Afrika'nın Cape Town şehrine geldim. Cape Town Üniversitesi tarih bölümü başkanı Prof. Dr. Nigel Worden'la çalışmaya başladım. Güney Afrika'da sömürgecilik ve kölelik üzerine dersler aldım. Açıkçası Afrika'da dünya sıralamasında bir üniversite olduğunu da bilmiyordum. Cape Town Üniversitesinde mastır öğrencisi olarak Prof. Worden'un teşvikiyle Afrika'da Türk izleri üzerine çalışırken Güney Afrika Milli arşivini kullanma şansım oldu. O zamandan bu yana yıllardır çalıştığım Güney Afrika arşivinde daha evvel açılmamış Güney Afrika ve Türkiye münasebetleri ile ilgili dosyaları inceledim.
Müderris Ebubekir Efendi, Müderris Mahmud Fakih Efendi, Başkonsolos Mehmet Remzi Bey derken unutulmuş bir hazinenin kapısını aralamış olduk. Bu bulduğum ailelerin Osmanlı Devletine hizmet etmiş şahsiyetlerinin tahrip olmuş mezarlarını da yaptırmaya başladım. Ayrıca 19. yüzyılda Güney Afrika'ya göç etmiş Osmanlı devletine muhabbet besleyen aslen İzmir, Aydın ve Rodoslu Sefarad Yahudilerini buldum. Güney Afrika'nın ilk Müslüman siyaset adamı, ilk Müslüman kadın doktoru gibi şahsiyetlerin Osmanlı kökenli ailelerden geldiğini üniversitemde yayınlayıp tanıttım. Tabii bu çalışmalar esnasında İngilizce, Türkçe birçok kitabım çıktı. Açıkçası bu kayıp hazineyi yazmakla bir türlü bitiremediğim için doktoramdan sonra da Cape Town Üniversitesinde Afrika Çalışmaları Bölümünde araştırmalarıma devam ettim. Kısacası ardı arkası kesilmeyen Osmanlı mirasına dair malzeme bizi yıllardır araştırmalara sevk etti ve Güney Afrika'yı bırakamadık.
Haklısınız, Türkiye kamuoyunda Afrika'ya dair genel itibariyle bir önyargı var. Hâlbuki yeraltı kaynakları ve doğal güzellikleri açısından Afrika muntazam zenginliklere sahip. Esasında ne olduysa Afrika'ya musallat olan sömürgeci batının bu zenginlikleri sömürmek maksadıyla kıtayı yağmalayınca Afrika yerlisi fakir kaldı. Evvelâ Portekizliler ve Hollandalılar, sonra Fransız ve İngilizlerin işgalleri Afrika'yı o denli sömürüye tabii tuttu ki geride "Kara Kıta" yahut "Yoksul Kıta Afrika" imajı oluştu. Hâlbuki Afrika kendine yeten zenginlikleri ve muazzam kaynaklarıyla kıtaların içinde en zengin toprak parçasıydı.
OSMANLI MİRASI İHMAL EDİLSE DE HALEN TÜM İHTİŞAMIYLA AYAKTA
Afrika ile Türk halkının ilk münasebeti esasında Osmanlı Devleti'nden çok daha önce Mısır'da "Fil emaratul Türkiyye ved Devletul Tuluniyun" adıyla Mısır’da kurulan Tulunoğulları Türk devletidir. Bunu yine resmi kayıtlarında "Ved Devletul Turkiyya" adıyla bilinen 1517 yılına kadar Memlukler izlemiş. Tunuslu İslam âlimi ve mütefekkir İbn-i Haldun, bölgenin en büyük milletinin Türkler olduğunu not ederken Memlukleri kastediyordu. Kıtayla olan Osmanlı münasebetleri Yavuz Selim'in Mısır seferiyle başladı. Osmanlı devleti bu tarihten itibaren Afrika'yı vatanı gibi imar etti. Mısır'da, Cezayir'de, Sudan'da halen birçok medrese, cami ve kemerler yaşayan Osmanlı mirasının tezahürleridir. Güney Afrika'daki Osmanlı izleri ise 1850’li yıllara kadar gider. Kendilerini Afrika'ya vakfeden Osmanlı ulemasının bölgedeki hizmetleri ve orada kalan çocuklarının faaliyetleri günümüze kadar Ümit Burnu'nda bir Osmanlı kültür mirasının oluşmasına vesile olmuştur. Bu mirasımız günümüze kadar ihmal edilse de halen tüm ihtişamıyla ayakta.
OSMANLICA KAYNAKLARI İLK DEFA KULLANAN TARİHÇİ
Evet, benim Seyyid Ebubekir Efendi üzerine çalışmamın sebebi esasında doğru bilinen yanlışları Cape Town arşivinde tespit etmemle başladı. İlk olarak Ebubekir Efendi'nin bulduğum pasaportunda gerçek yaşını tespit ettim. Daha sonra Ebubekir Efendi'nin etnik kökenlerinin Kureyş ailesine dayandığını ve Kürt kökenli olmadığını ortaya çıkardım. Ne yazık ki bu çalışmalarımız Türkiye'de o dönemde Kürt açılımı siyasetine denk geldiği için ört bas edildi. Sadece ilim dünyası alâkadar oldu. Hâlbuki tarih, politik argümanlarla değil arşiv belgeleriyle yazılır. Kullandığımız kaynaklara daha önce ulaşan olmamıştı. Elbette en önemli kaynak Ebubekir Efendi'nin torununda olan aile belgelerinde sadece Kureyş ailesinin kullandığı ‘Emcedi’ soy ismine dair kayıtlardı. Esasında gerek Güney Afrika'daki aile mensupları gerekse İstanbul'da yaşayan torunları bana bu hatayı düzelttiğim için teşekkür edip özel bir dolmakalem hediye ettiler. Ailenin tarihini doğru yazan tek tarihçisi olarak kalemin üzerinde bir işleme var. Öte yandan bu tür çalışmalarımız CapeTown Üniversitesinde Ebubekir Efendi'nin hayatı üzerine bir tez yazmamızı gerektirdi. Güney Afrika akademik camiası bölge tarihiyle ilgili Osmanlıca kaynakları ilk defa kullanan tarihçi olarak çok ilgi gösterdi. Özellikle yakın zamanda kaybettiğimiz Prof. Dr. Robert Shell'in teşviklerini ve dostluğunu burada anmam gerekir.
EBUBEKİR EFENDİ BİR BAŞARININ İSMİDİR
Ebubekir Efendi bir başarının ismidir, genç nesillerimiz için bir ilham kaynağı ve Türkiye-Güney Afrika münasebetleri için bir semboldür. Devletimiz ne yazık ki bu potansiyelimizi henüz kullanamamıştır. Bunun sebebi bölgeye gönderdiği elçi ve temsilcilerin Afrika'yı geçici bir sürgün yeri olarak addedip ofislerinden dışarı çıkmamalarından ileri geliyor. Ebubekir Efendi'nin mezarını bile yıllar sonra benim yaptırmamın sebebi bu ihmalkârlığa delil teşkil eder.
Onun hayatını yazarken Ümit Burnu'nda yürüdüğü sokaklarda yürüyüp yaşadığı evleri tespit ettim. Hayatında Ebubekir Efendi'yi asıl etkileyen yer gençliğinin geçtiği Erzurum'dur. Cape Town'da yaşadığı bir evin ismini Erzurum Taş Konak olarak isimlendirmişti. Onu yazarken evvelâ gurbette bir Osmanlı olarak onu anlamaya çalıştım. Düşünün Cape Town'a geldiğinde Redhouse henüz sözlüğünü yazmamıştı. Ebubekir Efendi Arapça İngilizce sözlük kullanmıştı.
İLK İSLAM İLMİHALİNİ KALEME ALDI
Fakat Ümit Burnu'nda başka bir sorunla daha karşılaştı. Güney Afrika eski bir Hollanda sömürgesi olduğu için halk, Felemenkçe Malayca karışımı Afrikaans adında bir dil konuşuyordu. Ebubekir Efendi literatürde Cape Dutch dediğimiz bu lisanı öğrenerek ilk İslam ilmihalini kaleme aldı. Bu yazmanın tek nüshası Ebubekir Efendi'nin torunu Hişam Nimetullah Efendi'dedir. Muhafaza edilmesi için Türkiye'de tıpkıbasımının yapılması zaruridir. Fakat ne yazık ki Ankara'daki yetkili kurumlar ilgilenmedi.
Doğrudur. Müderris Ebubekir Efendi Cape Town'da Wale ve Bree sokaklarının kesiştiği köşede bir okul açmıştı. Cape Town Milli Arşivi’ndeki belgeler bunu ortaya koyuyor. 2013 yılında bunu tespit edip yazdığım halde Türkiye hükümetinin buradaki yetkilileri bu konuyu da ört bas edip kapattılar. Zira o dönemde etkili olan hizipçi bir cemaatle aramız bozuktu. Hayata cemaatlere itibar etmediğimiz için buradaki cemaatler bizi rakip aldılar. O dönemde benden başka rahatsız olan olmadığı için aykırı olan ya da görünen biz olduk. Hâlbuki şimdi bir gece kulübü olarak kullanılan bu tarihi bina bizim dediğimiz gibi satın alınsaydı, muntazam bir Osmanlı müzesi olurdu. Ebubekir Efendi'nin torunlarında olan belge, el yazması Kuran, Beratı Şerifler ve madalyalar da o şekilde korunurdu. Afrika'daki Osmanlı mirasına son derece ehemmiyet veren Sayın Cumhurbaşkanımız Erdoğan bu ihmalkârlığı ve hatta halen bu aileye Türk vatandaşlığı verilmediğini bilse eminim alâka gösterecektir. Şu anda Güney Afrika'nın ekonomi bakanı Ebubekir Efendi'nin torunlarından İbrâhim Patel ile olan iki ülke arasındaki ilişkileri dahi benim, yani bir akademisyenin başlatmış olması burada ülkemiz adına bir diplomatik eksikliğin olduğunu gösteriyor. Bu şekilde Afrika'da var olmak ancak pek sınırlı ve münferit muvaffakiyetler nispetinde mümkündür.
IRKÇI REJİM KARŞISINDA TÜRKİYE’YE DÖNMEK İSTEDİLER
Ebubekir Efendi'nin çocukları ve torunları Türkiye ile olan münasebetlerini 1950’li yıllara kadar taze tutmuşlar. Mesela Ebubekir Efendi'nin Güney Afrika'da yaşayan iki torunu Birinci Dünya savaşı çıkınca Türkiye'ye gidip Kût'ül-Amâre ve Çanakkale'de savaşıyorlar. Savaş bitince memleketleri Ümit Burnu'na dönüyorlar. Hatta 1939 yılında Erzincan depremi mağdurları için bağış toplayıp Ümit Burnu'ndan Ankara hükümetine gönderiyorlar. 1948 yılında Güney Afrika'da Apartheid adında ırkçı bir rejim başlayınca aile mensupları ırkçılığa dayanamayıp Türkiye'ye dönmek için dönemin Ankara hükümetine başvuruyorlar.
1950'DEN BERİ KADERLERİNE BOYUN EĞDİLER
Müspet cevap alamayınca 1952 yılında aile adına iki kişi bizzat Ankara'ya gidip hükümetle görüşüyor. Kimse ilgilenmiyor. O tarihten beri aileyi Güney Afrika'da unuttuk, onlar da Türkiye'nin umursamazlığını sineye çekip Afrika'da kaderlerine boyun eğdiler. 1950'den beri ailenin bu hayal kırıklığı devam ediyor demek yanlış olmasa gerek.
Ben Güney Afrika'ya ilk geldiğim zaman Türkiye'de Güney Afrika'da Osmanlı varlığı adına bilinen Ebubekir Efendi'den başka bir şey yoktu. Ebubekir Efendi adına bilinenler ise yanlış ya da eksik bilgilerdi. Ben yazdığım tezle öncelikle onun kimliği, ailesi ve bıraktığı kültür mirası hakkındaki hataları düzelttim. Onun tesiriyle öğrencilerinin Ümit Burnu'nda kurduğu Hamidiye Cami ve Osmanlı Kriket Kulübünü yazdım. Tabii daha ilginç bilgiler zaman içerisinde Cape Town arşivindeki çalışmalarımızla ortaya çıktı.
Genel itibariyle müspettir lâkin bu sual biraz da sizin onlara kim olduğunuzu anlatmanıza göre değişir. Zira sömürgeciler uzun yıllar Afrika'da bir düşman Türk imajı yaratmak için ellerinden geleni yapmışlar. Fakat Osmanlı Devleti'nin hizmetlerini ortaya çıkarıp gösterirseniz elbette yanılgı içerisinde olduklarını anlıyorlar. Mesela Güney Afrika yerlilerine zulmeden Apartheid döneminde 1967 yılında Türkiye'nin Güney Afrika'daki Apartheid rejimini kınadığına dair belgeyi Cape Town Üniversitesinde tanıttığım zaman çok alâka gördü. Türkiye'ye geçen yıl Cape Town Üniversitesinden 80 kişilik bir öğrenci grubunu gönderdim. Türkiye için seçim yapmalarında etkili olan sebep vermiş olduğum konferanstı. Bu tür tanıtımlar elbette etkilidir ve sadece var olan Osmanlı mirasını ortaya koysak kâfidir.
İNSANI YAŞAT Kİ DEVLET YAŞASIN
Bu zaman zarfındaki çalışmalarımız Güney Afrika'da Osmanlı mirasının Seyid Ebubekir Efendi'den ibaret olmadığını göstermiştir. Onların mezarlarını bakımsız görmekten her Türk evladı gibi biz de rahatsız olduk. Mezar taşları kırılmıştı. Onları yeniden yazdırdım. Birkaç eş dostla birlikte toplanarak mezarları da yaptırdık.
Elhamdülillah bu Osmanlı âlimlerinin torunları da bize evlerini açtılar. Cape Town, Johannesburg, Port Elizabeth gibi büyük şehirlerde halen Osmanlı döneminde oralara yerleşen aileler var. Güney Afrika'nın hangi şehrine gitsem muhakkak onlardan birisini ziyaret ederim. Tek temennim onlara Türk vatandaşlığı verilmesiyle Türkiye-Güney Afrika münasebetlerinde müşahhas bir adımın atılmasıdır. Türkiye'ye yabancı turist vizesiyle ziyarete giden bu aileler çoğumuzdan daha çok Türkiye sevgisine sahip insanlardır. Tüm bu ailelerin elinde bulunan Osmanlı dönemine ait aile yadigârları ise bir müzeyi fazlasıyla dolduracak kadar fazla. İki ülke arasındaki münasebetlerin temel direği bu ailelere sahip çıkmakla mümkün olacaktır. Atalarımızın bize bıraktığı "insanı yaşat ki devlet yaşasın" düsturu esasen bu noktada alacağımız en güzel mesaj olsa gerektir.
GÜNEY AFRİKA'NIN EN ÇOK ZİYARET EDİLEN İKİNCİ MÜZESİ
Geçen hafta Güney Afrika'nın en eski İslâm müzesini Güney Afrika Müzeler Müdürlüğünün desteğiyle benim danışmanlığımda yeniden açtık. Bo-Kaap Müzesi Güney Afrika'nın en çok ziyaret edilen ikinci müzesidir ve artık içerisinde aileye ait birçok dokümanın yanında Türk bayrağı, Osmanlı Arması ve Sultan Abdülhamid Han'ın fotoğrafı sergilenmekte.
- Müze olan bina kime aitti?
- Müslüman mahallesindeki bu tarihi bina Merhum Seyyid Ebubekir Efendi'den sonra Güney Afrika'da onun vazifesini yürüten Müderris Mahmud Efendi'nin eviydi. 71 Wale sokağındaki binanın onun evi olduğunu 2015 yılında keşfetmeden önce bu binada yanlış şekilde Ebubekir Efendi'nin evi olarak biliniyordu. O tarihe kadar bu binanın önünde Ebubekir Efendi'nin evidir diye resim çekilen Türkiye'den gelen "Afrika uzmanı gazeteciler" nedense bu bina hakkında daha bir şey söylemek istemediler. Hâlbuki Müderris Mahmud Efendi'nin Osmanlı Devleti adına yaptığı hizmetler Seyyid Ebubekir Efendi'nin hizmetlerinden daha az değildir.
MÜDERRİS MAHMUD EFENDİ AFRİKA TARİHİNE GEÇTİ
Mülk suresini ilk defa Afrikaans diline çevirip öğrencilerine öğreten odur. Cape Town'daki Osmanlı okulunda 20 yıla aşkın hizmetleri Afrika tarihine geçmiştir. 2017 yılında binanın tarihi hüviyetine uygun olarak dizayn edilmesi gerektiğini Güney Afrika Müzeler Müdürlüğüne (IZIKO) tanıtarak delilleriyle sundum. Türk hükümeti temsilcilerinden destek alamayınca IZIKO ile birlikte bir açılış yaptık. Bu açılış Güney Afrika tarihinde ilk defa resmi bir kurumun Osmanlı mirasını resmen tanıdığının miladı olarak addedilmelidir.
Müzenin içinde artık Osmanlı tuğrası, Türk bayrağı, Sultan Abdülhamid'in resmi ve aileye ait Osmanlı fesi, kahve değirmeni, tespih gibi ailenin bağışladığı dededen kalan eşyalar sergileniyor. Şimdi müze için bir kitapçık hazırlıyorum. Önümüzdeki aylarda IZIKO tarafından basılacak. Aynı zamanda yine IZIKO desteğiyle ailenin Bo-Kaap müzesinde geçen hatıralarına dair bir belgesel hazırlıyoruz.