Uzun yıllar mahkûm ve sokak çocuklarına eşi ile birlikte sahip çıkan usta oyuncu Turgay Tanülkü, cezaevlerindeki mahkûmlar için de Son Kuşlar tiyatro oyununu sahneliyor. Ömrünü harcadığı bu güzel gönüllülük sayesinde herkese örnek olan Tanülkü, “Bu devlet ve millete küsülmez. Ayakta durmalıyız. Benim bütün kavgam da bu. Çocuklarımın kavgası da bu. Daha büyük olmak. Daha büyük bir aile olmak” dedi.
Sayısız dizi ve sinema oyununda rol aldı ama o Şahin Ağa karakteriyle gönüllerde taht kurdu. Son yıllarda Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz isimli dizide rol alan usta oyuncu Turgay Tanülkü, Türkiye Diyanet Vakfı tarafından Uluslararası İyilik Ödülü ile ödüllendirildi. Uzun yıllardır mahkûm ve sokak çocuklarına eşi ile birlikte aile olan Tanülkü, bu güzel iyilik hareketini yıllarca kamuoyundan uzak tuttu. Hiçbir zaman çocukları üzerinden reklam yapmak istemedi. Aslında onun tüm derdi çocuklarını bir sıfır yenik başladıkları hayatta dimdik ve güçlü bir şekilde yetiştirebilmekti. Öyle de oldu. İlk bakımını üstlendiği çocukları bugün kendi işlerinin başında ve kendi yuvalarını kurdu. Onlar da Tanülkü’nün açtığı yolda ilerleyip kardeşlerine kol kanat geriyorlar. 26 çocuk içerisinden evlenenler ve torunlar ile bugün 101 kişilik bir ailesi olan Tanülkü’nün başka bir güzel hareketi daha var.
ÖDÜL ÇOCUKLARIMIN BAŞARISI
Mutluluk ile utanmak bir arada gerçekleşti. İnancımızda da vardır komşuna, tanıdığın tanımadığına, ihtiyacı olana, yetime el ver der. Ayetlerde geçer bu. Dolayısıyla utanma dediğim nokta o. Çocukların yüzü suyu hürmetine bu ödül geldi. Evlatlarım ‘Baba senin hakkın bu’ dediler ama ödül sokaktan aldığım çocukların ödülü. Onlar okumayı başarmasaydı benim başarım söz konusu olmazdı. Biz demeyi öğrenmeliyiz. Ne kadar ben dersem işte o kadar hata olur. Hâlbuki biz büyük bir aileyiz.
CEZAEVLERİ BİR TİYATRO SAHNESİ
Ben 7-8 yaşındayken simit ve gazete satıyordum Uşak’ta ve cezaevlerine gidiyordum. Orada dışarıda benim yaşımda insanları görüyordum. Hep ağlıyorlardı. Hatta ben simit alamadıklarını düşünerek simit falan vermiştim ama ağlamaları durmuyordu. Sonra anladım ki içeridekine ağlıyorlar. Ben yetim büyüdüm. Babasızlığın ne demek olduğunu çok iyi bilirim. Bir de o zaman kalın parmaklıklar vardı. Ve düşünün bir çocuk babasına dokunamıyordu. Baba da çocuğun saçını okşayamıyordu. O fotoğrafı hiç unutmadım ben. İlkokul bitirinceye kadar ben çocukluk da yaşamadım. Hep aklıma onlar geliyordu. Gece anam uyurdu. Yavaşça yanına sokulur sarılırdım ona. Annem uyurken çok ağladım ben ‘Beni bırakma’ diye. İşte o çocuklar hep öyle geldi. Sonra cezaevine düştüğümde 17 yaşındaydım. Bu sefer ben bunları yaşamaya başladım. Babalar ziyaretine aileleri geldiğinde saçlarına ve gözlerine limon sıkarlardı. Parlak ve canlı gözüksünler diye. Bir anlamda oyunculuk yaparlardı. Ziyarete değil sahneye çıkıyor gibi. İşte bu sahneleri göre göre dedim ki "Eğer cezaevinden bir gün çıkarsam bu çocuklara yöneleceğim." Öyle de yaptım. 1981 yılından beri de çocuklarla birlikteyim.
EŞİME ÇOCUK VEREMEDİĞİM İÇİN ÖZÜR DİLERİM
İşkence gördük. Dolayısıyla çocuğum olmuyor benim. Eşimden hep özür dilerim Anneler Günü'nde ona bir evlat veremedim diye. Sonra ‘Gel bu çocuklara bakalım’ dedim. Yavaş yavaş evlerinde bakmaya başladık. Bu sefer çocuklara verdiğimiz eşyalar ve para kaybolmaya başladı. Bu sefer de ‘Biz gel bir ev tutalım. Kiralarını ödeyelim. Orada bakalım onlara’ dedim. Ailelerle öyle anlaşma yaptık. Emniyete de haber verdik. Çocuklar şu evde diye. Yavaş yavaş bu büyümeye başladı. Hiç pişmanlık duymadım.
İlk başlarda üç tane Ankara’da çocuk vardı. İki tanesi şimdi 45 yaşında. Evlendi, çocukları var. Dede bile olduk. Sonra baktık paramız var. Zehra’nın maaşı benim maaşım, bir de o zamanlar Ferhunde Hanımlar dizisi vardı. Biz çok atımız katımız olsun derdinde olan bir aile değiliz. Öyle bir düşüncemiz de hiç olmadı. İstanbul’da kirada oturuyoruz. Sonra giderek çocukların sayısı artmaya başladı. Kazancım yetmemeye başladı. Netice olarak biz de ayakta durmak zorundayız. Bu sefer farklı işler yapmaya başladık. Alın teriyle tabii. Ayıp değil dedik, her türlü işi yaptık. Simit de sattık, nohut pilav da yaptık, poşetler sattık. Karım ile birlikte bir çay ocağı işlettik Ostim’de Ankara’da.
BABAM KARDAN ADAMI ÖLDÜRDÜ
TİYATRO İNSAN KOKUSU
Ulucanlar’da yatarken Hamamönü’nde simit satan simitçinin sesi ta hücreye kadar gelirdi ve özlerdim çok. Onun için de oyunun başında simit dağıtıyorum. Bazı cezaevlerinden simit yok. Özellikle de Anadolu cezaevlerinde. Simidi gördükleri zaman böyle acayip haz alıyorlar. Çankırı'da 60 yaşlarında bir adam vardı, hiç unutmuyorum. Simidi koynuna soktu ve ‘Hücreme götürebilir miyim?’ dedi.
BU ÜLKENİN BÜTÜN İNSANLARINA BİZ MİNNETTARIZ
Benim insanım çok güzel bir insan. Yaradan’a hep minnet duyarım. Böyle bir ülkenin insanı olduğum için. Bu sokaktaki insanlardan biri olduğum için. Çünkü benim ve çocuklarımın felsefesi de bu. Bu ülkenin bütün insanlarına minnettarız. Çünkü ben ve çocuklarım hep yatılı oldum. Yetiştirme yurdu, askerlik, okul, cezaevi… Tanımadığım insanların vergileri benim kursağımdan geçti. Şimdi de çocuklarımın kursağından geçiyor. Dolayısıyla ben ve 101 kişilik ailem o insanlara minnet duyuyoruz. Bu benim görevim. Helalleşmem lazım benim bu ülkeyle.
BU DEVLETE VE MİLLETE KÜSÜLMEZ
Benim zamanımda 70’lerde çoğu kişiler de bilir. İdama giden ağabeylerimizden biri demişti ki: “Bu devlet ve millete sakın küsmeyin. Bizim derdimiz yasalar” diyordu. Onun için bu devlete ve bu millete küsülmez. Ayakta durmalıyız. Benim bütün kavgam da bu. Çocuklarımın kavgası da bu. Daha büyük olmak. Daha büyük bir aile olmak.
Vakıf kurulması lazım. Çünkü eşim dostum veya ülkemin insanları maddi destek olmak istiyorlar. Bu çok büyük bir yükümlülük. Onu kaldıramam. Çok dara düştüğüm zaman ismini açıklamamı istemeyenler destek oluyor. Borç alıp geri veriyoruz. Vakfı kurarsam 11 tane çocuğum bu vakfı yönetebilir. İşte o zaman herkes nasıl destek olmak isterse olur ama bize olmaz.
Bir de bütün cezaevlerini gezerken bütün mahkumlar oyundan sonra özel defterimize yazı yazıyorlar. Kendi dertlerini yazıyorlar. Oyun ile ilgili düşüncelerini yazıyorlar. Öyle şeyler yazıyorlar ki çok mutluluk duyuyorum. “İyi ki geldin Allah senden razı olsun” diyorlar. Bu defterlerimiz 6 cilt oldu. Bunları bir kitap haline getireceğiz. Geliri de Darüşşafaka’ya gidecek. Oradaki yetim çocuklarımızın eğitimine harcanacak. Çünkü Sait Faik, bütün mirasını onlara bırakmış. Ben de o kitabı onlara bırakmaya çalışacağım. Dilerim ölmeden görebilirim. Yaş 65 artık.
İSLAMİYET HEP KAŞINAN BİR OLGU
- Çok yakın bir zamanda Yeni Zelanda'da iki farklı camide terör saldırısı gerçekleşti. 50 can şehit oldu. Farklı coğrafyalarda yaşayan Müslümanların gördüğü zulüm bitmiyor. Bu konu hakkında ne söylemek istersiniz?
- İslamiyet hep kaşınan bir olgu. Benim çocukluğumda sattığımın bir gazetenin birinci sayfasında “Pakistan’da esir kampları” başlığı vardı. Yıl 2019 hala Pakistan aynı. Çünkü bu aslında büyük bir proje. Büyük Britanya projesi. Bizim gibi ülkeler artık giderek rahatsız edilmeye başlandı. Çünkü bizden rahatsız oluyorlar. Hala kuyruk acıları var.
- Barış ne zaman yakalanır? Gittikçe kötüleşen bir dünyaya şahitlik ediyoruz.
- Ben annemden çok güzel dayak yedim. Ne yapsın kadın tek başına çocuklarla kalmış. Bir gün kavga ettim. 9 yaşındaydım. Dayağı da yedim. Eve geldim. Ağız burun dağılmış. Annem dedi ‘Ne oldu?’ Dedim ‘Çingenelerle kavga ettim.’ Annem bir tokat attı. ‘Sen nasıl çingene dersin onun adı yok mu?’ diye. O zaman anladım kimseyi ötekileştirmemek gerekiyor. Ağzımın üstüne yediğim o tokat çocuklardan yediğim dayaktan daha acıydı. Onun için şanslı bir adamım ben. Ötekileştirmeyi bırakıp sokak çocukları ile evinde yetiştirdiğin evladın aynı salıncakta birlikte sallanabilirse işte o zaman barışı yakalarız.
ÖZGÜRLÜĞÜN KIYMETİNİ BİLMEYEN İNSANLARA TAHAMMÜL EDEMİYORUM
Benim cezaevinde beraber yattığımız ağabeylerim var. Onlar da Beyoğlu’nda yaşıyorlar. Bazen buluşuruz ve Beyoğlu’nda yürürüz. Bir gün yanımızdan geçen bir genç 'of' çekti. ‘Sen neye of çekiyorsun ya’ dedik. Biz yıllarca ceza yatmışız 'of' çekmemişiz. Adam Beyoğlu’nda gezerken 'of' çekiyor. Özgürlüğün kıymetini bilmeyen insanlara tahammül edemiyorum. Sokakta eskiden ıslık çalarak gezenler vardı. Şimdi dışarı çıkıyorsun herkesin yüzü düşmüş. Herkes sıkıntıda.
İnsan olmamızda en büyük etken annemiz. Nur içinde yatsın. Aynı çorbayı 3 gün önümüze koyunca biraz isyan ederdik. Kaşıklarken isteksiz olurduk. Annem de ‘Sokağa bakın’ derdi. Anlamazdım o zaman. 7-8 yaşındaydım. Sokağa bakmayı öğrendiğimde yaşım 16’ydı. 17 yaşında cezaevine girdim. Sokakta bizden daha fena durumda olanlar var. Çocuklarıma da hep öyle diyorum.
İYİ Kİ ÇOCUĞUM OLMAMIŞ
Peki ya 'keşkeleriniz'. Hiç keşkeleriniz olmadı mı?
Hayatımda keşke dediğim an olmadı. Keşke demek gibi bir lüksümüz yoktu. Yaşamamız gerekiyormuş. Sadece eşime arada "Keşke zengin olsaydık da çok büyük bir köy kurup tüm çocukları oraya toplasaydık" derim. Eşim de "O zaman böyle lezzetli olmaz, şimdi her kuruşunu alın teriyle kazanıyorsun" der. Onun dediği doğru.