Hattat, sedefkâr, ressam Mesut Dikel ve öğrencilerinin sedef-metal-ahşap naht oygu eserlerinin yer aldığı “Gelenekten Gelenler” sergisi sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Dikel, “Naht oygu sanatını gelecek kuşaklara aktarma vazifemizi, Gelenekten Gelenler sergisiyle ve icazet töreniyle farklı bir noktaya taşıdık” diyor.
Resim, illüstrasyon, airbrush, grafik, fotoğraf, hüsn-i hat, tezhip, ebru, minyatür, kaligrafi, maden kesme, sedef oygu, naht oygu, kaatı, ağaç oymacılık gibi çok farklı alanlarda sanat eserleri üreten Mesut Dikel, son yıllarda çalışmalarını hüsn-i hat ile sedef-metal-ahşap naht oygu sanatları alanında yoğunlaştırmış. Dikel ve öğrencilerinin sedef-metal-ahşap naht oygu alanında, usta-çırak ilişkisiyle 2016 yılında başlattığı eğitimi başarıyla tamamlayan 11 öğrencisinin eserlerinin yer aldığı “Gelenekten Gelenler” sergisi de geçtiğimiz hafta Kuveyt Türk’ün katkılarıyla Üsküdar’daki Bağlarbaşı Kültür ve Kongre Merkezi’nde ziyarete açıldı. İcazet töreniyle gerçekleşen sergi kapsamında sanatçı Dikel tarafından sedef yoğunluklu ve üç boyutlu şekilde üretilen Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra eserleri de sanatseverlerin beğenisine sunuldu. Sedefin zarafetini, metalin sağlamlığını ve ahşabın doğallığını ortaya koyan 90 eserin yer aldığı sergi 19 Kasım’a kadar görülebilir. Sergi sonrası Mesut Dikel ile sergide eserleriyle yer alan öğrencilerinden Muhammet Hüseyin Subaşıoğlu ve Osman Tavtay’la konuştuk.
“Naht oygu sanatını gelecek kuşaklara aktarma vazifemizi, Gelenekten Gelenler sergisiyle ve icazet töreniyle farklı bir noktaya taşıdık” diyen Mesut Dikel, Geleneksel Türk-İslam sanatları arasında yer alan sedef-metal-ahşap naht oygu sanatının 20. yüzyıldaki temsilcilerinin birkaç sanatkârı geçmemekte olduğunu, 21. yüzyıla ulaştığımızda da adeta yok olmak üzere olan bir sanat dalı haline geldiğini söylüyor. Prof. Dr. Mehmet Zeki Kuşoğlu’nun 1986-1990 yılları arasında ve sonraki yıllarda tedrisatından geçerek kendi halinde sedef-metal-ahşap oygu alanında eserler üretmeye devam ettiğini dile getiren Dikel, “Yıllar sonra, sanata ilgi duyan bir avuç taliplinin, gelenekli sanatlarımızı öğrenme arzusuyla başlayan ve azimleriyle hız kazanan önemli bir sürece girdik. Böylece, hüsn-i hat, tezhip ve sedef-metal-ahşap naht oygu gibi birbirinden farklı ancak birbirini tamamlayan sanat dallarındaki eğitimlerimiz 2016 yılında başladı” ifadelerini kullanıyor ve ekliyor: “7 yıl süren yoğun bir eğitim sürecinin sonunda talebelerimiz, belli bir ustalık seviyesine ulaşarak birbirinden özel ve çok nadide eserler ortaya koydu. Bir sergi açmaya karar verdiğimizde de Kuveyt Türk bize çok büyük destek verdi. Bu destek ve motivasyonla hareket ederek sergimizi gerçekleştirdik.”
İcazet alabilmeniz için Hilye-i Şerife eseri yapacaksınız
Sergide yer alan eserlerinin hepsinin farklı hikayeleri ve özgün orijinal çalışmalar olduğunu ifade eden Dikel, “Bu alandaki en zor çalışma olan Hilye-i Şerife, el işçiliği yöntemiyle sedef, metal, ahşap gibi farklı malzemelerin kıl testereyle kesilmesi suretiyle ortaya konuyor. Hat anatomilerine ve desenlerin yapısına en ince şekilde riayet ederek farklı malzemeleri bazen 1 milimlik boyutlarda kesip koskoca bir eseri vücuda getirmek gerçekten çok ciddi bir uğraş gerektiriyor ve 2-3 yıl gibi uzun bir zaman alıyor. Eğitim sürecinin başlangıcında talebelerime, ‘İcazet alabilmeniz için Hilye-i Şerife eseri yapacaksınız’ dediğimde büyük bir heyecan oluşmuştu. İşe başladıklarında ne kadar zor bir eser ortaya koyacaklarını anladılar. Her bir öğrencimiz Hilye-i Şerife için yoğun emek ve gayret sarf etti. Çok kıymetli eserler ortaya çıktı” diyor.
Yaklaşık 33 bin parça sedeften Kubbet-üs Sahra’yı yaptım
Sergide sedef yoğunluklu ve üç boyutlu şekilde üretilen Mescid-i Nebevi, Mescid-i Aksa ve Kubbet-üs Sahra eserlerini yapma fikrinin de yıllar önce oluştuğunu ifade eden Dikel, “Binlerce sedef parçasından oluşan Mescid-i Nebevi eserini, özel istek üzerine ele aldım ve yaklaşık 8 aylık bir çalışmanın sonunda tamamlayabildim. Ardına yine aynı aileden özel istek üzerine Mescid-i Aksa’mızı yapmaya başladım. Akabinde Kubbet-üs Sahra’yı yaptım. Ölçüye ve mimari özelliklere mümkün mertebe dikkat ettim. Sedef, altın, bronz, turkuaz gibi malzemeler kullandım. Yaklaşık 33 bin parça sedeften oluşan eserler özellikleriyle öne çıkıyor” şeklinde anlatıyor. “Kutsal belde Kudüs kanayan bir yaramız ve Filistinli kardeşlerimiz son günlerde yine zorlu bir süreçten geçiyor” diyen Dikel, “Kişisel dualarımızın ve desteğimizin yanında sanatçı duyarlılığıyla ilk mescidimiz ve gözbebeğimiz olan bu kutsal mekanı, bu sergiye özel sanatseverlerle buluşturmak istedik.
Tezhip süslemelerini keserken aslına uygun tuttum
Mesut Dikel’in öğrencisi fen Bilgisi öğretmeni Muhammet Hüseyin Subaşıoğlu’nun “Gelenekten Gelenler” sergisinde 8 eseri bulunuyor. Subaşıoğlu, 7’sinin tablo olarak sergilenirken bir tanesinin de masa üstü kaide olarak sergide yer aldığını belirtiyor. Subaşıoğlu, sergide yer alan Hilye-i Şerife eserini ise şu sözlerle aktarıyor: “Mesut Dikel hocamızın dersinde naht oygu sanatının bir nevi bitirme ödevi olan Hilye-i Şerife eserini yapmaya başladım. Yapımı yaklaşık iki sene sürdü. Eserimin yapım aşamasında, hat yazılarının kesiminde yazının anatomik yapısını bozmamak adına çok hassas davrandım. Ayrıca tezhip süslemelerini keserken aslına uygun tutarak yapısını bozmamaya özen gösterdim. 7 yıl süren eğitim sürecinde, bir sanatı icra ederken dikkat edilmesi gereken ne kadar çok detayın olduğunu ve atalarımızın büyük önem atfettiği usta-çırak yönteminin ne kadar kıymetli olduğunu fark ettim.”
Sanatımın üzerinde beş yıl çalıştım
Finans sektöründe çalışan Osman Tavtay’ın ise sergisi 9 eseri yer alıyor. Tavtay, “Naht oygu sanatını ilk öğrenmeye başladığım dönemlerde, neler yapmak istersiniz diye sorulduğunda, ‘Esma-ül Hüsna ve Hilye-i Şerife’ dediğim zaman, tebessüm ile bunun kolay olmayacağını ifade etmişlerdi. Tam da bu sebeple daha çok çalışmaya başladım ve 10 yıllık süreç tamamlanmadan, hayalim olan çalışmaların birisini naht oygu, diğerini sedef kakma olacak şekilde tamamlamak nasip oldu. Biten çalışmayı görenler, bu kadar kapsamlı ve uzun zaman gerektiren çalışmaların da yapılabileceğini gördüler. 5 yıl süren bu iki çalışmanın uzun yıllar ayakta kalması için her şeyi yapmaya gayret ettim” sözleriyle anlatıyor.