Beethoven’ın doğumunun 250.yılını kutlayan İstanbul Müzik Festivali besteciyi Osmanlı tınılarıyla buluşturdu. Festivalin siparişi olarak Turgay Erdener tarafından hazırlanan eser, Beethoven döneminde yaşamış Osmanlı bestecilerinin eserlerinden seçilen temaları harmanlıyor ve geleneksel müzik ile klasik batı müziği çalgılarını buluşturuyor. Erdener, “Müzikal mirasımızın bu yapıtta görünmesini sağlamak istedim” diyor.
Bu yıl 48.’si düzenlenen İstanbul Müzik Festivali değişen programıyla dijital olarak izleyiciyle buluştu. Yarım asıra ulaşan festival tarihinde ilk kez ve belki son kez çevrimiçi olarak gerçekleşiyor.
“Beethoven’ın Aydınlık Dünyası” temasıyla 2020 yılında tüm dünyada olduğu gibi klasik müzik tarihinin en büyük bestecilerinden Beethoven’ın 250. doğum yılını kutlayan festival, müzisyenin ikonik eserlerine, yeni eser siparişlerine ve besteciden esinlenen yeni projelere yer veriyor. Bu noktada programda dikkat çekenlerden biri eser siparişleri. Besteci Turgay Erdener’in Pastoral Dokuzlu “alla turca” eseri dünyada ilk kez festival kapsamında dinleyiciyle buluşacak. Eserin merak uyandıran yanlarından biri Beethoven’ı, kendi dönemindeki Osmanlı müzisyenleriyle buluşturması.
Erdener Pastorala Alla Turca’da Beethoven’ın Pastoral Senfoni’si ile Beethoven döneminde yaşamış Osmanlı bestecilerinin eserlerinden seçtiği temaları harmanlayarak geleneksel müzik ve klasik batı müziği çalgılarını birlikte kullandığı yepyeni bir eser oluşturdu. Eserin dünya prömiyeri 27 Ekim Pazar günü 20.00’de Tekfur Sarayı’nda gerçekleşecek konserle yapılacak. Detayları besteci Turgay Erdener’den dinledik…
Beethoven müziğin yapı “biçim” ustasıdır diye düşünüyorum. Müzikte yapının öneminin en vazgeçilemeyecek bir unsur olduğu kanısındayım, bu sebeple Beethoven’in müziğini çok çok önemsiyorum, 2020’nin Beethoven’in 250. doğum yılına gelmesi, dünya ölçeğinde Beethoven’le ilgili çalışmaların, yapıtların çok sayıda olmasını sağladı. Ülkemizde de bu öyle oldu doğallıkla. Benden bu yıl ile ilgili bir yapıt istenmesi, ister istemez bu yapıtı ortaya çıkaracak kişi olarak, aklımın ve duygularımın da kabul edeceği bir yapıt bestelemeye itti beni. Yapıtın destekleyicisi kurum olarak İKSV ile benim düşüncelerim, kendi müzikal mirasımızın da bu yapıtta görünmesinden yanaydı. Elbette ki bunun ölçüsü besteci olarak bana kalıyordu.
DEDE EFENDİ VE BEETHOVEN AYNI SOLUKTA
Bu noktada tarihsellik çok önemli bana göre. Öncelikle Beethoven’in yaşadığı dönemdeki (1770-1827) Osmanlı bestekârları ile ilgili bir incelemeye girmeliydim, bu aşamada İstanbul kemençesi üstadı Derya Türkan bana çeşitli eserler önerdi o dönemden. İçlerinde Dede Efendi’den “Bir dilber-i nadide bir kamet-i müstesna” adlı Ferahfezâ ağır semaisi de vardı. Çok etkili bir yapıt bu. Besteleyeceğim müzikte de bu nadide eserden gerek ezgisel, gerekse usul bakımından kısımlar yer almasına karar verdim. Geleneksel müziğimizin büyük üstadı Dede Efendi de Beethoven gibi ölümsüzler arasında yer almaktadır. İki büyük bestecinin aynı müzikte soluklarının işitilmesi bana büyük bir heyecan verecekti.
İlhamım kendi kişisel yaşamım, Beethoven ve Dede Efendi ile sınırlı kaldı. Yapıt 5 bölümden oluşmakta, tıpkı Beethoven’in Pastoral Senfoni’sinde anlatılmak istenen kırla ilgili duygular ele alınmıştır diyebilirim.
Pastoral Dokuzlunun I. Bölümü, Beethoven 6. Senfoninin bölüm başlığında olduğu gibi kırda insanların, doyasıya yaşamın tatlarını almasını betimliyor. İnsanlar eğleniyor, çiçekleri kokluyorlar, hayvanları keyifle izliyorlar, dans ediyorlar vb. II. Bölüm tamamen etkilerden uzakta benim kişisel Pastoralim diyebilirim. III. Bölüm Beethoven’in ikinci bölümü ile bir benzerlik içinde. Beethoven’in ikinci bölümünün başlığı “Dere kenarında manzara”. Bir derenin kimi zaman sakin, kimi zaman coşkulu akışları içerisinde insanın yenilenmesi, büyülenmesi konusu işleniyor ve yapıtın sonuna doğru Beethoven Pastoral Senfonideki gibi üç tane kuşun sesleri işitiliyor. Bülbül, bıldırcın ve guguk kuşu. IV. Bölüm de ikinci bölüm gibi bağımsız bir yapıda.
OSMANLI BESTECİLERİNDE EZGİSELLİK HAKİM
Osmanlı bestecilerinde çok gelişkin ezgisellik görüyoruz. Özellikle sözlü müzik konusunda ustalar. Ancak çalgısal müzik pek gelişme şansı bulamamış, teorik çalışmalar bireysel anlamda var, polifoni çabası gözükmüyor. Ezgi cümleleri özellikle klasik dönem müziğine kıyasla çok gelişkin. Müzik daha ziyade sözün hizmetinde…
Batıyla kültürel alışverişler bu dönem, yani 19. yüzyıl itibariyle belirgin bir şekilde görülmekte. II. Mahmud tarafından 1826’da Yeniçeri Ocağı ile birlikte Mehterhâne de ilga edildikten sonra yerine Asâkir-i Mansûre-i Muhammediyye adıyla yeni bir teşkilât oluşturulmuştu. Buna bağlı olarak Batı’daki askerî mızıka takımı bandonun da kurulması yönünde çalışmalar başlamış ve Enderun’daki gençlerden bir boru-trampet takımı teşkil edilmişti. Yeni kurulan bandonun daha iyi çalışmasını sağlamak için bu işin batılı üstadlarından yararlanıldı, sonuç olarak “ünlü opera bestecisi Gaetano Donizetti’nin ağabeyi Giuseppe Donizetti “Muzıka-yi Hümâyun ustakârı” unvanı ile İstanbul’a getirildi ve padişah tarafından kabul edilip göreve başladı (17 Eylül 1828).” Bu olay müzik tarihimiz açısından bir dönüm noktasını oluşturmaktadır. Sonrasında etkileşim daha da fazlasıyla olmaya başlamış.
Sarayın sıklıkla büyük müzisyenleri davet edip onların sarayda konser yapmalarını sağlamaları elbette ki etkileşimin iyiden iyiye artmasını sağlamıştır. Bunların gerçek müzikal yansımasını ancak 20. yüzyıl başlarında görmeye başladığımızı düşünmekteyim. Cumhuriyetin kurulmasıyla birlikte Mustafa Kemal Atatürk’ün özellikle müzik eğitimi açısından devrimsel çabaları sonucu ülkemizde de geleneksel müziğe sırt çevirmeden ileri müzik yazım tekniklerini kullanarak besteleyen müzisyenler yetişmeye başlamıştır. Sanatta yol almanın hiç kolay olmadığını unutmamalıyız.
Elbette Avrupa’nın kalbine Viyana’ya kadar giden Osmanlı kültürel bakımdan derin etkiler bırakmıştır. Bunu birçok bestecide gözlemlemek mümkündür. Beethoven’da da bu etkileri görürüz. Somut bir örnek olarak Op. 113 Atina harabeleri eserinde bu etkiler vardır. Bu eserin bir bölümü Marcia alla Turca adındadır ve özellikle vurmalı çalgılarda bu etki, özellikle mehteran etkisi fazlasıyla vardır. Chor des Derwische “Dervişler korosu” adlı bölümün koro yazısında ezgisellikte bu ruhu hissedebilirsiniz, ayrıca bu bölümün orkestra yazısında da tüm diğer bölümler dışında farklı bir yazı egemendir.
AYNI DÜNYANIN İNSANIYIZ
Pastoral Dokuzlunun dünyaya sözü, büyük besteci Beethoven’a saygı duruşu olma dışında, bu müzikte yapılmaya çalışılanın, ezgilerin, ritimlerin kardeş olduğu, birlikte yaşamın barış içinde olabileceği, farklı dünyalar değil de, bir dünyada aynı potada erimenin mümkün olabileceği, ayrılığın felâket olacağı, insanın dünyasız olamayacağı ama dünyanın insansız olabileceğini, insanın doğal özüne dönmesini, barışın gerçeğimiz olmasını söylemek olur.
KARANTİNA MÜZİĞİMİZİ SUSTURMADI
Festivallerin, konserlerin dijital olarak gerçekleşmesinin pek hoşuma gittiğini söyleyemeyeceğim. Müziğin hapsedilmesine gönlüm hiç razı değil. Müziğin kaydedilip dinlenmesi elbette büyük bir şans ama ben bunu resmin orijinalini fotoğraf olarak görmeye benzetiyorum. Resmin gerçeğini fotoğraftan göremezsiniz. Öte yandan müziğin susması da hiç arzulamadığım bir şey olduğundan, İKSV›nin dijital de olsa müziği duyurma çabası için müteşekkirim. Üretim serüvenine gelince; pandemiden kaynaklı olarak uygulanan karantina üretim faaliyeti için müthiş bir olanak gibi geliyor insana, gelin görün ki hiç öyle olamadı ne yazık ki. Bestecilikte konsantrasyon, yoğunlaşma belki de en önemli bir süreçtir ancak konsantrasyonda büyük zorluklar yaşadım. Pandeminin yarattığı endişeler en önemli olumsuzluktu. Bu söyleşi olanağını verdiğiniz için çok teşekkür ederim.