Ziyaver Şencan hem kitap koleksiyoneri hem de kitap mezatlarının aranan ismi. Kendisi 10 bin kadar kitap, süreli yayın, albüm, portfolyo, efemera, belge, orijinal desen, orijinal illüstrasyon, ebru, hat, afiş, poster, harita ve gravür gibi selüloz temelli kültür varlığından müteşekkil olan bir arşivin sahibi. Kütüphanesini ve kitap mezatlarını konuştuk.
* Siz bir süre önce Antalya’ya taşındınız. Kitaplarınız da sizinle birlikte şehir değiştirdi mi?
12 Temmuz 2020 tarihinden bu yana Antalya’da pek tabii arşivimle birlikteyim. Allah beni sağlığımdan, evlâtlarımdan, torunlarımdan ve kitaplarımdan ayırmasın en temel niyazımdır diyebilirim.
* Peşinden uzun süre gittiğiniz, aradığınız bir kitap oldu mu?
Peşinden yıllarca koştuğum çok kitap, çok süreli yayın vb kültürel varlık oldu hiç kuşkusuz; her birinin bana göre orijinal, değerli ve hatta yer yer de ibretlik hikâyeleri vardır elbette. Bunlardan en eski ve köklü olanını paylaşayım. 1962 yılında Karaca Yayınevi tarafından haftalık olarak yayımlanan ve hafızam şayet beni yanıltmıyorsa toplam 44 sayı çıkan Arkadaş Çizgi Roman Mecmuası’nı ben ilkokula başladığım 1964 senesinde keşfetmiş ve tutkulu bir iz sürmeyle kısa sürede de takımını tamamlamıştım. O zaman kadar son derece kalitesiz olmak kaydıyla korsan/telifsiz/kopya baskılarına erişebildiğimiz Tintin, Red Kit, Marc Dacier, Jerry Spring, Valhardi gibi dönemin küresel ölçekte meşhur frankofon çizgi romanlarını ülkemizde ilk defa telifli olarak ve o güne değin görülmemiş bir kalitede basan Arkadaş Yayınevinin bu olağanüstü nadir dergi takımını, maalesef ve maalesef, İTÜ Maden Fakültesi’nin Petrol Mühendisliği bölümüne kaydımı yaptırdığım 1976 senesinde elden çıkarmış ve anında da pişman olmuştum. O günden beri, yânî, 47 yıldır peşindeyim o takımın. Bir türlü içime sinen, yüksek kondisyonda ve finanse edebileceğim ederde olan bir takımına rastlayamadım ne yazık ki. Bahse konu çizgi roman mecmuası takımının peşinden yaptığım bu fevkalâde ısrarcı stalker’lık hakkında düşündüğümde, sorarım kendime: ‘Nedir bu tutkulu arayışın niçini?!?’ Psikolojizmin tehlikeli bataklıklarına saplanmanın bir sonraki adımı olan kuramsal bir sefalete teslim olmamaya gayret ederek, bu sorgulamaya dair bir şahsi analiz yapmanın tam zamanı: Aslında, peşinde olduğum kaybettiğim Cennetim, çocukluğum, Lost Paradise’ımdı, mezkûr dergi takımı değil. Anlayacağınız, o kudretli ve muhteris his Nostaljia’nın, davranış ‘tercihlerimiz’ üzerindeki dominant tesiri hükmünü icra etmekte bu vak’ada da.
* Kütüphanenizde sizin için manevi ve aynı zamanda maddi değeri en yüksek kitap nedir? Nasıl bir şartla bu kitaplardan vaz geçersiniz?
Rahmetli annemin ortaokulu okuduğu döneme, 1940-1944 yıllarına ait olan ve ortaokul ve liselerde teşekkür ve iftihar belgeleri kazanmış başarılı talebeleri, onların vesikalık bir fotoğrafları ve kısa künye bilgileriyle veren İftihar kitapları bunların başındadır; mezkûr eserleri hiç bir maddi bedelle çıkarmam, çıkaramam elden.
* Kütüphaneniz sizden sonra kime emanet?
Benden sonra arşivimin, kütüphanemin çocuklarım ve torunlarım tarafından değerlendirilmesi en büyük dileğimdir hiç kuşkusuz. Öte yandan, bu gerçekleşmezse şayet, bu durumda da onun Balıkesir Millet Kütüphanesi Ahmet Kot Kitaplığı envanterine dahil olmasını dilerim doğrusu.Böyledir benim işte müzayede pratiklerim ve mübahaselerim muhterem kârîm.
* Kitap mezatları bugün başta İstanbul olmak üzere pek çok şehirde kitapevleri, kafe vs. mekânlarda yapılıyor. Bu mezatların bu kadar yaygınlaşmasını neye bağlıyorsunuz?
Bu soruya cevap verirken, ister istemez, kitap müzayedeciliğinin 40 yıllık tarihine, şöyle kuş bakışı da olsa bir nazar atmakta, bir ‘theoria / temâşâ yapmakta’ faide görüyorum. Ben haftalık kitap müzayedelerime başladığımda, 2009 başında, ne İstanbul’da ve ne de bir başka şehrimizde her hafta düzenli olarak yapılan kitap müzayedeleri yoktu. Ayda yılda bir yapılan düzensiz etkinliklerdi kitap müzayedeleri. Burada akla hemen Librairie de Pera Kitapevi'nin sahibi ve Librairie de Pera Müzayede Evi’nin müessisi ve sahibi üstadım, Allah gani gani rahmet eylesin, Uğur Güraçar’ın çok kaliteli mekânlarda 1985 Kasım-2016 Ekim döneminde gerçekleştirdiği (yanlış hatırlamıyorsam şayet, toplamı 76 olacak) müzayedeler geliyor aklıma. Mezkûr etkinliklerden haftalar önce dağıtılan ve bizzat Uğur Güraçar’ın hazırladığı, çok faydalı kitabiyat bilgilerini içeren ve Dünya’daki en kaliteli muadilleri düzeyinde olan müzayede katalogları, benim gibi bibliyofillerin halâ başvuru kaynağıdır. Öte yandan bu müzayedeler yılda maksimum 2 kere yapılırdı ve etkinliğe konu kitap vb malzemeler de çok kaliteli olduğundan fiyatları da ister istemez o nispette yüksek olurdu. Bu yüzden de katılımcıları ülkenin ‘creme de la creme’i diyebileceğimiz yüksek gelir grubundan kişiler olurdu; bu da mezkûr etkinlikleri elitist bir mood’a sokar, aristokratik bir level’a taşırdı.
Oysa ben, Şişman’ın (Mehmet Çelik) ve Kaptan’ın (Turgay Erol) birkaç yıldır yaptıkları gibi, müzayedelerimi, dar gelirli insanların da alabilecekleri uygun fiyatlı çok sayıda ürünü içerecek şekilde tasarlayarak demokratize etmek peşindeydim. Bir diğer deyişle, Librairie de Pera’nın elitist/aristokratik tarzına karşı bir çeşit ‘narodnik/halkçı’ bir itirazdı benim ‘Herkese, her keseye’ şiarı üzerine temellendirdiğim müzayedelerim. Bu benzerliğin yanı sıra, müzayedelerimi Şişman’ın ve Kaptan’ınkilerden ayıran çok fundamental ve ehemmiyetli iki de fark vardı: 1- Onlar kitabın yanı sıra objeler, numismatik ürünleri, filateli ürünleri falan da müzayede ederlerdi ve kitap çoğu zaman azınlıkta kalırdı, bende ise kitap protagonist unsurdu, ‘esas oğlan’dı, ‘asıl kız’dı; 2 - Onlar ürünleri çok kısa tanıtır ve işin şov yanını, teatral boyutunu büyük ölçüde ihmal ederdi; bense yaptığım işin özünde bir sahne sanatı olduğu hakikatinden hareketle, müzayedelerimi bir sahne performansı, bir çeşit talk show ve stand up gösterisi havasında realize etmeye gayret ederim. Ürünlerin tanıtımına gelince, onları da, 60 yıla varan bir süredir düzenli olarak her gün saatlerce okumanın ve araştırmanın bana kazandırdığı kültürel birikimin beslediği bir zeminde, kitabiyat sohbeti ve kültür muhabbeti muhtevasıyla hayata geçiririm.
Ben mezat yerine aynı anlamdaki müzayede tabirini kullanmayı tercih edenlerdenim. Müzayedeye katılan kızlara, kadınlara, gençlere, çocuklara olabildiğince pozitif ayrımcılık yaparım ve talip oldukları bazı şeyleri alabilmeleri için müzayede kurallarını esnetirim hatta ricada bile bulunurum. Bir de şu var: bir konuyu araştıran ve o alanda yayın yapacak olan bir kültür insanı ile bir koleksiyoner ya da esnaf bir eserde kapıştıklarında, toplumun ve insanlığın ve gezegenimizin entelektüel kozmosuna katkı yapacak olan kültür insanının emeline nail olması adına, onunla fiyat yarışına giren katılımcıya, onu da kırmamaya özen göstererek, eseri kültür insanına bırakması doğrultusunda telkinde bulunurum. 15 yıldır müzayedelerime ve kitabiyat sohbetlerime ve kültür muhabbetlerime katılan binlerce kitapseverle tanıştım; onlarla bu süreçte paylaştığım bazı temel ve demirbaş önerilerim oldu. İlki arşiv/kütüphane/koleksiyon inşaa ederken ilgi alanlarınızı sınırlayın, alâkanızı çok dağıtmayın, maddi ve manevi kaynak ve imkânlarınızı partikülarize etmeyin; bunu ben gerçekleştiremedim, siz muhakkak surette yapın ama. Diğeri:Bir Batı lisanını, bir doğu lisanını ve kat’i suretle de eski yazıyı, hiç olmazsa okuduğunu anlayacak denli öğrenin. Bu bakımlardan da ben arzu ettiğim noktanın uzağında kaldım ne yazık ki, fekat siz gerçekleştirin bunu mutlaka. Son önerim de: Koleksiyonunuz, arşiviniz, kütüphaneniz direksiyonu ele almaya, sizi sevk ve idare etmeye, kendisini, hiç düşünmediğiniz temalarda genişletmeye, zenginleştirmeye ve derinleştirmeye sizi icbar etmeye çalışacaktır. Bu çoğunlukla olumsuz neticelenmez, ancak, sizin de iradi ve bilinçli olarak süreci yönetmeye gayret etmenizde faide vardır hiç kuşkusuz. Aksi halde, ‘arşivin kendinisi geliştirmeye memur ettiği arşivci’ misali bir etkisiz eleman olup çıkarsınız, ki, bu da çok sevimli ve verimli bir hal olmasa gerektir.