Prof. Dr. Salih Tuğ’un bir asra varan uzun soluklu hayat hikâyesi Başıma Gelenler adlı kitapta anlatılıyor. Çamlıca Yayınları arasında okurla buluşan kitapta çok yönlü bir ilim, vakıf ve cemiyet adamı portresi öne çıkıyor.
1930 yılında Fatih semtinde başlayan hayat yolculuğunda ilim ve cemiyet hayatımızda önemli bir iz bırakan Prof. Dr. Salih Tuğ, bir asra varan uzun soluklu hayat hikâyesini Başıma Gelenler (Çamlıca yay.-Türkiye Milli Kültür Vakfı yay. 2024, 405 s.) ismiyle kitaplaştırdı. Türkiye Milli Kültür Vakfı’ndan Mehmet Selim Akış’ın koordinatörlüğünde, Prof. Dr. M. Suat Mertoğlu ve Prof. Dr. Adnan Demircan’ın editörlüğünde hazırlanan eser, halen Türkiye Milli Kültür Vakfı Mütevelli Heyeti Başkanı olan Salih Tuğ’un İslam Hukuku alanında yaptığı hizmetleri, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde asistanlıktan müdürlüğe yürüttüğü çalışmaları, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ndeki kurucu dekanlığını, vakıf, cemiyet çalışmalarını ve daha pek çok bilinmeyen yönlerini bizlere aktarıyor. Kitabın takdim yazısında da belirtildiği üzere karşımızda çok yönlü bir ilim, vakıf ve cemiyet adamı portresi yer almakta.
HAMİDULLAH HOCAYA TALEBE OLMAK
Salih Tuğ Hoca öncelikle doğduğu muhit olan Fatih’in manevi ve ilmi havasını ciddi derecede teneffüs etmiş bir isim. Bunda babasının Fatih Camii Dersiamlarından Hüsrev Aydınlar Hocaya talebe olmasının ve o halkada Mahmut Bayram hoca gibi isimlerin yer almasının büyük bir rolü var. Bunun yanında yüzmeye, aletli jimnastiğe olan merakı da Salih Tuğ Hoca'nın renkli kişiliğini oluşturan diğer hususlar. Hayatına yön verecek ve özellikle İslam Hukuku alanına hizmet edecek kader çizgisi Pertevniyal Lisesi’nden mezun olup İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ne kaydolması ile başlıyor. Tıp Fakültesi hayali olan Tuğ, biraz da arkadaşlarının tesiri ile Hukuk Fakültesi’ne girer. Hatta ihtiyaten kaydını yaptırıp derslerine girdiği Şükrü Baban, Ali Fuat Başgil, Hıfzı Veldet Velidedeoğlu, Ebülûla Mardin, Hüseyin Nail Kubalı, Andreas Schwarz’dan etkilenir. Üç aylık ders dinleme sürecinden sonra Hukuk Fakültesi’nde karar kılar. Yine bu dönemde bir başka dönüm noktası 1952 yılında Muhammed Hamidullah Hocanın konferanslarını takip etmesidir. Hukuk Fakültesi son sınıfta iken bazı arkadaşları “Edebiyat Fakültesi’ne bir hoca gelmiş, İslam Hukuk tarihi ve müesseseleri konusunda dersler yapıyor” deyip Hamidullah Hocayı methederler ve bu vesile ile konferansa gidilir. Bundan sonra birlikte yapılan arapça dersleri, Salih Tuğ Hocanın tercüme çalışmaları ve Hamidullah hocanın asistanlığını yürütmesi ve hocayla birlikte doktora süreci beraberinde gelmiştir. Hamidullah Hocanın vefatına kadar süren bu yakın ilişkiye dair kitapta hatıralar da yer almakta. Bunlardan bir tanesi Hamidullah Hocanın Kurban bayramlarında kurbanını Salih Tuğ Hoca kesip dağıtmaktadır. Hoca Paris’te olduğunda da yine parasını gönderir, onun adına kurbanı kesilip dağıtılır. İstanbul’da olduğu dönemlerde Salih Hoca kesilen kurban etinden yemek hazırlatır ve hocayı yemeğe davet eder. Bu davetlerden birisinde Salih Tuğ Hoca'nın babası, “Hocan gibi ol ya da hocan gibi olamıyorsun” diye ikaz eder. Zira babasının da dikkatini çeken husus Hamidullah Hocanın kibarlığı, züht ve takvaya dayalı tutum ve tavırları, olgun halidir. Yine İstanbul’a geldiğinde bir peygamber aşığı ve sevdalısı olan Hamidullah Hocanın mutlaka ilk ziyaretini Eyüp Sultan’a yapması dikkat çekici hatıralar arasında. İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde Dr. Fuat Sezgin’in asistanlığını yürütmüş.
ZOR ZAMANLARDA KÜTÜPHANE MÜDAFAASI
Zor zamanlarda İslam Araştırmaları Enstitüsü’nde Dr. Fuat Sezgin Hocanın asistanlığını yürütmüş, 15 yıl boyunca Muhammed Hamidullah’ın derslerini hem Arapça hem de Fransızca’dan tercüme etmiş, bunun yanında hocalık ve idarecilik yapmış olan Salih Tuğ, her şartta vazifesini yerine getirmiştir. Bunlardan birisi 1970’li yıllarda yaşanır:
“1970’lerden sonra Edebiyat Fakültesi’nde sağdan ve soldan öğrenci grupları uçlanmaya başlamıştı. Bu sağ-sol çatışması bazen suni olarak köpürtülmüştür, bazen de tabii olarak vardı. Çatışmaları uzaktan takip ettim. Daima okula giderdim, enstitü kütüphanesinde çalışma programım neyse onu gerçekleştirmeye çalışırdım. (…) Edebiyat Fakültesi’nin çeşitli giriş kapıları vardı. Ordu Caddesi’nden de Vezneciler tarafından da girilebiliyordu. Fen Fakültesi’nde döner sermaye ve marangozhanenin olduğu yerde de giriş kapıları vardı. O kapıları kullanmak suretiyle gelir kütüphanemde perdeleri de kapatarak çalışırdım. Fakülte kapanmış çünkü ne olur ne olmaz.
Bir defasında yine bir arbede sırasında “Fakülte kapandı!” dendi. Ben çalışıyorum. Bir grup geldi, “Çıkacaksınız!” dedi. “Hayır! Çıkmayacağım” dedim. “Neden çıkıyorum?” “Komünistler geliyor, onlara karşı tehlikedesiniz! Sizi emniyete almak için bir yere götüreceğiz”, “Tek başıma da olsa kütüphaneyi savunmak için burada kalacağım” cevabını verdim. (…) Allah’a şükür bir şey olmadı. Sadece pencereden girerler diye perdeleri kapadım. Kütüphane avluya bakıyordu, düzayaktı. Böyle günler, aylar, seneler geçirdik.” (s.295)
VAKIF VE CEMİYET HİZMETLERİNDE ÖNCÜ
Salih Tuğ ismini kendi muhitinde yer alan diğer isimlerden ayıran en önemli hususiyeti onun vakıf ve cemiyet adamlığı olsa gerek. Zira 1960’lı yıllarda Ayhan Songar başkanlığında Yeşilay Cemiyeti'nde çalışması, 1969 yılında TMKV’nin kurucu üyesi olması, 1970 yılında İlim Yayma Cemiyeti ve İslami İlimler Araştırma Vakfı (İSAV), Aydınlar Ocağı, 1973’te İlim Yayma Vakfı gibi dönemin gençliğinin milli ve manevi değerleri kuşanarak yetiştirilmesinde öncü rol üstlenmiş vakıf ve cemiyetlerinde rol alması onun sadece ilim tarafıyla değil, cehd ve gayret tarafıyla da öncü bir isim olduğunun göstergesidir. Bu durum, kitapta kendisinin de ifade ettiği gibi “kişi vaktinin yahut ömrünün kırkta birini bu gibi sosyal faaliyetlere sarf etmelidir” prensibinin bir gereğidir.
Salih Tuğ, 1960’lı yıllardan bu yana içinde yer aldığı uzun soluklu Türkiye Milli Kültür Vakfı serüvenini de hatıralarına aktarmış. 1969’da akademide doçent olan Salih Tuğ, kurucuları arasında büyük çoğunluğu arkadaşları olan Ferruh Bozbeyli, Selahattin Üzel, Sabahattin Zaim, Nevzat Yalçıntaş, Turgut Özal, Muzaffer Somay, Cevat Babuna, İdris Yamantürk, Recai Kutan, Sabri Ülker, Hulusi Çetinoğlu gibi isimler tarafından kurulan TMKV’ye kurucu üye olur. Burada da Salih Tuğ’u gençliğin yetiştirilmesinde öncülük eden misyon sahibi biri olarak görüyoruz. Vakfın amacını şu sözlerle ortaya koyuyor:
“TMKV gerçekçi bir tavırla ortaya çıktı ve onu sürdürmektedir. Ben vakfı, hayale ve ütopyaya kapılmaksızın, Türkiye’nin ihtiyacı olan değerlere ulaşmaya, gençleri bu değerlerle tanıştırmaya yönelik bir faaliyet alanı görmekteyim.” (s.331)
“Kökü mazide olan âtiyiz”, sözünü vakfın neden merkeze aldığını da şu sözlerle ortaya koyuyor: “Milli, dini, sosyal değerleri muhafaza etmek, kıymetini bilmekle birlikte yeni fikirlere açık olma, yeni fikirlere uzanma demektir. Yeni fikirleri sırf yeni oldukları için reddetmek değil ama mazisindeki değerlerden de kopmadan bu fikirleri kendisine adapte ederek mükemmele ulaşma meselesidir o.” (s.332)
Yarım asrı aşan bir vakıf geleneğini hâlâ sürdüren Salih Tuğ Hoca, hem ilmi çalışmaları, hem yetiştirdiği talebeler, öncüsü olduğu vakıf ve cemiyet hizmetleri ile yolumuzu aydınlatmaya devam ediyor. Kendisine sağlık, sıhhat ve afiyet diliyoruz.