Boşanmalar arttı, aileler dağılıyor, kadınlar ve erkekler mutsuz, çocuklar ebeveynlerinden yoksun büyüyor. Ancak toplumsal yapıda yaşanan bu dönüşüm ve sorun her konuda olduğu gibi ezberler üzerinden tartışılıyor. Aile yapısındaki bu çözülmenin kaynağı olarak tek bir cinsin hatalarını, sevaplarını işaretlemek herkesin kolayına geliyor.
“Hikâye ve romanlarımda var olan sorunları hikâye yoluyla ifade ederek görmeye ve görünür kılmaya çalışıyorum.” diyen Fatma Barbarosoğlu “Herkes Kendi Sandığında Saklı” adlı yeni kitabında aile meselesinde ezberleri bir kenara bırakıp insanı, insanlık hallerini odağına alıyor.
Sosyolog kimliği ile kaleme aldığı çalışmalar kadar öyküleri ile de yazı hayatını ilmek ilmek dokuyan Barbarosoğlu, kalemiyle ve kelimeleriyle en yaralı yerlerimize şefkatle dokunmaktan çekinmiyor. Hikâyeler arasında yol alırken kahramanların duygularına tanıdık, bildik şarkılar eşlik ediyor.
Barbarosoğlu, evlilik, aşk ve boşanma gibi konular etrafında ördüğü anlatıları taraf tutmadan, hesap sormadan öznesi erkek ve öznesi kadın şeklinde iki bölümde okurla paylaşırken okurun önyargılarıyla yüzleşmesini de sağlıyor.
Söz gelimi “Dünya gözümden iri bir yaş gibi düştü” adlı öyküde sırf merhametli ve kendinden başkaları için dertlenebilen, gözyaşı döken biri olduğundan dolayı eşinin istemediği, boşandığı bir genç adamın yaşadıklarına tanık oluyoruz. ‘Sıkılınca’ kolaylıkla her şeyden vazgeçebilmenin, bencilliğin dindar, seküler tanımadan herkesi esir aldığı bir zamanda diğerkâm olmanın kabahat sayılması can yakıcı.
Adı olmayan erkek kahramanın yaşadıklarının özeti ise şu cümlelerde gizli, “Esas önemli olan şey, sen acı çekerken hayat arkadaşının ne yapacağı. Sen ağlarken. Ya da çok sevinmişken. Bir şey başardığında ya da bir enkazın altında kaldığında. Hayat arkadaşının sınırlarını, önceliklerini, geride bıraktığı harabeleri bilmek önemliymiş. Bildim. Ama artık çok geç.”
Öykülerde sıklıkla kahramanların hatırlamaları götürüyor bizi bir yerden bir yere. Bazen bir şarkı, bazen bir görüntü, bir isim… Sevmek Zamanı öyküsünde “Hatıraların kimyası elektrik kaçağı gibi nerede, ne zaman çarpacağı bilinmiyor” cümlesi teyit ediyor bu durumu.
Kimi zaman çocukluk bazen de ilk gençliklerinden izleri taşıyor kahramanlar bu güne. “Zihin dün ile günü birleştirmekte mahir. Dünün meraklarına yeni meraklar eklemekte usta” diyor o yüzden yazar bir hikâyede. Bir başkasında da “Geçmiş yorucu. Geçmiş zihinden inmeyen yük” cümlesiyle kahramanlarının dünüyle bağlarına dikkat çekiyor.
Yine ‘Sevmek Sanatı’ öyküsünde “Geçmiş orada öylece duruyor mu? Yoksa biz bugünden geriye dönük olarak kendimiz için elverişli hatıralar yumağı oluşturup tekrar tekrar yeni geçmişler mi inşa ediyoruz?” sorularıyla başlıyor kahramanımız anlatmaya ve devam ediyor: “Dünde kaydı tutulmuş olan anıların, anların saklandıkları odalar, dolaplar çeşit çeşit. Kimi hemen girişte. Eşikten geçince rastlanan. Kimisi kör kuyularda. Kimisi bilinmedik bir adreste, bizi öylece bekliyor.” Bir yazarın kitapları üniversite yıllarında şahitlik ettiği yarım kalmış bir aşk hikâyesini çağırıyor belleğinden. Nergis’in aşık olup, sevdiği gence yaklaşmak için kendisi olmaktan nasıl uzaklaştığını hatırlıyor anlatıcı. Kendine yabancılaştığı ile kalıyor Nergis. Bir zaman sonra bırakıyor onu nişanlısı…
Öznesi kadın olan öyküler içinde en sevdiğim “Bazılarının İsmi Öldüğünde Öğrenilir”. İğneci Vesile, nahif eski zaman kadınlarından biri. Bütün mahallelinin tanıdığı, aşina olduğu, sevdiği biri. Sebepler dünyasını her daim hatırda tutmak ve asıl faile işaret etmek için eskilerin sıklıkla kullandığı ‘vesile olmak’ deyimini dilinden düşürmediği için özellikle çocukların aklında ismi böyle kalmış. Mahalledeki iki kız çocuğu bu gerçeği Vesile teyze dedikleri Naciye hanımın cenazesinde biraz da maceralı bir şekilde keşfediyor. Canlandırmaları ve diyaloglarıyla öykü adeta bir kısa film senaryosu gibi.
“Evlilik Başka Bahara” ekonomik şartların ağırlaşması sebebiyle tam da aradığını bulmuşken evliliği erteleyenlerin hikâyesi. Zira çoğu kez gönüller bir olsa da samanlığın seyran olamayacağı gerçeğini çoktan kabullendi gençler. Bu hikâyeyi ilkin Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde yayınlayan Barbarosoğlu, meraklısına not olarak şu cümleleri paylaşmıştı: “Yukarıda okumuş olduğunuz satırlar bir tanışma hikâyesi. Bireyin hikâyesinin toplumsal ekonomik gerçekler altında ezilmesinin hikâyesi. ‘Evlenselermiş işte, yuva kuranın Allah yardımcısı’ diyenleriniz olacaktır muhakkak. İki doktora öğrencisi, ‘sürdürülebilir olmayan şartlar’ altında evlenip birbirlerini tüketmektense ‘sürdürülebilir bir hayata kavuşuncaya kadar’ ailelerinin yanında kalmanın daha doğru olduğuna karar verdi.”
Çok uzağa gitmeden pek çoğumuzun yakın çevresinde rastlamaya başladığı bu durumu değiştirmek bir yana sosyal medyada daha gösterişli şovlar yapmak için evlilik masrafları her geçen gün daha da artıyor. Kimse yuva kuracak gençlerin yükünü hafifletmeye çalışmıyor tersine artık telefon ekranlarından hayatlarımızı dikizleyen ‘elalem’ yığınını mutlu etme yarışına giriyor.