Hafız Divanı bu defa İsmail Söylemez’in yaptığı çeviriyle bir kez daha okurla buluşuyor. Her çeviriyle şiirleri biraz daha zenginleşen Hafız 14.yüzyıl şairi. Hafız’ın hem doğu hem da batıda pek çok şairi etkilediğini söylemek mümkün. Hâfız’ın büyüklüğü, kendinden önce kurulan, kendinden sonra da kaldırılmayan sofrada, unutulmayacak izler bırakmasındadır.
Hâfız Divanı’nı İsmail Söylemez’in Türkçesiyle okuma imkanına Ekim 2020’de kavuştuk. Önceki yıllarda Hâfız Divanı’nı Abdülbaki Gölpınarlı, Hicabi Kırlangıç ve Mehmet Kanar’ın çevirilerinden okumuştuk. Her çevirinin zaafları, doğruları, üstünlükleri vardır. Fakat her çevirinin bir okunurluğu da vardır. Bu yüzden Mevlânâ, Hâfız, Sâdî gibi büyük şairlerin kitaplarını, ne kadar çok kişi çevirirse, o kadar iyidir. Ve hepsi okunurdur. Bir okuyucu bir çeviriden hoşlanır. Diğer bir okuyucu başka bir çeviriden lezzet alır. Bazı okuyucular ise şaire duyduğu sevgiden dolayı bütün çevirileri edinir. Bunların hepsinden de ayrı ayrı tatlar almayı başarır. Bu yüzden büyük eserlerin farklı mütercimler tarafından çevrilmesinde zarardan ziyade fayda vardır. Çünkü bir çevirmenin eksiğini, belki de diğer bir çevirmen giderecektir. İsmail Söylemez’in Hâfız çevirisi bu manada literatüre yeni ve farklı bir katkı sunmaktadır.
ÖNEMLİ BİR ŞAİR
Hâfız’ın şiirlerini okurken şaşırmamak elde değildir. Hâfız 14. yüzyıl şairidir. Onun şiirlerinde rastlanan “kadeh”, “güzel”, “sevgili”, “meyhane”, “mey”, “saki”, “derviş”, “rint”, “zahit”, “sufi”, “gözyaşı”, “aşk”, “padişah”, “tekke”, “kabe”, “dilenci”, “kan”, “gül” ve “bülbül” gibi konu, istiare ve metaforlara 13. yüzyıl şairi Mevlânâ’da, 16. yüzyıl şairi Fuzûlî’de de rastlamak mümkündür. Belki de divan şairlerinin hepsinde bu kelimelerle karşılaşılır. Dolayısıyla yüzyılları kapsayan bir anlam dünyasından söz ediyoruz. Semboller aynı; adeta yüzyıllar boyunca şairler aynı bahçeye girmişler. Fakat Fuzûlî Fuzûlî’dir, Mevlânâ Mevlânâ’dır, Bâkî Bâkî’dir, Sâdî Sâdî’dir, Hâfız da Hâfız’dır. Birinin sesi diğeriyle karıştırılmaz. Divan şiiriyle az da olsa hemhal olan kişi, bir şairin şiirini diğerinden kolayca ayırmayı başarır.
Klasik şiirin aynı kelime ve konular etrafında dönmesi, onu modern şiirden net bir şekilde ayırır. Modern dönemde değil aynı semboller dünyasının yüzyıllarca yaşatılması ve orada yüzlerce şairin söz söylemesi, aynı akım içindeki şairlerde bile aynı kelime ve konuları görmek yadırganır. İki durum da, şairler için aşılması güç engeller doğuruyor. Klasik şiirde aynı konu ve sembollerden çok üstün bir söyleyiş, çağını yansıtan ve ileri taşıyan anlamlar yakalama güçlüğü; modern dönemde ise, sürekli yeni kelime ve konular bulma telaşı. Modern şair, söyleyişteki kudretle birlikte yeni alanlar, yeni has bahçeler bulma gayretinde. Klasik şair ise, aynı has bahçenin içinde en dikkat çekici anlam ve söyleyişi yakalama uğraşında. Hâfız’ın büyüklüğü, kendinden önce kurulan, kendinden sonra da kaldırılmayan sofrada, unutulmayacak izler bırakmasındadır.
ŞAİRLERİ ETKİLEMİŞTİR
Hâfız’ın isim ve şiirlerini 19. yüzyılın Amerikan şairlerinden Ralph Waldo Emerson’un veya 20. yüzyılın deneysel şairi E. E. Cummings’in şiirlerinde gördüğümüz zaman şaşırmayalım. Fakat örnek verdiğimiz bu iki şairde ne “tekke”, ne “meyhane”, ne “padişah”, ne de “dilenci” metaforları vardır. Öyleyse şairde onun söz söylediği has bahçeyi (sembol dünyasını), şiirlerinde kullandığı kelimeleri, işlediği konuları aşan, onu yüzyıllar ötesine taşıyan, her dilde karşılık bulan bir şey vardır. Sadece Hâfız için geçerli değil bu durum. Homeros’u da örnek verebiliriz. Shakespeare’i ayrıca. Mevlânâ ve Sâdî’yi de. Hâfız Divanı’nı okurken, şairin bu yönüne de dikkat etmek gerekiyor. Hâfız Divanı gazel ağırlıklıdır. Zaten onun dillerde dolaşan şiirleri de genelde gazelleridir. Yunus Emre veya Karacaoğlan’ı okurken yaşadığımız “Yoksa şair her şiirinde aynı şeyleri mi söylüyor?” şaşkınlığına Hâfız okurken de uğrarız. Oysa üç şair de aynı şeyleri söylemiyordur her şiirinde. Benzer konulardan farklı noktalara ulaşmaktadırlar. Aynı kelimelerle farklı atmosferleri yansıtmaktadırlar. Şiir, çoğu kez hâl meselesidir. Şairin içinde bulunduğu atmosferi yansıtmaktadır şiir. Daha doğrusu, şairin o an yaşadığının resmi ve müziğidir. Buna ahenk ve imge de diyebiliriz. Dolayısıyla klasik şiirde aynı konu ve kelimelerle farklı imge, ahenk ve durum yansıtılmaktadır.
Hâfız Divanı’nda da, sürekli rint övgüsü, sevgili tasviri, şarap güzellemesi gibi görünen mecazlardan aslında farklı duygulardan çıkış yapıp, bambaşka duygulara yönelmektedirler. Aşk ise, hepsinin ortak noktası… Öyle de olması gerekir. Zira Hâfız’a göre bilgelik, aşkla mümkündür: “Şimdi senin nazlı işven tamamen yıktı beni/Bakalım onun yerine bilgece ne inşa edecek”. Hâfız’a göre aşk yıkar, yıkarken ortaya bin bir türlü hal, durum ve duygu çıkar. Sonra bu yıkıntıdan yepyeni bir anlam dünyası, dolayısıyla bilgelik doğar. Yıkıma uğratan aşk, bakış açısını da değiştirir. Mesela aşkla hareket eden kişi, vaaz veren hocadaki riyakarlığı fark eder, dilencideki dürüstlüğü görür. Padişah ona göre boş uğraş içindedir, eğer adaletle hareket etmezse; dilenci ise, hayatın anlamını yakalamıştır. Yine ona göre zahit ve sufinin kınadığı hal, hareket, kişi ve sözlerde hikmet vardır. Hâfız bu düşünce ve duygular içinde yüzyıllar sonra okunsa da anlam çıkarılacak, insana dokunacak şiirler söylemiştir.
Hâfız’ın 21. yüzyıl insanında, ayrıca farklı dillerden insanlarda karşılık bulmasının sebebi budur: O, insanın acısını, hüznünü, sevincini, arayışını, hasretini, çaresizliğini, öfkesini, övüncünü, aşkını, zaaflarını… yazmıştır. Diğer ifadeyle Hz. Adem’den bugüne insan için geçerli olan her şeye dokunmaya çalışmıştır. Bunu aynı kelime, sembol, metafor ve konular üzerinden yaparak şairliğinin büyüklüğünü göstermiştir. Modern şairlerin amacı da, Hâfız gibi insana dokunmaktır. Ama onların yolları klasik şairlerinkinden farklıdır.